07.03.2014
Arapça mankaba kelimesinin çoğulu olan menakib sözü, bir insanın fazilet, hüner ve meziyet gibi övünülecek vasıflarını ifade eder. Menakıpnameler, divan edebiyatında askerlik, savaş, tıp veya dindarlık alanlarında tanınmış kimselerin hayatlarını ve hayatları etrafında oluşmuş efsaneleri toparlayan eserler olarak karşımıza çıkar. Yaptıkları işlerden dolayı çok sevilmiş hayatları etrafında efsaneler oluşmuş, insanların övünülecek vasıflarından bahseden kitaplara menakıpname adı verilmiştir. Menakıpnameleri iki gruba ayırmak mümkündür.
Övünülecek haller anlamına gelen “menakıp”, bu anlamıyla ilk defa Hz. Peygamber s.a.v.’in ashabının faziletlerine dair hadisleri içeren bölümlerin adı olarak “kitâbü’l-menâkıb” şeklinde kullanılmıştır. [1]
MENAKIB’UL ARİFİ’NİN KAYNAKLARI
Ulu Arif Çelebi’nin emriyle kaleme alındığı anlaşılan Menâkıbu’l-ârifîn’in başlıca kaynaklan şunlardır:
I - Risâle-i Sipehsâlâr der-Menâkıb-ı Hazret-i Hudâvendigâr, Sipehsâlâr diye tanınan Feridun b. Ahmet tarafından yazılan bu eser Ariflerin Men-kıbeleri’nın esasını teşkil etmektedir. Feridun b. Ahmet eserinin önsözünde onun hizmetine girdiğini, kırk yıl bu hizmeti ifa ettiğini, Mevlânâ’nin ölümünden sonra da dostlarından birinin teşviki üzerine, üç kısımdan ibaret olan bu eserini yazmağa başladığını söylemektedir. Eflaki Dede eserini yazarken bu eserden oldukça faydalanmıştır. [2]
Veled - nâme (İhtida - nâme). Veled - nâme (İhtida - nâme). Mevlânâ’nın çok sevdiği ve her bakımdan kendisine benzemeğe çalışan oğlu Sultan Veled tarafından yazılmış manzum bir eserdir. Eflaki Dede eserini oluşturuken bu eserden de oldukça faydalanmıştır. [3]
Rebâb-nâme - Sultan Veled’in İhtida -nâmeden (Velednâme) sonra yazdığı ve ikinci defter adını verdiği bu eserden de faydalanmıştır. [4]
Bu eserlerden başka Eflaki Dede, i Sultanu’l - Ulemâ Bahâeddin Veled’in Maarif, - - Mevlânâ’nın sohbetlerinin tebsitinden ibaret olan Fîhi mâ Fîh, Mevlânâ’nın, devrin ileri gelenlerine ve bazı hususlarda kendi aile efradına yazdığı mektuplarının derlendiği Mektııbât-i Mevtana Celâleddin. Bir adı da “Kitabu’ttarassîil li’t-tavassül ila’t-tafaddül” adlı eserlerinden de geniş ölçüde yararlanmıştır. [5]
MENAKIB’UL ARİF’İN DEN SAYFALAR
(3) Derler ki: Hüseyin Hatibî hazretleri gençliğinin ilk çağında çok engin bilgili ve derin bir bilgindi. Şöyle ki: Nişaburlu Raziyüddin, Bedr-i Ru’us ve Şeref-i Akilî gibi dünyanın meşhur adamları onun öğrencisiydi, ayrıca iki üç bin müfti ve keramet sahibi zahit öğrencisi de vardı.
(4) Derler ki: dokuz ay sonra Baha Veled hazretleri dünyaya geldi. O iki yaşında iken babası Hüseyin Hatibi öldü. Bahâ Veled efendimiz büyüyüp bulûğa erince, bütün bilim ve hikmetlerde müstesna ve parmakla gösterilen bir adam oldu. Tam bu sırada anne tarafından olan akrabaları, herkes Baha Veled’in hükmü altında bulunsun diye, Bahâ Veled’i padişahlık tahtına oturtmak için söz birliği ettiler; fakat Bahâ Veled kabul etmedi ve hiç razı olmadı. Bir gün babasının kütüphanesine girdi. Kitapları tetkik ederken dünya kıraliçesi olan annesi: “Bizi, babana bu bilimler ve hikmetleri bildiği için vermişlerdi” dedi. Bunun üzerine Bahâ Veled kendini tamamiyle dinî ilimler tahsiline verip çalıştı ve dünya mülkünden tamamen el çekti.
(5) Derler ki: Belh diyarında bulunan, Tanrı’dan korkan istidatlı üç yüz müftünün hepsi bir Cuma gecesi Muhammed Mustafa hazretlerin (Tanrının selât ve selâmı onun üzerine olsun) rüyada gördüler. Şöyle ki: Bir sahranın içinde bir çadır kurmuşlar, içine de bir yaygı sermiş ve yastık koymuşlardı. Peygamber o yastığa yaslanmıştı. Baha Veled de onun sağ tarafında oturmuştu. Arta kalan din müftü ve bilginleri de uzakta edeble diz çöküp oturmuşlardı. Peygamber, bu din ulularına: “Bu günden itibaren Baha Veled’e Sultan - ül - Ulemâ deyiniz ve öyle hitabediniz” diye buyurdu. Sabahleyin Belh’in bütün bilgin ve müftüleri söz birliği ile Baha Veled’in müridi ve kulu oldular. O asîl İnsan, daha onlar anlatmadan gördükleri rüyaları kendilerine anlattı. Baha Veled Horasan ülkesinde “Sultan - ül - Ulemâ” diye anılır ve bu adla tanınır. [6]
Sultan Veled, Mevlana, Şems ve Kimya Hatun şirki (S.56-57)
(39) Yine Sultan Veled'den nakledilmiş tir ki: Bir gün ileri gelen sofiler babam Hudavendigâr'dan: "Abu Yezid (Tanrı rahmet etsin), Ben Tan-rı'mı daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde gördüm, buyuruyor. Bu nasıl olur?" diye sordular. Babam: "Bunda iki hüküm vardır: ya Bayezit Tanrı'yi sakalı bitmemiş genç şeklinde görmüş, yahut Bayezid'in meylinden ötürü Tanrı onun gözüne bir genç çocuk suretinde gözükmüştür "dedi.
Yine buyurdular ki: Mevlânâ Şems-i Tebrizî'nin Kimya adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlânâ hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin Kimya Hatuna buraya getirin; Mevlana, Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır" buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlânâ, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. .Mevlânâ bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karılan da henüz gitmemişlerdi. Mevlânâ dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mâni olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems "içeri gel" diye bağırdı. Mevlânâ içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: "Kimya nereye gitti" dedi. Mevlânâ Şems: "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi" buyurdu, işte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü.
(15) Hikâye: Nakledilir ki, Baha Veled Bağdat’ta Mustansıriye medresesine indiği sırada her gece yarısı ne vakti su istese, oğlu Mevlânâ Celâleddin Muhammed yatağından kalkar su aramaya giderdi. Medresenin kapısına gelince, kapı Tanrı’nın emriyle çok sadık Yusuf’a açıldığı gibi ona da anahtarsız açılırdı. Mevlânâ Celâleddin Muhammed ibriği Dicle’den doldurur babasının odasına getirirdi. Medrese kapısı kendiliğinden yine eskisi gibi kapanırdı. Meğer medrese kapıcısı Ahlatlı gönül sahibi, açık kalbli bir adamdı. Birçok defalar bu hali görmüş ve hiçbir şey söylememişti. Fakat bu hal haddi aşınca Bağdad şeyhlerine kovculuk etmeğe başladı. Bahâ Veled onun bu hareketine kızdı. Kapıcıyı: “Niçin böyle yaptın” diye azarladı. Zavallı Kapıcı tövbe ederek Bahâ Veled’in kulu ve müridi oldu.
(16) Nakledilmiştir ki: Malatya şehrinden çıkıp Erzincan yöresinden geçtiklerinde meşhur müritlerden ilâhî şeyh Kâhvâreger ve Hâcegi, ve Şeyh Haccâc ve daha başkaları gibi has müritleri “Erzincan şehrine de girelim” diye Bahâ Veled’e ricada bulundular. Bahâ Veled: “toplulukla o şehire girmeğe müsaade yoktur. Çünkü orada fena adamlar çoktur” buyurdu.
(17) Şöyle rivayet ederler ki, Erzincan hükümdarı Fahreddin (Tanrı’nın rahmeti onun üzerine olsun) aydın gönüllülerden olup velilere inanırdı. Onun Ismetî Hatun admda bir de karısı vardı. Bu kadın iffet ve ismette dünyanın Ayşe’si, asır ve zamanının Hatice’si idi. Veliliği ile de meşhur olmuştu. Gayb âleminden ona, böyle bir dünya kutbunun şehrin yöresinden geçtiği malûm oldu. Derhal bir yorga ata binerek Bahâ Veled’in arkasından yola koyuldu. Has köleler, hemen vâki olan hali Fahreddin padişaha bildirdiler. O da birkaç süvari ile İsmeti hatunun arkasından hareket etti. Erzincan Akşehir’i yöresinde Bahâ Veled’e ulaştılar. Atlarından inerek yeri öptüler. Bahâ Veled hazretleri onların gönüllerini aldı ve her ikisini de müritliğe kabul etti. Fahreddin padişah, Bahâ Veled’e Erzincan’a dönmesi için tam bir ciddiyetle hadsiz hesapsız yalvarmalarda bulundu ise de mümkün olmadı. Buyurdu ki: eğer beni istiyor ve benim âşıkımsamz. benim için bu şehirde bir medrese yaptırırsınız; böylece burada bir müddet kalmak mümkün olur. Bunun üzerine Erzincan’ın
Akşehir’inde onlar için bir medrese yaptılar. Tam dört sene o medresede herkese ders verdi. Dünya kıraliçesi (İsmeti Hatun) onun hizmetinde idi.
Mevlana Şemsi Tebriz’in ve Şeyh Hasisi’nin Edepsizlikleri (S.59-60)
(42) Yine Sultan Veled hazretlerinden nakledilmiştir ki: Bir gün Mevlânâ Şemseddin iyi ve namuslu kadınları övüyor ve onların iffet ve ismeti hakkında: "Bununla beraber bir kadına, Arşın üstünde bir yer verseler, onun nazarı birdenbire dünya üzerine düşse ve yeryüzünde intiaza gelmiş bir tenasül âleti görse deli gibi kendini ordan aşağı atar ve âletin üstüne düğer; çünkü kadınların mezhebinde ondan daha yüksek bir mertebe yoktur" buyurdu ve sonra şu hikâyeyi anlattı: "Şam'da bulunan Şeyh Ali Hariri kademli, parlak kalbli, metanet sahibi bir kişiydi. Semâ esnasında, kime baksa derhal o, ona mürit olurdu. Giydiği hırka parça parça idi. (Bu yüzden) Semâ esnasında vücudunun her tarafı görünürdü. Halifenin oğlu da bunun menkıbelerini işittiği için, semâ'ım görmek istedi. Sema edenleri seyretmek için makam kapısından içeri girdiği vakit şeyhih nazarı ona ilişti. O derhal mürit oldu ve elbise giydi. Oğlunun şeyhe mürit olduğu haberi Mısır'da halifenin kulağına ulaştı. Son derecede canı sıkıldı. Şeyhi öldürmek istedi. Fakat şeyhin yüzünü görür görmez o da tam bir samimiyetle şeyhe teveccüh gösterdi. Halifenin karısı da onu görmek istedi. Şeyhi eve davet ettiler. Hatun ilerleyip şeyhin ayaklarına kapandı ve elini öpmek istedi. Şeyh tenasül âletini kaldırarak kadının eline verdi ve: "Senin istediğin o değil; budur" dedi ve semâ'a başladı. Bunun üzerine halifenin itikadı bir iken bin oldu.
İslami Dönem destanları İlgili Linkler
KAYNAKÇA
[1] https://semerkanddergisi.com/menkibeler-ne-soyler/
[2] AHMET EFLÂKÎ, ÂRİFLERİN MENKİBELERİ(Menâkıbu’l-ârifin)Çeviren: Tahsin YazıcıMilli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 489İstanbul – 1995, (ESERİN TAHLİL VE TENKİDİ BÖLÜMÜNDEN
[3] AHMET EFLÂKÎ, ÂRİFLERİN MENKİBELERİ(Menâkıbu’l-ârifin)Çeviren: Tahsin YazıcıMilli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 489İstanbul – 1995, (ESERİN TAHLİL VE TENKİDİ BÖLÜMÜNDEN
[4] AHMET EFLÂKÎ, ÂRİFLERİN MENKİBELERİ(Menâkıbu’l-ârifin)Çeviren: Tahsin YazıcıMilli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 489İstanbul – 1995, (ESERİN TAHLİL VE TENKİDİ BÖLÜMÜNDEN
[5] AHMET EFLÂKÎ, ÂRİFLERİN MENKİBELERİ(Menâkıbu’l-ârifin)Çeviren: Tahsin YazıcıMilli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 489İstanbul – 1995, (ESERİN TAHLİL VE TENKİDİ BÖLÜMÜNDEN
[6] AHMET EFLÂKÎ, ÂRİFLERİN MENKİBELERİ(Menâkıbu’l-ârifin)Çeviren: Tahsin YazıcıMilli Eğitim Bakanlığı Yayınları: 489İstanbul – 1995, (ESERİN TAHLİL VE TENKİDİ BÖLÜMÜNDEN
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın