Tanzimat Edebiyatında Şiir Roman Hikaye Gazetecilik Dil ve Sanat

19.06.2011

 

 

1876′da açılan I. Meşrutiyet Meclisi 1877′de ll. Abdülhamit tarafından, Osmanlı – Rus Savaşı gerekçe gösterilerek kapatılır. Anayasa yürürlükten kaldırılır. Aydınlar üzerinde bir baskı, sürgün ve jurnal dönemi başlar. Bu baskı sonucu yıldırılan, etkisizleştirilen sa­natçılar, toplumsal konulan bırakarak bireysel ko­nulara yönelirler. Abdülhamit’in tahta geçtiği döneme rastlar. Sanatçıların sanata ve topluma bakış açılarındaki farklılık, bunları I. Tanzimatçılardan ayıran en önemli özelliktir. Bu dönemde batı edebiyatı, I. Tanzimatçılara göre daha iyi anlaşılmış ve bu alanda onlara oranla daha olgun eserler verilmiştir. I. Tanzimatçıların başlattığı "sanat toplum içindir" görüşü bir yana bırakılarak "sanat sanat içindir" ilkesi benimsenmiş; eserlerde ağır bir dil kullanımına gidilmiştir.

İkinci Tanzimat kuşağı, kendi arasında da birtakım düşünce farklılıkları yaratmıştır. Bu sanatçıların bir bölümü Divan edebiyatı geleneklerine bağlı kalma ve onu devam ettirme yolunu seçerken (Muallim Naci), bir bölümü de Divan edebiyatı nazım biçimlerini kırma ve tamamen batı edebiyatına yönelme (Recaizade Mahmut Ekrem) gibi bir sanat anlayışı ile eserler vermiştir (Ahmet Mithat Efendi). Ancak bu sanatçıların bazı toplumsal aksaklıkları da anlatma dışında; daha çok bireysel konulara yönelme, ağır bir dil kullanma gibi ortak olan yönleri vardır.  Bu dönem yazarlarının eserlerinde Romantizm, Realizm, Natüralizm gibi akımların etkileri görülür.

DİL: Tanzimat edebiyatının birinci kuşağı tam anlamıyla başarılı olamamışsa da dilin sadeleştirilmesi gerektiğini düşünmüş, bazı türlerde bu görüşü başarıyla uygulamışlardır. Bu dönemde onların başlattığı bu hareket durmuş; ağır bir dil kullanımına devam edilmiştir. Yalnızca Ahmet Mithat Efendi ağır bir dili tercih etmemiş, eserlerinde sade söyleyişi benimsemiştir. Arapça ve Farsça sözcük ve tamlamalar, yoğun bir biçimde kullanılmıştır. Tanzimat edebiyatının ikinci devrinde yetişen sanatçıların bir kısmı ise ( Recai-zâde Mahmut Ekrem, Sami Paşa-zâde Sezai, özellikle Abdülhak Hamit) konuşma dilinden epey uzaklaşmışlardır. Bu edebiyatta söz hüneri göstermek değil, birtakım düşünceleri halka yaymak amacı güdüldüğünden, ;seciler atılmış, asıl düşünce ile ilgisi bulunmayan doldurma sözlere yer verilmemiş, düşünceler sayfalarca süren uzun cümleler yerine kısa cümlelerle anlatılmaya çalışılmıştır.

ŞİİR

 

Şiirde ilk kez Divan edebiyatı nazım biçimlerini kırma yolunda denemeler yapılmıştır. Özellikle Abdülhak Hamit Tarhan şiirde biçim kırma çalışmalarını başlatan ilk şair olmuştur. "Sanat, sanat içindir" anlayışından hareket ederek, şiirde bireysel duygu ve düşüncelerini işlemiştir. Ayrıca romantizm akımının etkisiyle bireysel duygular coşkulu bir anlatımla verilmiştir. Eski biçimler büsbütün bırakılarak yeni biçimler kullanılmaya başlanmıştır (Recai-zâde Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit, v,b.) ; yeni nazım biçimleri ilkin Fransızcadan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, Telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır.  Beyitlerin başlı başına birer bütün olmasıyla yetinilmeyip, bütün mısralar aralarında bir anlam bağı bulunmasına dikkat etmişlerdir.

 

  Divan şiirindeki “parça güzelliği” anlayışı yer yine şiirin baştan sona kadar belli bir düşünce etrafında gelişmesine; yani “konu birliği” ne ve “bütün güzelliği” ne önem verilmiştir.  (Recai-zâde Mahmut Ekrem, özellikle Abdülhak Hamit, v,b.) Yeni nazım biçimleri ilkin Fransızcadan yapılan manzum çevirilerde görülmüş, telif şiirlerde çok sonra kullanılmıştır.   Genel olarak aruz vezni kullanılmakla birlikte, Türk'lerin tabiî ve ulusal vezninin hece vezni olduğu anlaşılmış, bu vezinle yazmaya çalışmışlardır.  (Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Cevdet Paşa v.b) Fakat bu istek geniş bir akım halini alamamış, sadece birkaç sanatçı (Ethem Pertev Paşa, Ziya Paşa, Namık Kemal, Ahmet Vefik Paşa, “  tarafından denenmiştir.

 

Tanzimat şiirinin ikinci kuşak şairleri 1900 yılından sonra da şiirler yayımladılar. Bu devre Hâmid-Ekrem-Sezaî mektebi de denir. Bu şiirler için “sanat sanat içindir” görüşü hâkimdir. Bu işin teorisini Recâizâde Ekrem’in yaptığını görüyoruz. “Sanatın maksadı güzelliktir” diyen Ekrem, konu ve biçim bütünlüğüyle güzelliğe ulaşılacağını ifade eder. Şiir dilinin nesir dilinden farklı olması gerektiğini ileri sürer. Üslûp konusunda teorik yazılar yazan Ekrem, şiirlerinde aynı başarıyı yakalayamamış, kuru bir söyleyişten kurtulamamıştır.

Tanzimat’ın ünlü şairi Abdülhak Hâmid Tarhan, Ekrem’in öncülük ettiği nazariyeler doğrultusunda yeni şiiri kuran adamdır. Başarılı olduğu tartışmalıdır. Hâmid, şiirin ilham kaynağı olarak tabiatı görür. Ölüm teması şiirlerinde geniş yer tutar. Karısı Fatma Hanım’ın ölümü üzerine yazdığı Makber oldukça ünlüdür. Metafizik çağrışımları şiire taşıyan Hâmid, şiirimizin ufkunu ve imkânlarını genişletmiştir. Tabiat fenomenini büyüleyici unsurlarıyla şiirleştirirken ağdalı bir dil kullanır. Tanzimat şairleri içinde en dağınık tarzın Hâmid’e ait olduğu söylenir.

Tanzimat şiirindeki bir değişiklik de hece vezninin kullanılmasıdır. Ziya Paşa, Namık Kemal, Abdülhak Hâmid, Recâizâde Ekrem heceyi denemişlerdir. Ekrem’in konuya göre vezin seçme görüşü Servet-i Fünûn şairleri tarafından benimsenir. Tanzimatın I. kuşak şairleri eski şiirimizi yıkmaya çalışırken, II. kuşak şairleri şiiri sanat açısından ele alarak estetik değerini yükseltmeye yönelmişlerdir. I. kuşak şairleri “vatan ve hürriyet aşkı”nı öne alırken, II. kuşak şairleri romantik bir aşkı tercih etmişlerdir. Ekrem’in, eski şiirin mistik aşkı ile romantik aşkı birleştirme çabası içinde olduğu görünür.

Abdülhak Hâmit, Recai-zâde Mahmut Ekrem v.b.) tarafından girişilen birkaç deneme ile yetinilmiştir.”



HİKÂYE VE ROMAN

 

Hikâye ve roman alanında daha olgun ve daha başarılı örnekler verilmiş, Realizm ve Natüralizm akımlarından etkilenilmiştir. Konular genellikle İstanbul’un seçkin çevresinde ya­şayan ve batılılaşma yolunda olan aileler arasından seçilirken esirlik, cariye karumu, yanlış batılılaşma gibi konular işlenmiştir. Realizm (Recai-zade Mahmut Ekrem, Sami Paşa*zade Sezai, Nabi-zade Nâzım, v.b.) akımlarının etkisi altında eserler vermişlerdir.

 

İkinci dönemin başlıca özelliklen şunlardır:


  1. Bu döneme ” sanat sanat içindir” ilkesi ege­mendir. Toplumu sanat ürünleriyle dönüştürme, bir yana bırakılıp, sanatsal kaygılar ön plana çıkarılır.
    2. Şinasi’nin başlattığı dilde sadeleşme çabaları bütünüyle duraklar. Dil ağırlaşır. Açık anlatım yerini kapalı ve sanatlı anlatıma bırakır.
    3. Gazetecilik, ilk dönemdeki toplumsal etki ve işlevini yitirir. Gazetelerdeki siyasal ve toplumsal içerikli yazılar yerini günlük sıradan olaylara bırakır. Toplumsal makalenin yerini de edebi makale
    alır.
    4. Yazılan tiyatro eserleri sahne tekniğine uygun değildir. Oynamak için değil, okunmak için yazılırlar. Bireyin dünyası ön plana çıkarılır. Toplumu eğitici yanı yiter.
    5.^Birinci dönemdeki gibi hece denenmekle bir­likte aruz yine egemenliğini sürdürmüştür. Birinci dönemde de kullanılan Divan edebiyatı nazım bi­çimleri bırakılmaya başlanmıştır
    6. Şiirin konusu genişletilmiş; ölüm, karamsarlık, aşk, felsefi düşünceler tema olarak seçilmiştir. Sa­natçılar, güzel olan her şey şiirin konusu olabilir anlayışını savunmuşlardır. Bu dönem şiiri
    Servet-i Fünun şiirine de esin kaynağı olmuştur.
    7. Roman ve öykü tekniği daha da gelişir. Birinci dönem göre daha nitelikli ürünler vermeye başla­mıştır. Betimlemeler ilk döneme göre daha da öl­çülüdür. Realizm akımının etkisiyle gözleme önem verilmiş, olay ve kişiler daha gerçekçi anlayışla anlatılmıştır.
    8.Nabizade Nazım natüralizmden. Recai zade Mahmut Ekrem ve Sami paşazade
    Sezai realizm­den, Abdülhak Hamit Tarhan ise romantizmden etkilenmiştir.
    9. Tazimatın ikinci döneminde ürünler veren Muallim Naci Divan edebiyatının tek savunucusu-
    10.Tanzimat’ın ikinci kuşak sanatçıları, Recaizade Mahmut Ekrem,
    Abdülhak Hamit Tarhan, Samipaşazade Sezai, Nabızade Nazım, Muallim
    Naci, Direktör Afi Bey ve Ahmet Cevdet Paşa’dır.

 

 

TANZİMAT I. VE II. KUŞAĞIN KARŞILAŞTIRLMASI

 

ŞİİR AÇISINDAN:

 

Tanzimat'ın birinci kuşağının toplumsal değerlere dayalı şiir anlayışı, ikinci kuşakta kişisel değerlere bağlı şiir anlayışı olarak değişme göstermiştir. Ayrıca ikinci kuşak şairleri, şiiri sanat açısından ele alma yoluna gitmiştir. Mesela Recaizade Mahmut Ekrem, öncekilerin şiir üzerindeki eski-yeni değerlendirmelerine karşılık, şiirin edebiyat içindeki yerini ve ne olduğunu ortaya koymaya çalışmıştır. Bu konuda o, "sanatın amacı güzelliktir" diyerek sanat ölçülerini ön plana almıştır. Bu güzelliğin oluşumunu ise konu güzelliğinin ve üslup güzelliğinin bir araya gelmesine bağlamıştır.

Birincilerin şiire, somut ve akla dayalı yaklaşımı karşısında Ekrem, daha soyut sanat ölçüleri içinde yaklaşmıştır.
Abdülhak Hamit ise şiir sanatı üzerinde düşünmekten çok, yeni şiir tarzını uygulayan bir şair olarak karşımıza çıkar. Namık Kemal'in eski şiir hakkındaki yıkıcı düşüncelerini o, yazdığı şiirlerle uygulamaya koymuştur. Tanzimat’ın ikinci kuşağında toplumsal temalar daha geriye, ikincil duruma düştü, fizikötesi gündeme geldi. Recaizade Mahmud Ekrem’de “ölüm”; Abdülhak Hamit’te “ölüm” yanı sıra “Tanrı, yaşam, dünya, madde, ruh varlığın ne olduğu ve sonu” gibi temalar ağırlık kazandı. Tanzimat’ın ilk kuşağı “yeni insan”ı yaratmaya çalışıyordu, yaklaşımları toplumsal ve ahlaksaldı. Toplumun çağdaşlaştırılmasını ana ilke edinmişlerdi. İkinci kuşağın gündemini ise daha çok şiirle ilgili konular ve metafizik alanlar oluşmuştur. Başka bir deyişle, ikinci kuşak “sanat sanat için” ilkesini benimsemiştir.

Sonuç olarak bu dönem şairleri, şiirde şekilden muhtevaya kadar yeni bir arayış içine girmişlerdir. Sanat üzerinde düşünme ve bunları uygulama, ilk başta birtakım kusurları ve çekinceleri de beraberinde getirmiştir. Hem şekilde, hem konuda eskiden oldukça farklı ve değişmeye yönelik hamlelerin, şiir kültürünü gene eski edebiyattan alan bu sanatçılarda bocalama yaratmıştır. Kendi içlerinde zaman zaman düştükleri çelişkiler ve ikilemler bundan kaynaklanmıştır. İşte bu gerçek, onların yenilik yolunda hızlı ve kesin bir sonuç almalarını engellemiştir. Aslında onlardan daha fazlasını beklemek de aşırı iyimserlik olurdu. Çünkü onlar, bir anlamda eskiyi hırpalama, eski şiir geleneğini temelden sarsma gayreti peşinde koşmuşlar ve bunu takip ederek yeni adımlar atma yoluna gitmişlerdir. Bu iki ayrı işlemi yürütme elbette güçtü. İşte onlar bu güç işi başarmaya çalışmış ve yeniliğin ileri hamlelerini kendilerinden sonra geleceklere bırakmışlardır. Küçük küçük de olsa, atılan her bir adım, yeniliği benimseyen ve devam ettirenlerce ileriye götürülmüş ve böylece Tanzimat dönemi, yenileşen Türk şiirinin kaynağı olma özelliğini kazanmıştır. Nitekim onların açtığı yolda yürüyen Servet-i Fünûncular, başta Tevfik Fikret ile Cenap Şehabettin olmak üzere Türk şiirinin çehresini değiştirmeye çalışmışlardır. Cumhuriyet döneminde ise Ahmet Haşim ve Yahya Kemal'in de katkıları ile yenileşen Türk şiirinin, olgun ürünlerini vermeye başladığını görüyoruz.

 

ROMAN VE HİKÂYE AÇISINDAN:

ürk edebiyatında ilk öykü ve roman denemeleri Ahmet Mithat yazmıştır: Kıssadan Hisse, Letaif-i Rivayat. Bu dönem roman ve öykücüleri, dil ve sanat anlayışları bakımından birbirinden ayrılır. Ahmet Mithat, Emin Nihat Şemsettin Sami Nabizade Nazım halka seslenmeyi ilke edindikleri için oldukça yalın bir dille; Namık Kemal Samipaşazade Sezai, Recaizade Mahmut Ekrem ise seçkin bir topluluğa seslenmeyi ilke edindikleri için Yeni Osmanlıca’yla yazmışlardır. Bu dönem roman ve öykülerinde konular ya günlük yaşamdan ya da tarihten seçilmişti. Tutsaklık ya da sürgünlük (Namık Kemal, İntibah; Sami paşazade Sezai), aile baskısıyla gerçekleştirmek istenilen evlilikler, Batılılaşmanın yanlış algılanması gibi konular işlenmiştir. Birinci kuşak romancı ve öykücüleri romantizmin; ikinci kuşak romancı ve öykücüleri olan Samipaşazade Sezai, Mizancı Mehmet Murat Recaizade Mahmut Ekrem ve Nabizade Nazım Gerçekçilik ve Doğalcılık akımlarının etkisinde kalmıştır. Namık Kemal’in Cezmi’si ilk tarihsel roman olma özelliği taşır. Araba Sevdası ilk gerçekçi roman olma özelliğini taşır. Nabizade Nazım da Karabibik adlı uzun öyküsü ile Anadolu köy yaşamını Türk roman ve öyküsünün konu dağarcığına sokmuştur. Aynı yazarın Zehra adlı romanı da ilk naturalist psikolojik roman örneğidir. Tanzimat romanları, üstünlükleri yanında, ilk örnekler olmanın çeşitli aksaklıkları da taşımaktadır. Yazar çoğunlukla romanının içinde yer alır, kendi ağzından düşüncelerini söyler ve araya girer; çevre ve doğa betimlemeleri iyi yerleştirilememiştir; dil zaman zaman doğallığını yitirir ve kurguda çeşitli tutarsızlıklar vardır.

