KÜÇÜK AĞA ROMAN ÖZETİ TARIK BUĞRA

15.11.2016

KÜÇÜK AĞA ROMAN ÖZETİ  TARIK BUĞRA

 

 

KİTABIN KONUSU :

 

Birinci Dünya Savaşı ile birlikte Osmanlı Devleti eski gücünü, heybetini kaybetmeye başlamış, isyanlar ve işgallerle zayıf duruma düşmüştür. Kitapta, bir Anadolu kasabası olan Akşehir'den yola çıkılarak, kurtuluş mücadelesinin bir bölümü anlatılmaktadır. Olaylar Akşehir’in bir kasabasında başla ve gelişir.

 

KİTABIN ANA FİKRİ:

 

Vatan ve millet sevgisi, bağımsızlık duygusu. Kurtuluş savaşının küçük bir kasabadan görünüşü.

 

 

ŞAHISLARI

 

Küçük Ağa (İstanbullu Hoca):Kurtuluş mücadelesine büyük hizmetler vermiş binlerce kişiden biri.

 

Salih: Birinci Dünya Savaşında sağ kolunu kaybetmiş ve hayatının anlamını Kurtuluş Mücadelesi ile tekrar kazanan biri.

 

Çerkez Ethem: Başlarda vatan ve millet için yeri tutulmaz hizmetler vermiş , cephede büyük başarılar göstermiş, fakat düzenli orduya geçme kararı alındığında tamamen zıt fikirleri benimsemiş ve zararlı olmuş bir çete reisi.

 

Doktor Haydar Bey: Dünya Savaşında Yüzbaşı rütbesiyle görev yapmış ve milli mücadele yıllarında Kuvayı Milliye’ye büyük hizmetler vermiş bir asker.

 

Ali Emmi: Kurtuluşu Kuvayı Milliye’de gören ve çok büyük fedakarlıklarda bulunan yaşlı bir vatandaş.

 

 

KİTABIN ÖZETİ:      

 

 

SERİM BÖLÜMÜ

 

I.Dünya Savaşı bitmiş ama Osmanlı Devleti üzerindeki kötü etkileri devam emektedir. Ordu terhis edilince asker memleketlerine dönmüşler, yaşanan kayıpların izleri devam etmektedir. Savaşa gidenlerin pek çoğu dönememiş, pek çoğu sakat kalmıştır. Akşehir kasabasında sadece yaşlılar, kadınlar ve çocuklar kalmıştır, eli silah tutan gençler cephelerden ya dönememiş dönebilen çok azı da bitkin yorgun veya sakattır. Anadolu'nun her yeri gibi burada da açlık, yokluk ve fakirlik kol gezmektedir.

 

Sakat kalanlardan birisi de Akşehirli Çolak Salih’tir.  Salih, memleketine döndüğünde kaybettiği kolunun acısı ile ülkenin durumunu acı bir şekilde anlamaya çalışmaktadır. Düşman kuvvetlerine yenik düşmenin üzüntüsünü yaşarlar. Önce İngiliz, ardından İtalyan birlikleri kasaba yakınlarına kadar gelmiştir. Kasabada yaşayan Rumlar geçimlerini rahatlıkla sağlamaktadırlar. Kasabadaki Türklerle olan ilişkileri de eskisi kadar iyi değildir.

 

Çolak Salih, Savaşa gittiğinden beri her yer ve her şey değişmiş olduğunu gözlemlemektedir. Rumlar ve kendi halkı birbirinden soğumuş, en samimi arkadaşı Niko da gelişmelerden etkilenmiştir. Yavaş yavaş Yunan ve İngiliz ordularının yurdu işgal haberleri gelmekte ve iki halkın birbirine olan düşmanlığı artmaktadır.

