Gülşen-i Vahdet
Gülşen-i Vahdet, 16 yy da yaşayan divan şairi ve lügat yazarı Mevlevi Şahidi İbrahim Dede’nin ( ö. 957/1550) yazmış olduğu eserlerden biridir. Şâhidî İbrahim Dede hayatı ile ilgili elimize ulaşan bilgiler bir hayli yetersizdir. Hayatıyla ilgili ulaşabildiğimiz kısmi bilgilere ise kendisinin yazmış olduğu Gülşen-i Esrâr adlı eserinin son kısmından ve Türkçe divanından alınan bazı ipuçlarından ulaşılmıştır. [1] ( bkz Şâhidî İbrahim Dede Hayatı Eserleri)
Gülşen-i Vahdet 943’te (1536) Mevlana Celâlettin-i Rûmî’nin Mesnevi’si tarzında ve aynı vezinde yazılmış 491 beyitlik bir mesnevidir. Bu eserin yazma nüshalarından birisi Ömer Faruk Akün’ün özel kütüphanesindedir.
Eser Türkçe ve Farsça olarak yazılmış sebeb-i telif ( önsöz – dibaçe) ile başlar. Şahidi İbrahim Dede’nin bu eseri özellikle İnsan güzelliğine ait remizlerin tasavvufî manalarının etraflı şekilde açıklandığı [2] bu didaktik eser olarak dikkati çekmektedir. Sade bir dille yazılan bu mesnevi Numan Külekçi tarafından günümüz Türkçesinde (Şâhidî İbrâhim Dede, Gülşen-i Vahdet, Ankara 1996).
Bu eserin yazıldığı zamanlarda dahi oldukça rağbet gördüğü anlaşılmaktadır. Zira şair Süleyman Zâtî, Şâhidî İbrâhim Dede’nin Gülşen-i Vahdet adlı manzumesini şerhe başlamış, fakat Zati’bin bu şerhi tamamlayamadan ölmesi bu şerhi Şeyh Ahmed Fahreddin Efendi tamamlanmıştır.[3]
Bu eser, İranlı Şair Şeyh Şebusteri’nin Gülşen’i Raz adlı eserinin daha küçük ve daha yeni bir versiyonu şeklindedir. Fakat bu eseri Gülşen’i Raz’ın bir tercümesi olarak görmek de yanlıştır. Eser, düşünce ve ilham olarak Şebüsteri, Attar ve Mevlana’dan esinlenmiş olmakla beraber özgün bir nitelik taşır. Eser de elbette ki konu ile alakadar olarak Pantesit düşüncelerden esinlenilmiş Vahdet-i Vücüt düşüncesi hâkimdir. ( bkz Mahmut Şebusteri Elvan-ı Şirazi Gülşen-i Raz, ELVAN-I ŞİRAZİ VE GÜLŞEN-İ RAZ TERCÜMESİ - MAHMUT ŞEBUSTERİ - GÜLŞEN-İ RAZ' DAN ÖRNEKLER)
Eserin temel yaklaşımı” İnsanın yüzü zahiride insanın zahiri yüzü, hakikatte ise, Huda’nın yüzüdür.” [4]Temel düşüncesine dayanır. Bu düşünceden hareketle, zülüf, hat, ebru, hal, çeşm, duhan, leb, kaş, vb gibi uzuvların tasavvufi manalarını açıklar. Bu uzuvları karşılıklı olarak konuşturarak tasavvufi düşüncelerini ve vahdet-i Vücut düşüncesini izah etmeye ve gerçek aşkın ne olduğunu anlatmaya ve gerçek aşk olarak kabul ettiği tasavvufi aşka ve cezbeye ulaştırmaya çalışır.
Şahidi Dede bu eserini kuru ve didaktik bir tasavvufi eser olmaktan çıkarmaya gayret etmiş, eserini bir takım canlı hikâyelerle zenginleştirmiştir.
Şahidi bu eserinde insan yüzüne ait görüntülere mistik manalar vermiş, vahdet-i vücut düşüncesine uygun düşen bir yaklaşımla, yüzün sıfatları üzerinde çeşitli benzetmeler ve remizleri açığa çıkarmıştır. İnsan yüzüne dair detaylara mistik manalarla bakan Şahidi İbrahim Dede, bu eserinde insan yüzüne ve simasına vahdet-i vücut düşüncesinden hareketle ve mistik bir açıdan yaklaşmaktadır.
İnsanın yüzünde “Mazhar-ı hüsn-ü Huda” yı gören Pantesit felsefenin İslam Tasavvufundaki yorumcularından birisi olan Şahidi Dede, bu eserinde “ sonsuz güzelliğe ve Huda’ya ulaşmak için çirkin huyların tümünden ve kesretten kurtulmak gerektiğini” ifade eder. İnsanın yüzünde ve cismani varlığında Mevla’nın güzelliğini ve varlığını sezip seçemeyenleri “ Ham kul “ olarak gören Şahidi Dede, Hakk’ın güzelliğini göremeyenlerin ibadetlerinin boşuna olduğunu ifade eder. İnsanın simasında görülen Hüda’nın emarelerini diğer türlü türlü varlıklarda da göremeyen ve sezmeyi düşünmeyen ham insanları “Kible kimdir bilmeyen ol birader” olarak görüp “ Denk—veş durmayıp inip çıkan “ ham insanlar olarak kabul etmektedir.
Şahidi Dede, bu eserinde en derin düşüncenin “ İlahi aşk “ olduğunu dile getirmektedir.
Aşk imiş peyda eden bu âlemi
Aşk imiş şeyda eden bu âdemi
Aşk imiş tekvin edip ieat eden
AŞk imiş bünyad edip fibat eden
Şahidi’ Dede, bu eserinde İnsanın yüzünde ve simasında görünen güzellikleri Huda'nın güzelliğinden gelerek insanın yüzünde zuhur eden ifadeler ve emareler olarak görmektedir
(Yar)İn yüzündeki âzaları, karşılıklı olarak konuşturan Şahidi Dede, yârin güzelliğinin diğer varlıklarda da zuhur ettiğini ama bunu görebilmek için gönül aynasının temiz, gönül gözünün de açık olması gerektiğini ifade eder.
Eserden Alıntılar
Bilmek istersen bu vahdet sırrını
Bulmak istersen bu bahrin dürrini
Cehd edip bu nameyi yâd edesin
Canını kesretten azad edesin
Name-i name Gülşen-i Vahdet durur
Murgu cana kendi pek lezzet durur.
…
Güyya mir’atı haktır ruyi yar
Aksi hüsnü haktır anda aşikâr
Bu nükuşile bezendi ruyi dost
Ger bidani, nist gayrü cümle ust
---
Ey niçe zahitleri tersa kılan
Ey niçe âbitleri rüsva kılan
Ey niçe serkeşleri ram eyliyen
Taat ü zikre peşiman eyüyen
Dilleri sevda ile viran eden
Mıırgu canı tutmak için dam eden
Olmuş iken niçeler ehli yakîa
Kûşei meyhanede kılan mekîn
Sofinin gönlün perişan eyliyen
Eşkini bidillerin baran eden
Sattıran teşbih ile seccadeyi
Aldıran brr.kuze safı badeyi
Hücresin âlimlere zindan eden
Terkitahsil ettirüp rindan eden
Kârini terkettiren kâr ehline
Arını terkettiren âr ehline:
….
Cümle ahlâkı zemime ey püser
Oldu zulmat-ı hicabat-ı beşer
Cümlesinden bunların geçmek gerek
Bade ezan vahdet meyin içmek gerek
Kaynakça
[1] Şahamettin Kuzucular, https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/sahidi-ibrahim-dede-hayati-eserleri/77807
[2] Numan Külekçi, Gülşen-i Vahdet(Yüz ile İlgili Tasavvufi Remzler), Akçağ Yayınları / Edebiyat İncelemeleri Dizisi, Ankara
[3] Selami Şimşek, “Süleyman Zati”, TDVİA, cilt: 38; sayfa: 111
[4] Mahir Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, MEB, 1970, s. 327