Mai ve Siyah Hakkında Bilgiler Analiz İnceleme Özet ve Halit Ziya

15.11.2016
Mai ve Siyah Hakkında Bilgiler Analiz  İnceleme Özet ve  Halit Ziya


 

 MAİ VE SİYAH

 

ESER YAZAR İÇERİĞİ BASIMI YAZIMI VE ÖNEMİ HAKKINDA 

Mai ve Siyah, Türk Romancılığının babası kabul edilen Halit Ziya ’nın romanları içinde edebiyat tarihçileri ve bizzat kendisi tarafından da en çok önemsenen romanlarından biridir. Halit Ziya’nın bu romanı, tekniği, kurgusu, üslubu ve diğer pek çok özelliği ile Türk romancılığının bir dönüm noktası olarak kabul edilir. İlk modern Türk romanı olarak görülen Mai ve Siyah Halit Ziya’nın da en değer verdiği romanı olmaktadır. Halit Ziya, röportajlarında “hikâyenin tekâmülüne bir dönemeç noktasına tesadüf etmiş” olduğundan Mai ve Siyah’ın en çok değer verdiği[1] romanı olduğunu belirtmiştir.  

 Roman, Servet-i Fünûn edebiyatın iç dünyasına ayna tutan ve anlatan bir eserdir. Bu nedenle bilhassa edebiyat tarihçilerinin de çok önemsediği bir roman olmaktadır. Bu roman Servet-i  Fünun Topluluğunun,  fikir, ruh ve  hayal dünyasını;  hastalıklı, marazi, karamsar, içe dönük dışa kapalı kişilik özelliklerini;  sanat, dil ve edebi anlayışlarını  ortaya koyan bir roman olarak kabul edilir.[2]

 Mai ve Siyah”, Halit Ziya Uşaklıgil’in İstanbul’da kaleme aldığı ilk romanıdır.  Roman 1896-1897 yıllarında Servetİ Fünun Dergisinde tefrika edilmiş (parça parça, bölüm bölüm yayımlanmış), 1898’de ise kitap olarak basılmıştır. Bu eser, Halit Ziya’ hayatta iken 1900, 1913, 1938, 1942 yıllarında 6 defa basılmıştır.[3] 1938 yılına kadar ki baskıları Servet-i Fununculara mahsus süslü sanatlı, ağdalı, Arapça Farsça sözcük ve tamlamalar ile dolu orijinal dili iler yayınlanır. Fakat 1938 yılında yapılan baskısı Latin harfleri ile ve bizzat yazarın kendisi tarafından belli bir ölçüde sadeleştirilerek yapılmıştır. Sonraki baskıları daha da sadeleştirilmiştir.  Mai ve Siyah, kendi içinde yirmi bölüme ayrılmış 388 sayfalık bir romandır.

Mai Arapça ‘da su sıvı ve suya yansıyan gök renginden dolayı da mavi anlamına gelen bir kelimedir.  Mavi,  edebiyatta genellikle romantizmin ufkun, hayalin ve geleceğin rengi mavi olarak sembolize edilmiştir.   Romandaki “Mai” (mavi), hayal ve ümitleri; “siyah” ise, hayal kırıklıkları acı gerçekler ile hayatın maddî tarafını temsil eder.” [4]Bu hayaller ve hayal kırıklıkları da Ahmet Cemil’e aittir. 

Yazar, Mai ve Siyah, romanında Ahmet Cemil’in şahsında “Servet-i Fünun nesli”  anlatmak istemiştir. Bu çaba romanın her yönünden de belidir. Halit Ziya bu romanında kurguladığı Ahmet Cemil tipi ile Servet-i Fünun yazar ve şairlerinin onun hayatını, dünya görüşünü, kişiliğini, kültürünü, sanat anlayışını anlatmaya çalışmıştır. Yani Ahmet Cemil, Servet-i Fünûncuların dünya görüşleri ni, ahlak, düşünce akıl yürütme  ve sanat anlayışlarının bu romandaki sözcüsüdür., Mai ve Siyah, İstibdat idaresinin baskısı altında, evhamlı marazi, buhranlı içlerine kapanık büyüyen ancak devirlerine göre son derece iyi yetişmiş ve eğitimli gençler olan Servet-i Fununcuların ruh hallerini tasvir eder.“İstanbul onları sıkmış, bunaltmıştır. Bu yüzden Yeni Zelanda’ya göçmen olarak gitmek, oraya yerleşmek hayalleriyle avunmuşlar. Bunun gerçekleşmeyeceğini anlayınca da arkadaşları olan Hüseyin Kâzım’ın, Manisa’nın Sarıçam köyündeki çiftliğine bir köşk yaparak orada yaşamak istemişlerdir.”[5]

Halit Ziya “Kırk Yıl “ adlı eserinde Mai ve Siyah ve başkahramanı Ahmet Cemil hakkında şunları söyler: “. O zamanın hayatından, idaresinden, memlekette teneffüs edilen zehirle dolu havadan mustarip, hastalıklı bir genç, kısacası devrin bütün hayalperest yeni nesli gibi bir bedbaht tasvir etmek isterdim ki, ruhunun bütün acılarını haykırsın, coşkun bir delilikle çırpınsın ve bütün emelleri parmaklarının arasından kaçan gölgeler gibi silinip uçunca, o da gidip kendisini, ölmek için saklanan bir kuş gibi, karanlık bir köşeye atsın. Bu gençte bir aşk yıldızı, bir sanat hayali olacaktı ve bunların arasında bir sarhoş gibi yıkıla yıkıla, o duvardan bu duvara çarpa çarpa çekilip gidecek, nihayet bir kovukta sinip can verecekti, mavi hayaller içinde yaşamak için yaratılmışken, siyah bir uçuruma yuvarlanacaktı.”[6]

Mai ve Siyah romanı, mavi bir gecede bârân-ı elmasla (elmas yağmuruyla) başlar, siyah bir gecede bârân-ı dürr-i siyahla (siyah inci yağmuruyla) son bulur.

Roman Ahmet Cemil’in Haliç’in kıyısında gökyüzünü seyre dalıp hayaller kurması ve kulağına gelen bir dans müziğinin adını “bârân-ı elmas” a (elmas yağmuru)  benzetmesi ile başlar. Romanın sonunda ise tüm hayalleri yıkılan Ahmet Cemil’in İstanbul’dan ayrılıp uzak şehirlere gitmeye karar vermesi,  bindiği vapurdan seyrettiği simsiyah gökyüzünü “bârân-ı dürr-i siyah” a (siyah inci yağmuru) benzetmesi ile son bulur.

Ahmet Cemil bir şairdir ve hayalleri, karamsar düşünceleri,  ağdalı dili, süslü anlatımı,  içine kapalı oluşu, maddi âlemden kaçıp, hayallere dalmayı seven marazi ruh yapısı, İstanbul’dan kaçıp, hayalindeki bir şehre yerleşmeye çalışması ile Servet-i Fununcuları temsil etmektedir. [7]Ahmet Cemil’deki tüm bu özellikler Servet-i Funun şair ve yazarlarında da bulunur. Onlar da tıpkı Ahmet Cemil gibi, İstanbul’dan kaçmak ve Yeni Zelanda’ya gitmek istemişler bu olmayınca Halit Ziya’nın çiftliğinde yaşamayı da hayal etmişlerdi.   Ahmet Cemil, hep şiir yazmak isteyecek ve  “şiiri, bir tebessümle başlayıp bir damla gözyaşı ile bitecektir “ yani “, mai (hayal) ile başlayıp siyah (gerçek) ile sona”  erecek bir şiir olacaktı.

Romanda tek taraflı yaşanmış bir “aşk” teması dikkati çeker. Bu aşk, Ahmet Cemil’in Lâmia’ya karşı duyduğu, kendi içinde yaşadığı, asla dışa vuramadığı bir aşktır. Lâmia’nın bu aşktan haberi yoktur. Ahmet Cemil, çekingen, ürkek bir yaradılışa sahiptir, bu yüzden duygularını dışa vurmakta zorlanır. Lâmia’ya karşı zamanla kalbinde birtakım güzel duygular uyanmaya, yeşermeye başlar. Ancak, Lâmia’ya âşık olduğunu kendi kendisine, içinden söylemeye bile çekinir. Lâmia’ya karşı olan duyguları zamanla yoğunlaşır, güçlenir. Hüseyin Nazmi’nin köşkünde şiirlerini okuduktan sonra,  Lâmia’ya açılmaya karar verir. Ancak Hüseyin Nazmi, Lâmia’nın bir subayla evleneceğini söyler. Ahmet Cemil’in bir anda dünyası kararır. İçinde yeşeren, çiçek açan duyguları, dışa vurulmadan yine içinde kurumaya mahkum olur. Lâmia’nın olmadığı bir dünya, Ahmet Cemil için âdeta bir zindandır. Onsuz bir dünyada yaşamanın hiçbir tadı, anlamı, değeri yoktur. Ahmet Cemil büyük hayaller ve ümitlerle meydana getirdiği eserini -şiir defterini- sobaya atıp yakar.   

Mai ve Siyah romanında tek taraflı yaşanmış bir aşk, hayal kırıklığı, mutsuzluk,   zıtlıklardan kaynaklanan çatışmalar, marazi, hastalıklı, şikayetçi ruh hali, melankoli, karakterlerin yüksek zümreye mensup, çağalarından ve zamanlarından ileride iyi yetişmiş kimseler olması  gibi detaylar Servet-i Funun  üyelerinin hemen hepsinin karakteristik özellikleri ve ruh hallerini yansıtmaktadır.

  Romandaki Ahmet Cemil’in yeni şiir anlayışını temsil edip,  romandaki Raci’nin eski şiir anlayışını temsil edip çatışmaları da Servet-i Fununcular ie eski edebiyat ve şiir çatışmalarını birebir yansıtmış olur.  

 Eserin Konusu

Bir hayal ve umut  içinde başlayan roman, tüm umutların ve hayallerin yıkılışından sonra yaşandığı muhitten kaçmakta karar kılan  umutsuz kalışla biter. Umut mavi bir başlangıç, kötü sonuç ise siyah geceye kalıştır.

Eserin teması karşılıksız bir aşk yaşayan Ahmet Cemil’in karamsarlık, ayrılık, pişmanlık, fikir çatışmaları sonucu bütün umutlarını teker teker yitirmesi ve yaşadığı şehri terk etmeye karar vermesi süreçleridir.

Romanın Kişileri

Ahmet Cemil:  Huzurlu, mesut ve kendine yeten  bir ailenin çocuğu olan  Ahmet Cemil , iyi eğitimli, hayalci, ama karamsar  içine kapanık,  Divan ve batı edebiyatını çok yakından bilen ve anlayan,  Goethe, Schiller, Milton, Yung, Byron, Lamartine  gibi yazarların eserlerini kendi dillerinden okuyabilen, babasından kalan Süleymaniye’deki küçük bir evde yaşayan bir şairdir.  

En büyük hayali, tanınmış bir edebiyatçı olmaktır. Fakat babasının ölümünden sonra, maddî sorunlar yaşamaya başlamış,  maddî sıkıntısı olmayan Hüseyin Nazmi’yi bu yönden kıskanmaya ve onun kız kardeşi Lâmia’ya da âşık olmaya başlar. Fakat  Lâmia’nın bu aşktan haberi yoktur.

Önce kız kardeşinin ölüp, Lâmia’ da başkasıyla evlenmeye kalkınca Ahmet Cemil’, yaşamaktan,  hayal kurmaktan, tanınmış bir şair olmaktan vazgeçer.

Ahmet Cemil,  artık kırılgan, çekingen, karamsar,  mücadele etmeyi sevmeyen  pasif bir kişi olur. Artık yalnız kalmayı seven, hayaller kurup, ağlamayı, hatta zaman ölmeyi arzulayan biri haline gelmiştirLâmia’yı deliler gibi sevmesine rağmen, duygularını dile getirmeye cesaret edemez. 

İkbal: Ahmet Cemil’in kız kardeşi. Vehbi Bey’le evlendikten sonra hayata küser. Süleymaniye’deki küçük evde kalmakta, kocasından sevgi, saygı, incelik görmek yerine n tam tersine aşağılayıcı, kaba, kırıcı davranışlar görmektedir.  Kocasından yediği sert bir tekme yüzünden çocuğunu düşürür ve ölür.

Vehbi Bey: Tevfik Efendi’nin oğlu, küstah, sorumsuz, ahlâksız bir adamdır. Ahmet Cemil’in eniştesi,  İkbal’in kocasıdır.  Sudan sebeplerle karısını azarlayan, evin hizmetçisi Seher’i taciz eden, günlerce eve gelmeyen, başka kadınlarla birlikte olan kaba saba biridir.  Ahmet Cemil’i matbaaya ortak edip başyazar yapma vaatleriyle kandırır ve oturdukları evi ipotek ettirir. 

Hüseyin Nazmi: Ahmet Cemil’in en yakın arkadaşı. Ortak bir duygu, zevk dünyaları vardır. Divan şiirini yeterli bulmayıp, batı kaynaklı yeni şiiri savunurlar. . Hüseyin Nazmi’nin hiçbir maddî sıkıntısı yoktur. Erenköy’de kız kardeşi Lâmia ile birlikte otururlar. Para sıkıntısı olmadığından eline geçen her kitabı alır. Zengin bir kütüphanesi vardır.

Lâmia: Ahmet Cemil’in yakın arkadaşı Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşidir. Ahmet Cemil, Piyano çalan, bu kültürlü, kızı platonik bir aşkla sevmektedir. . Fakat bu güzel duygulardan, Lâmia’nın haberi  dahi yoktur. Lâmia bir subayla nişanlanır.

Seher: Ahmet Cemil’in ailesinin hizmetçisi, namuslu, saygılı bir genç kızdır. Sabiha Hanım ve İkbal onu çok sever. İkbal’in kocası Vehbi Bey tarafından sürekli taciz edilir. Kocasının çok iyi bilen İkbal, bu konuda Seher’in bir kabahatli bulmamaktadır.

Raci: Mir’at-ı Şuûn gazetesinin yazar ı ve Ahmet Cemil’in aksine eski şiiri savunan , sürekli sarhoş gezinen,  karısı ve çocuğuyla hiç ilgilenmeyen, geri kafalı  bir şairdir.  Ahmet Cemil’i kıskanmakta onu karalamak için elinden geleni yapmaktadır.  Ahmet Cemil’in yazılarında hatasını yakalamaya çalışmakta, en küçük bir yanlışı bile sanki çok önemli bir şeymiş gibi abartmaktadır.

Ali Şekip: Mir’at-ı Şuûn gazetesinin her konuda bir parça bilgi sahibi en bilgili yazarı olmasına rağmen son derece mütevazı bir yazardır. En iyi bildiği konularda dahi, konuşup bilgiçlik taslamak yerine susmayı tercih eder.  Babasının felçlik geçirmesinden sonra matbaanın yönetimini eline alan  Vehbi Bey’in ilk icraatı Ali Şekip’i işten kovmak olur. Ali Şekip, kâğıt dükkânı açar ve  esnaflığa başlar.

Romanın Mekânı

Mai ve Siyah adlı romanın dış mekânı İstanbul’dur. Olaylar: Tepebaşı Bahçesi, Ahmet Cemillerin Süleymaniye’deki evi, Erenköy’deki Hüseyin Nazmi’nin köşkü, Mir’at-ı Şuûn matbaası, Beyoğlu’nun sokak, kahve ve gazinolarında geçer.

Ahmet Cemil genellikle yalnız kalabileceği, sessiz iç mekânları, doğayla baş başa olup hayaller kurabileceği mekânları tercih etmektedir.

Romanın Zamanı

Romanın zamanının 1896 ve 1901 yılları arasındaki yıllar ile öncesi bir zaman dilimi olarak görmek gerekecektir. Bu zaman Serveti Fununcuların Servet-i Funun dergisinde yazılarının çıktığı topluluk olarak kaldıkları zaman ile Ahmet Cemil’in 24 yaşına eriştiği toplam ömrünün zamanıdır. Bu zaman Ahmet Cemil-Raci tartışması, Ahmet Cemil’in yarı karanlık, tenha bir köşede hayallere dalması ile başlar.  Ahmet Cemil’in İstanbul’u terk etmesi ile son bulur..

Dördüncü ve beşinci bölümlerde yazar, geriye dönüş tekniği ile  Ahmet Cemil’in yirmi iki yıllık yaşamını; ailesini, eğitimini, Hüseyin Nazmi ile olan arkadaşlığını, şiir hevesini, babasının ölümüyle sırtına binen geçim mücadeleye geliş gidişler anlatılır.

Ahmet Cemil’in yirmi iki yılı geçmişte, iki yılı da gerçek zamanda olmak üzere toplam yirmi dört yıllık hayatı romanın toplam zamanını oluştur

Mai ve Siyah Romanın Özeti (Olay Örgüsü)
Mir’at-i Şuûn (olayların aynası) gazetesinin sahibi Hüseyin Baha Efendi, Tepebaşı Bahçesi’nde bir ziyafet verir. Raci evli olmasına rağmen içkili, çalgılı kahvelere giden evine eşine çocuklarına bakmayan, çoğu geceleri evine dahi uğramayan eski şiir taraftarı kıskanç bir şairdir. Raci, Hüseyin Nazmi’nin şairliği hakkında ileri geri konuşmaya başlamış, Ahmet Cemil de yeni şiir taraftarı Hüseyin Nazmi’yi savunmuştur.  “− Siz şiirimizi bıraktıkları noktada sabit görmek istiyorsunuz, ama buna imkân olmayacağına bir türlü inanmak istemiyorsunuz…”

 “… İşte bir lisan istiyoruz ki onda o nağmeler, o renkler, o derinlikler olsun. Fırtınalarla gürlesin, dalgalarla yuvarlansın, rüzgârlarla sarsılsın; sonra veremli bir kızın yatağı kenarına düşsün ağlasın, bir çocuğun beşiğine eğilsin gülsün, bir gencin ümitle parlayan bakışına saklansın. Bir lisan… Oh! Saçma söylüyorum, zannedeceksiniz, bir lisan ki sanki tamamıyla bir insan olsun.”

Sarhoş olan Ahmet Cemil, İstanbul’un ve Haliç’in güzel manzarasını seyredip hayaller kurmaya başlar. Kulağına Waldteufel’in dans müziği gelir. Şarkının adı, Bârân-ı Elmas’tır (elmas yağmuru). Ahmet Cemil hafifçe kendinden geçmiş bir halde, denizi, bârân-ı elmasları seyredip hayaller kurarken henüz yirmi iki yaşındadır. “Henüz yirmi iki yaşında, bütün kalbiyle yalnız bir ümidin gerçekleşmesini beklemekte… Şöhret bulmak, edip olmak, herkesçe tanınmak, bugün o kadar acılıklarına göğüs vermek için hayatını zehirlediği edebiyat âleminin bir gün yüksek zirvelerine çıkmak…?”

Ahmet Cemil’in babası avukat olan babası biriktirdiği parayla Süleymaniye’de küçük bir ev almış o sıralar on dört yaşında olan Ahmet Cemil,  annesi, babası,  kız kardeşi İkbal ile o evde yaşamaya başlamıştır.  Ahmet Cemil’in babası da edebiyatla yakından ilgilidir.

“Babasının Mesnevî’ye pek merakı vardır; gelişigüzel bir yeri açılır, her yeri çekici olan bu kitabın bir hikâyesi okunur, Ahmet Cemil’in küçük yaşından beri tahsil zemininde bütün adımlarına rehber olan bu baba o vakit oğluna ders verir: Bir nükteyi anlatmak, ince manalarını yorumlamak için saatlerce yorulur…”

Ahmet Cemil, önce sübyan mektebine (ilkokula) gitmiş,  askerî rüştiyeyi (askerî liseye)  bitirmiş Aritmetikten pek hoşlanmayan biridir. Babası Ahmet Cemil’i askeri okuldan alıp, Mekteb-i Mülkiye’ye (Siyasal Bilgiler Okulu’na) gönderir.  Bu sırada on dört yaşındadır. Ahmet Cemil burada Hüseyin Nazmi ile tanışır. Her ikisi de okumayı çok seven edebiyata çok ilgi duyan, “kitapçılardan kira ile alınmış yahut arkadaşlarından bin rica ile istenilmiş tercüme, telif birçok hikâye”  okuyan iki dost olmuşlardır.

İkisi de şiire ilgi duymuş, Divan şiirine yönelmişler;  Fuzûlî, Bâkî, Nâbi Nedim, Nef’î gibi ünlü divan şairlerini okuyup bitirmişlerdir. Fakat zamanla bu şairlerin gönüllerine hitap etmediklerini, günümüzde olmayan şeyleri anlattıklarını, bu güne hitap etmediklerini düşünmeye başlarlar. Kendilerince şiirler yazıp, yazdıkları şiirleri birbirlerine okumaya başlamışlardır.  Ahmet Cemil ‘in kafasındaki şairlik yeni olan, nasıl olacağını da bilemediği :  “−Bir şey yazmak, o duyguların içinden bir şey çıkarmak istiyorum ……işte öyle bir şey yazmak istiyorum ki yukarı bakılsa mai; aşağı bakılsa siyah daima siyah… Bir şey ki mai ve siyah olsun. …..onu şöyle karşımda resmi çıkarılmış, tasvir edilmiş görmek mümkün olsa; işte o vakit, zannediyorum ki artık ölebilirim;” bir şiir  şeklindedir.  

Babası vefat edince kız kardeşi İkbal ve annesine bakma sorumluluğu Ahmet Cemil’e düşmüştür. Oysaki Ahmet Cemil’in okulunu bitirip diploma almasına daha bir yılı vardır. Evin geçimini çıkarmak için çalışmak zorunda kalır.

Kitapçılardan hikâyeler alarak bunları tercüme etmeye başlar.  Ama sabahlara kadar uğraştığı bu tercümelerden çok az para almakta olduğundan sıkıntıya düşmüşlerdir.  Bir süre sonra Mir’at-ı Şuûn gazetesine girer ve bu gazetede çalışmaya başlar. Ali Şekip Bey’in aracılığıyla zengin bir ailenin altı yaşındaki çocuğuna da  özel ders vermeye başlar. Ancak hem gazete, hem özel ders, hem de okul onu çok yormakta, şiir yazmaya, vakit bulamadığı için üzülmektedir.

Ahmet Cemil, diplomasını da almış ama arkadaşı Hüseyin Nazmi’yle olan ilişkisi de bitmiştir.  Hüseyin Nazmi Dışişleri Bakanlığı’nda göreve başlamışken  Ahmet Cemil ise halen  Mir’at-ı Şuûn gazetesindedir. Ahmet Cemil’in en büyük hayali ise  büyük bir edebiyatçı  ve yazar olmak, tüm vaktini edebiyata ayırmak, eserlerini yayımlamak için de ” bir gazete sahibi olmaktır.”

Ahmet Cemil, Tepebaşı’nda içkiyi fazla kaçırdığından matbaaya hem geç hem de sersem gelmiştir. Raci, dün gece de evine gitmemiş, geceyi başka bir kadının koynunda geçirmiş,  Raci’nin karısı da çocuğuyla birlikte matbaaya Raci’yi şikâyete gelmiştir. Kadın, haftanın beş günü Raci’nin eve uğramadığını, eve geldiğinde ise sürekli sarhoş olduğundan yakınır.

Raci, hem yaptıkları, hem de eski edebiyatı savunan fikirleri ile Ahmet Cemil’in hayallerine sekte vuran biridir. Üstelik gazetenin patronu hastalanmış yerine ise Vehbi adında birisi geçmiştir.

Hüseyin Nazmi, Ahmet Cemil’e bir not gönderip yanına çağırmıştır. Ahmet Cemil,  Hüseyin Nazmi’nin köşküne gider. Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşi Lâmia piyano çalarken,  görür Ahmet Cemil’in kalbinde kıpırdanmalar başlar.

Ahmet Cemil bir gün Şevki Efendi ile Beyoğlu’na Raci’nin eğlendiği bir mekâna giderler. Raci, sarhoş olmuş sevgilisi ise başka erkeklerin masasında onlarla eğlenmektedir. 

Ahmet Cemil’in on yedi yaşındaki kız kardeşi İkbal ile matbaanın müdürü Tevfik Efendi’nin oğlu Vehbi Bey evlenirler.  Ahmet Cemil’in parası olmadığından İkbal’in düğün masraflarını erkek tarafı karşılar. Ahmet Cemil bu duruma çok içerler, fakat çaresizdir. 

Vehbi Bey onların evine içgüveyi gelmiştir. Evin içinde birdenbire yabancı bir erkek ve enişte ile kalmaya dayanamayan, Ahmet Cemil bir hafta eve uğramaz.  Bu süre içinde de Hüseyin Nazmi’nin köşkünde kalır.  Ahmet Cemil, akşamları eniştesiyle karşılaşmamak için kendisine birkaç özel ders daha ayarlayarak bu dersleri bahane gösterip evden uzak durmaktadır.

Bir gün annesi Sabiha Hanım, oğluna Seher’in İkbal’i odasında ağlarken gördüğünü gelin olduktan sonra kızının yüzünü de hiç göremediğini itiraf eder.  Vehbi Bey, ancak on beş gün içki içmemiş ama eski alışkanlıkları gereği her akşam eğlence yerlerine gitmeye eve de içkili gelmeye başlamıştır.  Üstelik evin masraflarına da aldırış etmemekte Ahmet Cemil’in sırtından geçinmeye başlamıştır.

Ahmet Cemil, eve geldiğinde karşısında eniştesini içki içer halde bulmakta, Vehbi Bey, soğuk şakalar yapıp evin hizmetçisi Seher’ sarkıntılık etmektedir.

Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi’nin kız kardeşine Lamia’ya âşık olmuştur. Bir gün Yolda Lâmia ile karşılaşmış Lâmia, şiirlerini dinlemek istediğini söylemiştir.

“Artık saklamaya ne lüzum var? İşte bütün hüsran içinde geçen gençlik sevdasının emelinin özü, o parlak rüyaların genç kızı, hayatında birinci ve sonuncu olmak üzere seveceği vücut, işte o biraz evvel gülerek, dudaklarını basarak, hafifçe başını selamlayarak, ‘Efendim!..’ diyen Lâmia idi.”

Ahmet Cemil, Lâmia’yı sevdiğini   söyleyebilmekte,  Lâmia ile ilgili hayaller kurmaktadır. Bir gece Tevfik Bey’in felçlik geçirmiş ve Vehbi Bey, matbaanın yönetimini devralmış ve Ali Şekip’i de işten atmıştır. Ali Şekip matbaadan kovulunca kâğıtçı dükkânı açar. Vehbi Bey sürekli sarhoş halde matbaaya gelmektedir. Vehbi Bey, matbaaya taş makine almak ve daha çok kazanmak yalanı ile Ahmet Cemil’i kandırıp Süleymaniye’deki evlerini rehin göstererek bankerden kredi çeker. Taş makine, matbaaya getirilir.

Ahmet Cemil, sonunda eserini tamamlamış ve bunu kutlamak için Hüseyin Nazmi’nin evinde toplanmışlardır. Ahmet Cemil şiirlerini okumuş dostları da beğenmiş, Lâmia’nın da kendisini dinlediğini görmüştür.  Ahmet Cemil, Lâmia’ya duygularını açmak isterse de başaramaz.  

Ahmet Cemil, kız kardeşi İkbal’in çok mutsuz olduğunu bilmektedir.  Bir gün annesi ve İkbal ile konuşup neler olduğunu anlamaya çalışır.  Vehbi Bey’in  her gün karısını azarladığını, evin hizmetçisi Seher’i taciz ettiğini, bazı geceler eve gelmediğini, başka kadınlarla birlikte olduğunu öğrenir.

Bir gazetede Ahmet Cemil’in, Hüseyin Nazmi’nin evinde okuduğu şiirlerle ilgili küçük düşürücü ifadeler yazılmıştır Bu yazı, Raci’ye aittir.  Ahmet Cemil, Ahmet Şevki Efendi ile kız kardeşi İkbal’den Lâmia’ya olan aşkından ve çıkaracağı eserinden bahsederek bu dertlerden kurtulmak için  çareler arar.

Vehbi Bey, Cemil aleyhinde çıkan yazılar nedeniyle gazetenin başyazarlığına Osman Tayyar Bey’i getirir. Bir süre sonra da Ahmet Cemil ile Vehbi Bey tartışır, Vehbi Bey, İkbal’in böğrüne sert bir tekme atar. İkbal yere yığılır, Vehbi Bey evden kaçar. İkbal yediği tekme yüzünden çocuğunu düşürüp ölür.  Bu olay sonrasında Vehbi Bey, Ahmet Cemil’i gazeteden kovar. Böylece Ahmet Cemil’in en büyük hayali yıkılmış olur. ( Raci ile Vehbi,  edebiyatta modernleşmeyi savunan Servet-i Fununculara rakip olan eski edebiyat taraftarlarını temsil eden tiplerdir. Ahmet Cemil’in yıkılan bu hayali Servey-i Fununcuların yıkılan hayallerini de temsil etmiş olmaktadır.  )

Hüseyin Nazmi, arkadaşının acısını duymuş ve onu evine davet etmiştir. Ahmet Cemil, Hüseyin Nazmi’nin köşküne gider.  Hüseyin Nazmi, yurtdışı görevinin onaylandığını, en kısa zamanda görevine başlayacağını söyleyince kötü talihine içten içe kahreder, üzülmüştür.

Hüseyin Nazmi, kız kardeşi Lâmia’nın evleneceğini de söyleyince Ahmet Cemil’in “kulaklarında bir şey tıkandı, Hüseyin Nazmi’nin sesini bir uğultu içinde duydu. Gözleri bulandı, durduğu yerde vücudu sallanıyor zannetti.” , Lâmia’ya açılmakta çok geç kaldığını da anlar. Lâmia bir subayla evlenecektir. Bu olay da başına gelince Ahmet Cemil’in dünyası, tüm hayalleri yıkılmış,  onu hayata bağlayacak hiçbir şeyi kalmamıştır.

 İkbal’in mezarına gider ve mezarı başında ağlar. Mezarlık dönüşüne Vehbi Bey’le karşılaşır ve ona bir tokat atar. Lâmia’yı da kaybettikten sonra, artık eserinin de önemi kalmamıştır. Lamia’yı da kaybettiğini anlayınca üçüncü büyük hayali de yıkılmış, İstanbul’da kalmasını gerektirecek hiçbir nedeni de kalmamıştır. Bu olaylar sonrasında şiirlerinin yazılı olduğu defteri parçalayarak sobaya atar. Ahmet Cemil diplomayla uzak şehre gidip orada yeni bir hayata başlamaya karar verir. Bu düşüncesini annesi Sabiha Hanım’a da söyleyince ana oğul ağlaşırlar. ( İstanbul’dan kaçmak başka bir ülkeye veya Manisa’da bir çiftliğe yerleşmek hayali Servet-i Funucuların ortak bir düşü olmuştur.)

Ahmet Cemil, annesi ile Seher’i sandala bindirirken  Hüseyin Nazmi ile karşılaşır. Hüseyin Nazmi, tayininin yapıldığını, çok sevinçli olduğunu söyler. Ahmet Cemil, kendisinin de çok uzak bir şehre tayin istediğini söyler. İki eski arkadaş el sıkışarak ayrılır. ( Servet-i Fununcuların ruh hallerini anlatan bu romandaki İstanbul’u terk etmek fikri, Edebiyat-ı Cedide sanatçılarının hepsinde gözüken hayaller ile yaşamak,  gerçeklerden kaçmak çabasının bu romana yansıması olmaktadır. )

Ahmet Cemil, vapurda annesiyle Seher’i aşağıda kendilerine ayrılan yere yerleştirdikten sonra yukarı çıkar. Gökyüzünü seyre dalar.  “Ah! Biçare hırpalanmış, ezilmiş hayat!.. Mai (mavi) bir gece ile siyah bir gece arasında geçen şu nasipsiz, bahtsız ömür!.. Bir bârân-ı elmas (elmas yağmuru) altında oluşarak şimdi bir bârân-ı dürr-i siyahın (siyah inci yağmurunun) altında gömülen o emel çiçekleri!..

İşte, işte, görüyor, gözlerinin önünden yağan bu siyahlıklar, denize döküldükçe bir son nefes ezgisiyle boğulan bu zulmetler, işte bunlar o hayal hayatının üzerine çekilen bir matem kefeni değil miydi?

O vakit denize baktı: Siyah bir deniz… Karanlığın içinde geminin kenarından esmer bir köpükle kaynaşarak firar eden o siyahlıkları görüyor, altında tehlikeli, korkunç, yokluk düşüncesi veren siyahlıktan başka bir şey görmüyordu.”

 

 KAYNAKÇA


[1] Uşaklıgil, Halit Ziya (2008). Kırk Yıl. İstanbul: Özgür Yayınları.

[2] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/serveti-funun-genel-ozellikleri-ve-tanzimatcilarla/113921

[3] Doç. Dr. Sabahattin Çağın, https://tees.yesevi.edu.tr/madde-detay/mai-ve-siyah-halit-ziya-usakligil-tees-1844

[4] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/servet-i-funun-topluluk-uyeleri-karakteristik/113884

[5] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/serveti-funun-toplulugu-nasil-kuruldu-uyelerinin/113918

[6] Kırk Yıl – Halid Ziya UŞAKLIGİL (Özgür Yayınları, 2008)

[7] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/serveti-funun-toplulugu-nasil-kuruldu-uyelerinin/113918

1

0

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar

Esa

Esa

3 years ago

@esaesa446 | Servet-i fünun manifestosu saymak doğru olmaz. Ama roman servet-i fununcuların ruh hallerini, özlemlerini, hayallerini, duyuş ve düşünüş biçimlerini anlatıyor denilebilir. Roman bu açıdan servet-i fünuncuları anlatır.