 

 Salih Rumların bu davranışını bir ihanet olarak görmekle beraber arkadaşı Niko’dan kopamamaktadır. Salih’in Rumlar ve Niko ile dostluğu kasabalı tarafından fark edilmiş ve Salih kasabalılar tarafından dışlanmaya başlamıştır. Bu yüzden de Salih Niko ve O’nun çevresiyle dolaşır olmuş, Padişaha olan güveni de sarsılmıştır. Savaşta kolunu kaybeden bir gazi olduğu halde kimsenin O’na hak ettiği saygıyı göstermediğine inanan Salih kendini namazdan niyazdan da çekmiştir. Üstelik halk işgallere karşı tepkisizdir. Bu işgallere kimin tepki göstermeye başlayacağı konusu da bir karmaşa içindedir.

 

Salih artık istenilmeyen biri olmuştur. Bu sırada kasabaya İstanbullu Hoca adında bir hoca gelmiştir. Bu hoca Mehmet Reşit Efendi’dir. Mehmet Reşit Efendi, 1918′de İstanbul’da Fatih medresesinde öğrenciyken coşkulu vaazlarıyla tanınmış ve 1919′da Akşehir’e gönderilmiştir.

 

Bu hocanın İstanbul’dan gönderilme nedeni kasabadakilerin padişaha ve Osmanlı’ya bağlılığını devam ettirmektir.  İstanbullu Hoca etkili bir imamadır ve konuşmaları ile halkın büyük beğenisini ve takdirini kazanmıştır. Vaazlarda cemaate ve halka Osmanlı padişah ve din lehinde düşünceler aktarmaktadır.

 

Fakat ülkede Kuva-yı Milliye hareketi canlanamaya başlamıştır. Akşehir’de de Kuvayı Milliye taraftarı olan bir teşkilat oluşmaktadır. Kasabadaki Kuvay-ı Milliyeciler İSTANBULLU Hoca ile ters düşmeye başlamıştır. İlçede kurtuluş ümidi olan kişiler bu örgüte dâhil olmaya başlamıştır.  

 

 Kuvayı Milliye, Anadolu’da işgalleri önlemek ve İstanbul ve padişah yönetimine rağmen düşmanla mücadele etmek düşüncesindedir. Kuvayı Milliye’nin işgalcilerden başka da pek çok düşmanı vardır. Memlekette işgallere karşı veya işgallerden yana birçok örgüt ortaya çıkmış, merkezi otorite yıkıldığı için herkes kendi başına hareket etmeye başlamış, çeteler ve cemiyetler de türemiştir.

 

Kuvayı Milliye önce bu örgütleri kendi tarafına çekmeli veya bertaraf etmek zorundadır. İlçedeki İstanbullu Hoca’nın vaazları da Kuvayı Milliye ilkelerine ters düşmektedir. Hoca her fırsatta padişaha bağlılıktan bahsetmektedir, Kuvayı Milliye ise padişahtan kurtulmak, yeni bir yönetim kurmak amacını gütmektedir. İşte bu ihtilaf dolayısıyla Kuvayı Milliyeciler ile Hoca arasında bir zıtlaşma meydana gelmiştir. Hoca ise halka kendini çok sevdirmiştir. Hoca da kendi içinde bir yandan yaptığı işin gerçekten doğru olup olmadığının sorgulamaya başlamıştır. Kuvvacılarla Hoca arasındaki çatışma iyice ortaya çıkar ve Hocanın vaazları sırasında karşıt fikirler açıklanmaya başlanmıştır.

 

 

DÜĞÜM BÖLÜMÜ

 

Salih ise unutulmuşluk ve terk edilmişlikten bir kaçış olarak Kuvayı Milliye’ye katılmaya karar verir. O’nu bu karara iten diğer bir neden Rum asıllı arkadaşı Niko’nun da Osmanlıya karşı savaşta yer almasıdır. Kuvvacılar İstanbullu Hoca’yı yanlarına çekebilmek veya vaazlarında Padışah yanlısı düşünceleri aktarmasından vazgeçirmek için çok uğraşır. Ama İstanbullu Hoca düşüncelerinden ve bu yöndeki vaazlarından vazgeçmemektedir.

 

Salih, arkadaşı Niko’nun da ihanet etmesi sebebi ile bu ihanetin öcünün peşinden koşmak için Kuvvacılara katılmaya karar verir. Uğruna gazi olduğu ve kolunu kaybettiği ülkesinin Rumlar ve Yunanlılar eline geçmesine tahammül edemeyecektir. İstanbullu Hoca” bir süre sonra Emine ile evlenir. Bu arada Yunanlılar Anadolu’ya girmiştir. “

 

“İstanbullu Hoca”, Kuvay-ı Milliyecilere ve önderleri Haydar Bey’in karşısında yer alır; Kuvay-ı Milliyecileri vatana ihanetle suçlar ve Padişah’ın desteklenmesini ister. Kuvvacılar, bir türlü hizaya gelmeyen Hoca hakkında ölüm emri çıkartır.  İstanbullu Hoca yeni evlenmiştir. Eşini, çocuğunu ve korumak ve halkın isteğine de uymak için Akşehir’den kaçar ve çete reislerine sığınır. Hoca Çakırsaraylı çetesine sığınır. Çakırsaraylı çetesinde itibar gören Hoca “Küçük Ağa” olur. Kuvay-ı Milliyeciler çeteyi kıstırırlarsa da Küçük Ağa kurtulup yanındaki bir adamla birlikte bir kasabaya sığınır.

 

Kuvvacılar ise Hocayı kaçırdıkları için üzgündür ve Çolak Salih’i O’nu bulmak ve öldürmekle görevlendirirler. Hoca ise artık düşüncelerini değiştirmeye ve hangi tarafta yer almak gerektiğinin hesabını yapmaya başlamıştır. Kuvayı Milliye ise her geçen gün başarı kazanmakta ve güçlenmektedir. Çolak Salih Hoca’yı bulur ve O’nu padişah hizmetinden vazgeçerek Kuvva yararına çalışmaya ikna eder. Hoca ile Salih, beraberce Çerkez Ethem’in kardeşi Tevfik Bey’in çetesine katılırlar. Çerkez Ethem ve kardeşleri milli mücadelede en büyük rollerden birini üstlenmiş ve gerek düşman işgallerine gerekse ayaklanmalara karşı başarılar sağlamayı başarmaktadır. Fakat düzenli ordu ve İsmet Paşa’nın emri altına girmek söz konusu olunca Çerkez Ethem ve kardeşleri zıt bir tavır takınarak Kuvva’ya ve Ankara’ya karşı isyan bayrağı açmıştır. Zaman içinde Hoca aslında, Kuvay-ı Milliye hareketinin haklılığını kavramaya başlar. Çolak Salih’in de etkisiyle artık taraf değiştirir ve Kuvay-ı Milliyeci olur.

 

Hoca, Çerkez Ethem ve Kardeşlerinin güvendiği saygı duyduğu bir kişi olmuştur. Fakat Çerkez Ethem’in Kuvvacılara karşı cephe almasına taraftar değildir. Onları bu yoldan döndürmek için planlar kurar. Hoca’nın amacı Çerkez Ethem ve kardeşlerini Kuvva’ya karşı cephe almaktan vazgeçirmek olmasa bile olası bir isyan halinde güçlerini zayıflatmaktır.

 

ÇÖZÜM BÖLÜMÜ

 

Bu sırada Hoca, Salih’ i eşinden çocuğundan ve Akşehir deki durumdan haber edinmek için  Akşehir’e yollar. Akşehir’de ise Hoca öldü bilinmektedir. Oysa Hoca hayattadır ve yeni kimliği “Küçük Ağa” ile Kuvva yararına çalışmaktadır. Hoca’nın Kuvva yararına çalıştığı haberi Salih tarafından Akşehir’de sadece Kuvvacı olan birkaç kişiye duyurulur ve memnuniyet yaratır. Başta Kuvayı Milliye hareketine büyük hizmet vermiş Doktor olmak üzere Kuvvacılar Hoca’nın kendi saflarına katılışından büyük sevinç duyarlar.

 

Hoca, Çerkez Ethem’in İsmet Paşa’ya yaptığı Kütahya saldırısında Çerkez Ethem’e bir oyun oynayarak Çerkez Ethem’in saldırısının başarısızlığa uğramasını sağlar ve Kuvayı Milliye’ye en büyük hizmetini vermiş olur. Ethem ise Yunanlılara sığınmak zorunda kalır.

 

Ankara Hoca’nın hizmetleri karşılığında Hocayı Ankara’ya davet eder. Hoca Ankara’nın durumunu yakından görüp ve cephede savaşmanın, bu iktidar kavgasında yanlış düşünenlere ve  hainlere verilecek savaştan daha kolay olduğunu düşünür. Memleket zafere doğru gitmektedir ve Ankara ve Meclis’e büyük işler düşmektedir.

 

Küçük Ağa Akşehir’den tanıdığı ve bir zamanlar zıt fikirleri yüzünden tartıştığı Kuvvacı Doktor ile buluşur. Doktor böyle saygıdeğer birinin kendi saflarına katılışından duyduğu mutluluğu Hoca’ya söyler ve asıl kimliğini bilenin sadece kendisi olduğunu, kendisi dışındakilerin O’nu Küçük Ağa diye tanıdıklarını anlatır. Hoca ise artık özlediği eşi ve çocuğunun özlemiyle yanmaktadır.

 

Küçük Ağa Fevzi Paşa ile birlikte Akşehir’e gelir. Eşi ve Çocuğu hakkında bilgi alır ve çocuğunu bulur fakat eşinin durumu kötüdür. Eşi ölmek üzeredir ve günler sonra da ölür. Hoca daha sonra Ankara’ya döner ve mücadeleye devam eder.

 

   

 

 

 

YAZARIN HAYATI

 

2 Eylül 1918 tarihinde Akşehir'de doğdu. İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. İstanbul Lisesi'nin yatılı kısmında okurken bu lisenin yatılı kısmının kapatılması üzerine kaydını Konya Lisesi'ne aldırdı ve liseyi burada bitirdi. (1936). Lise yıllarında Tarık Nazım müstear ismiyle hikaye ve şiirler yazmaya başlayan Tarık Buğra, İstanbul Üniversitesi Tıp ve Hukuk fakültelerinde bir süre okuduktan sonra kaydolduğu Edebiyat Fakültesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünün son sınıfında ayrıldı. Askerlik hizmetinden sonra Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavini olarak işe başladı.

 

Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada Oğlum(uz) adlı öyküsüyle bin liralık büyük ödüle layık görüldüğü ilan edildi. (1948). Ancak, Tarık Buğra'ya bu para yerine altın bir kalem ödül olarak verildi. Aynı yarışmada Doğan Nadi'nin bölük komutanı birinci ilan edildi ve bu zatın hikayeci olarak adına ikinci bir kez daha rastlanılamadı. Yine de bu ödül neticesinde aldığı yoğun iş teklifleriyle basın hayatına atılma konusunda cesareti artan Tarık Buğra, Akşehir'e dönerek Nasrettin Hoca Gazetesi'ni çıkardı (26 Temmuz 1949-28 Haziran 1952). Milliyet gazetesi, Vatan, Yeni İstanbul gazetesi (1952- 1956), Yol Dergisi (1968) ve Tercüman gazetesinde (1970-1976) sanat sayfaları düzenledi, fıkralar yazdı, yazı işleri müdürlüğü yaptı. Hisar dergisi ve Türkiye gazetesinde de yazan Tarık Buğra, 26 Şubat 1994 tarihinde İstanbul'da öldü.

 

İLGİLİ LİNKLERİMİZ

 

Roman 

·         Siyah Kehribar  (1955)

·         Küçük Ağa (1964)

·         Küçük Ağa Ankarada (1966)

·         İbiş’in Rüyası (1970)

·         Firavun İmanı (1976)

·         Gençliğim Eyvah  (1979)

·         Dönemeçte  (1980)

·          Yağmur Beklerken (1981)

·         Osmancık (1983).

Hikâye 

·         Oğlumuz  (1949)

·         Yarın Diye Bir Şey Yoktu (1952)

 

0

0

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar