Lami Çelebi ‘nin Ebsal ü Selâman Mesnevisi Hakkında ve Eserin Özeti
Ebsal ü Selâman, Edebiyatımızda daha çok BursalıLami Çelebi ’nin (1472-1533) yazmış olduğu mesnevilerden biridir. Lami Çelebi nazım ve nesir olarak çok sayıda önemli eser yazmış olan “divan edebiyatının en velut şairlerinden” biridir. Bursa’da doğan, nakkaşlık da yapan hatta bunun için Semerkant’a dahi giden Nakşibendî Şeyhi Emîr Ahmed Buhârî (öl. 1516)’ye intisap ederek Nakşîlikte şeyhliğe kadar yükselmiş ve hürmet gören bir divan şairi olmuştur.
Ebsal ü Selâman onun yazmış olduğu ve sayısı 46 ya ulaşan eserlerinden ve yazmış olduğu mesnevilerden biridir. Ebsal ü Selâman ‘, Lam’i Çelebi tarafından yazılmış olan özgün bir eser değildir. Yusuf u Züleyha ve Leyla ile Mecnun kadar rağbet göremeyen “Salâmân ve Absâl “ adlı mesnevinin konusunun Yunan menşeli olduğu veya kaynağının Tevrat’taki ‘Salâmân ve Abşâlûm’ kıssası olduğu yönünde farklı görüşler vardır. Ancak hikâyenin Yunan menşeli olduğu hakkındaki görüş daha da ağır basar. Bu eser felsefî-alegorik konulu bir aşk hikâyesi ve mesnevi türü ile yazılmış manzum bir eser halindedir.
Eser, ilk kez Arapçaya Hunayn b. İshâk tarafından tercüme edilmiş,[1] bu hikâyeyi İbn Sînâ ve Nâsirüddin Tûsî gibi İranlı şairler ve Molla Cami Farsça olarak ele almışlar; Türk Edebiyatına ise Lamî Çelebi tarafından Molla Cami’nin yazmış olduğu eserin tercümesi şeklinde kazandırılmıştır. Bu hikâye Câmî’nin “Heft Evreng” olarak bilinen mesnevilerinin en hacimsiz olanıdır.
Lam’i Çelebi “Ebsal ü Selâman” konusunu işleyen tek Türk şairi olarak kalmıştır. Bu mesnevi ve konusu öncesinde ve sonrasında başka bir şairimiz tarafından işlenmemiş, Lâmi‘î Çelebi, bu eserini Mollâ Câmî’nin aynı isimli eserinin Farsça nüshasından Türkçeye tercüme etmiştir. Lam’i Çelebi’nin bu eserinin bilinen üç yazma nüshası A. 736/1 kayıt numaralı Ankara Millî Kütüphane, TY 3088 kayıt numaralı İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi ve Ms. 77 kayıt numaralı Manchester nüshası vardır. [2]Ayrıca eserin Flügel, no: 669, Crawford linsesiana, s.255, Los Angeles Libraray no 20 de de nüshalarının olduğu da tespit edilmiştir.[3]
Lam’i Çelebi bu eserini Yavuz Sultan Selim’e takdim ettiğine göre eser 1512 1520 yılları arasında yazmış olmalıdır. Eserden Kınalızade Hasan Çelebi, Âşık Çelebi ve Katip Çelebi ‘de bahsetmiştir.[4]
Lâmi‘î Çelebi’nin bu eserini Yrd. Doç. Dr. Erdoğan Uludağ elde olan üç nüshasının tenkidli metnini hazırlayarak eseri ilmî olarak da tetkik edip,” Büyüyen Ay Yayınları ile günümüz alfabesine ( İstanbul 2013) çevirmiştir. Yrd. Doç. Dr. Erdoğan Uludağ’ın hazırladığı bu eser: İnceleme - Nesre Çeviri - Karşılaştırmalı Metin halinde ve üç bölüm şeklindedir.
Lâmi‘î Çelebi’nin bu eserinde “Acemce destana Türk-i libas giydirdiğini” [5] ifade ederek hikâyeyi Fars edebiyatından tercüme ettiğini belirtmiş olur. Lam’i Çelebi bu eseri serbest bir şekilde tercüme etmiş eserine yer yer özgün kısımlar da ilave etmiştir. Fakat yukarıda da izah edildiği gibi eserin vakası özgün değildir. Eserin ruh dünyasını ise Yunan mitolojisine atıflar yapan Yunani etkiler oluşturmaktadır. Anasız çocuk peydahlamak, İskender’in aynası motifi, ıssız adada devlerle savaşmak, Absal’ı unutturan Zühre’nin ( dolayısı ile Venüs) esere sızan Yunani unsurlar olduğu açıkça ortadadır. Hızır’ın yetişmesi, , devasa ateşte yanmadan sağ çıkmak unsurları ise doğu edebiyatına dair motifler olarak karşımıza çıkar.
Lam’i çelebi bu eserinde” padişahı; akl-ı küllü, Salâmân; insan ruhunu, Absâl; şehvete tapan bedeni, Hakîm; akl-ı küll’ün feyzini, Zühre; yüce olgunlukların nurunu temsil ettiğini yazmıştır. Eserde Salaman’ın Absal’ın yanarak ölmesi üzerine söylediği mersiye dikkat çekici bir edebi değere sahiptir. [6]
Salamanı Absal’ın Özeti [7]
Yunan ülkesinde taç ve kudret sahibi bir padişah vardır. Padişahın yanında büyük ve bilge bir filozof bulunur. Bu padişahın yerine geçecek bir evladı yoktur. Bu derdini Bilge Hakîm’e açar. Üstelik padişah, bu filozoftan, kadınlara elini sürmeden yani bir kadından doğmayan ve anası da olmayan bir erkek evladının olmasını istemektedir. Bu filozof sihir yardımıyla padişahın sülbünden bir oğlunun olmasını sağlar. Doğan bu çocuğa Salâmân adı verilir.
Babasının sülbünden gelen ama babasının kadınlarla temas etmediği şekilde ve anasız olarak dünyaya gelen Salaman’ı beslemesi ve büyütmesi için on sekiz yaşında Absâl isminde genç bir sütanne bulunur. Salâmân büyür ve yakışıklı bir delikanlı olur. Salaman her türlü üstün meziyetlere sahip ama zevk ve sefaya düşkün bir delikanlı olmuştur.
Absâl ise büyütüp emzirdiği Salâmân’a âşık olur. Üstelik onu da kadınlığının cazibelerini kullanarak kendine âşık eder. Hatta bir gece içki içip sarhoş olan Salaman’ın yatağına girer. Bu geceden sonra sütannesine âşık olan Salâmân, sütannesi Absâl ile cinsi yönden de birlikte olmaya ve ikisi birlikte cinsel hazlar da yaşamaya başlarlar. Ancak padişah bu durumu öğrenir ve oğlunu Absâl’dan uzak tutmaya çalışır.
Aşk ve cinsi münasebetlere mağlup olan Salâmân ise aşkı Absal’dan vaz geçemez. Aşkına sadık kalan Salaman, babasının yasaklarından ve baskılarından kurtulmak için Absâl’ı alarak memleketten kaçar. Uzun ve serüvenli bir yolculuktan sonra cennet gibi bir adaya ulaşıp orada yaşamaya başlarlar. Padişah, ise oğlunun ülkeden ayrılmasına çok üzülmüştür.
Padişah, filozofu ve sihirli aynasının yardımıyla onların nerede ve ne halde olduklarını anlamıştır. Sihir yardımıyla Salâmân’ın erkekliğini elinden alan padişah, onun Absâl’la birlikte olmasını engellemeye başlar. ( Vasfi Mahir’in özetinde padişah ordu yollayarak Salaman ve Absal’ı ülkesine getir.)
Erkeklik gücünü yitiren Salaman pişman olup dua eder ve baabsından af dilemek için Absâl’la birlikte yola çıkar. Dönüş yolunda yemyeşil bir adaya gelirler. Bu adada bir müddet konaklamak istediklerinde adada yaşayan ve insan yiyen devlerin saldırısına uğrarlar. Salaman bu devlerle savaşmaya başlar. Fakat savaşmaktan takatı kalmayınca yaralanan Salâmân, Allah’a dua eder. Salaman’ın duası kabul olunca Hızır hemen onun yardıma gelerek Salaman ve Absal’ı devlerin elinden kurtarır.
Salaman ve Absal padişahın yanına dönerler. . Padişah, oğlunun dönüşüne çok sevinir ve Absâl’dan vazgeçmesi halinde ülkenin yönetimini kendisine bırakacağını bildirir. Bunu kabul etmeyen Salâmân, Absal’ı tekrar alarak çöle kaçar.
Babasından ve filozofundan kurtulamayacağını anlayan Salaman çölde büyük bir ateş yakarak sevgilisi Absâl ile birlikte ateşe atlar. Absâl yanıp kül olurken; Salâmân, babasının filozofunun yaptığı sihirlere bu ateşin içinden ölmeden kurtulur. Absal yanıp kül olmuşken Salaman sağ ve sıhhatte kalmıştır. Fakat Absâl’ın ölümü Salaman’ı daha da hırçınlaştırır. Salaman tarifsiz bir acıya kapılmıştır. Onu acılarının farkında olan büyük filozof Salâmân’ı yanına çağırır, ona çok çeşitli telkinler ve tavsiyelerde bulunduktan sonra ve söylediklerini eksiksiz yapması halinde Absâl’ı yeniden dünyaya getirebileceğini söyler. Hakîm Filozof ’un asıl niyeti Salâmân’a Absâl’ı unutturmak ve onu ebedî güzellik tanrıçası Zühre’ye âşık ettirmektir. Türlü dua ve tedbirler bulan Filozof Hakîm bu emelinde muvaffak olur. Salâmân, Absâl’ı unutarak Zühre’ye âşık olur.
Bunun üzerine padişah, oğluna nasihatlerde bulunarak tacını, tahtını ve ülkeyi oğlu Salâmân’a bırakır.
Lami Çelebi Bursalı Hayatı Eserleri Edebi Kişiliği
Lami Çelebi Ebsal ü Selaman Mesnevisi Hakkında Özeti
Lami Çelebi Şem ü Pervane Hakkında ve Özeti
KAYNAKÇA
· [1] Yusuf BABÜR, “LÂMݑΠÇELEBİ, SALÂMÂN VE ABSÂL,”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 51, ERZURUM 2014, 463-467
· [2] Yusuf BABÜR, “LÂMݑΠÇELEBİ, SALÂMÂN VE ABSÂL,”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 51, ERZURUM 2014, 463-467
· [3] Doç. Dr. Gönül Ayan Lâmi'î Çelebi'nin Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri, https://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI
· [4] Doç. Dr. Gönül Ayan Lâmi'î Çelebi'nin Hayatı, Edebi Kişiliği ve Eserleri, https://turkoloji.cu.edu.tr/ESKI
· [5] Mahir Kocatürk , Türk Edebiyatı Tarihi, MEB, 1970, s. 318 -319
· [6] Mahir Kocatürk , Türk Edebiyatı Tarihi, MEB, 1970, s. 318 -319
· [7] Bu eserin Özeti Yusuf BABÜR, “LÂMݑΠÇELEBİ, SALÂMÂN VE ABSÂL,”, A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi [TAED] 51, ERZURUM 2014, 463-467, adlı yazıdaki özet kısmı ile V. Mahir Kocatürk’ün Türk Edebiyatı Tarihi, MEB, 1970, s. 318 -319 deki özeti mukayese edilerek hazırlanmıştır.