 

Araba Sevdası ilk gerçekçi roman olma özelliğini taşır. Nabizade Nazım da Karabibik adlı uzun öyküsü ile Anadolu köy yaşamını Türk roman ve öyküsünün konu dağarcığına sokmuştur. Aynı yazarın Zehra adlı romanı da ilk doğalcı psikolojik roman örneğidir. Tanzimat romanları, üstünlükleri yanında, ilk örnekler olmanın çeşitli aksaklıkları da taşımaktadır. Yazar çoğunlukla romanının içinde yer alır, kendi ağzından düşüncelerini söyler ve araya girer; çevre ve doğa betimlemeleri iyi yerleştirilememiştir; dil zaman zaman doğallığını yitirir ve kurguda çeşitli tutarsızlıklar vardır.

 

 

TİYATRO AÇISINDAN:

 

Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi’nin(1817-66) Hikâye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşen’i (1844) adlı dramı gösterilmektedir. Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmektedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi, Direktör Ali Bey (1844-99) de karakter güldürü örnekleri vermiştir. Yazar, çevirmen, tiyatroya maddi ve manevi destek sağlayan devlet adamı olarak Ahmet Vefik Paşa(1823-91) ’nın Tanzimat tiyatrosuna çok büyük katkısı olmuştur. Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü “ Türk Moliere’i”olarak adlandırılmıştır. Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla toplumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarları (Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit) tiyatro oyunları da yazmıştır. Abdülhak Ha­mid'in oyunları şiirlerinden daha fazla yer tu­tar. İlk yapıtı, oynanması için yazmadığını, başlığının altına koyduğu "tiyatro şeklinde hikâye" açıklamasıyla belirttiği Macerâ-yı Aşk'tır. Bunu, babasının dayısı Ahmed Vefik Paşa'nın teşvikiyle yazdığı Sabr ü Sebat oyunu izler. Abdülhak Hamid oyunlarında tarihin derinliklerinden geleceğe köprü kurar. Tiyat­ro yapıtlarını sahnelenmelerini düşünmeden, yani zaman, yer, dekor ve öbür sahne ögeleri­ni göz önüne almadan yazmıştır. Oyunlarında yaşayan insanlar kadar ruhlar ve ölüler de yer almış, dünya tarihinden birçok önemli kişi düşünceleri, felsefeleri ve kişisel özellikleriyle canlandırılmıştır. Oyunların konularını ise Asur, Afgan, İran, Hint, Yunan, Arap, İspan­yol tarihlerinden almıştır. Oyunlarının bir bölümünü koşuk, bir bölümünü de düzyazı biçiminde kaleme almıştır. Koşuk biçiminde yazdığı oyunlarının bazısında aruz, bazısındaysa hece ölçüsü kullanmıştır. Ayrıca hem koşuk, hem de düzyazıyı birlikte kullandığı oyunları da vardır.

 

I.Kuşağın tiyatro eserlerinde halkı eğitmek, batıl itikatlardan korumak, batılı düşünceleri halka aşılamak, yanlış evlenme usullerinden, faydasız hatta zararlı ananelerden halkı kurtarmak ( Şair Evlenmesi, -Şinasi) vatan sevgisi, kahramanlık duygunlarını halka aşılamak ( Vatan Yahut Silistre, Akif Bey, N.Kemal) halkı eğitmeye yönelik konular işlenmişti. II kuşak ise diğer türlerde olduğu gibi daha ziyade ferdi konulara, aşk ve ihtiras gibi konulara ağırlık verdi. Birinci kuşağın tiyatro eserlerinde daha ziyade komedi ve Kahramanlık konuları hâkimdi. Hamit’in eserleri ise ferdi sınırlar içinde kalan pek çoğu Shakspeare etkisinde dram ve damalardır. Fakat Ekrem’in oyunlarında da toplumsal konulara yakınlık görülür.

 

I.kuşağın tiyatro eserleri sahnelenmek maksatlı yazılırken ikinci kuşakta özellikle Hamit’in eserleri okunmak amaçlıdır.Bu durumun devrin siyasi şartları ile yakından alakası vardır.

 

 

 

 

TİYATRO I.KUŞAK

Batılı anlamıyla tiyatro da Tanzimat döneminde görülür. Bu dönemde geleneksel tiyatro içine giren türler (kukla, Karagöz, orta oyunu gibi) de varlığını sürdürmüştür. Tanzimat’ın ilk yıllarında İstanbul’un çeşitli yerlerinde tiyatro binaları yapılmaya başlandı. Önceleri özellikle İtalyan ve Fransız, daha sonra da Ermeni tiyatro toplulukları bu binalarda oyunlar sergiledi. Mihail Naum , Güllü Agop gibi Ermeniler’in Türkçe oyunları da sergilemeleri önemli bir gelişmeye sebep oldu. Güllü Agop 1868’ de kurduğu Osmanlı Tiyatrosunda ilk kez düzenli olarak temsiller vermeye başladı; müzikli oyunlar dışında Türkçe oyunlar sergilemenin tekelini 10 yıl elinde tutmuştur. Birçok Türk erkek tiyatro sanatçısı ilk kez bu tiyatroda sahneye çıkmıştır. Müslüman Türk kadınının sahneye çıkması şeriat hükümlerine göre olanaksızdı. Bu yüzden bazı kadın rollerini bazı durumlarda yabancı kadınlar ya da erkekler oynamışlardır. Bu tiyatro 1884’te Ahmet Mithat’ın Çerkez Özdenler oyununu oynarken oyun özgürlük duyguları aşıladığı gerekçesi ile tiyatro kapatılmış, binası da yıktırılmıştır. Bundan dolayı bu tarihten 1908’e kadar kadar Türk tiyatrolarına tuluat oyunları egemen olmuştur.


Mardiros Mınakyan’ın kurduğu Osmanlı Dram Kumpanyası Türkçe oyunlar sahnelemeye devam etmiştir. Türk edebiyatında ilk tiyatro yapıtı olarak Hayrullah Efendi’nin(1817-66) Hikâye-i İbrahim Paşa ve İbrahim-i Gülşen’i (1844) adlı dramı gösterilmektedir. Şinasi’nin Şair Evlenmesi (1860) ilk güldürü olarak kabul edilmektedir. Ali Haydar (1836-1914) ilk trajedi, Direktör Ali Bey (1844-99) de karakter güldürü örnekleri vermiştir. Yazar, çevirmen, tiyatroya maddi ve manevi destek sağlayan devlet adamı olarak Ahmet Vefik Paşa(1823-91) ’nın Tanzimat tiyatrosuna çok büyük katkısı olmuştur. Moliere’den yaptığı çeviri ve uyarlamaları çok önemlidir. Feraizcizade Mehmed Şakir (1853-1911) duru bir Türkçe ve başarılı bir teknikle yazdığı oyunlardan ötürü “ Türk Moliere’i”olarak adlandırılmıştır.

 

Bu dönem tiyatrolarında çoğunlukla toplumsal ve tarihsel konular işlenmiştir. Öbür türlere oranla Tanzimat döneminde tiyatro çok daha etkili olmuştur. Bu bakımdan bazı Tanzimat yazarları (Namık Kemal, Recaizade Mahmut Ekrem, Abdülhak Hamit) tiyatro oyunları da yazmıştır.

 

TANZİMAT GAZETECİLİĞİ


Tanzimat’la gelen, halkın okuyuş oranında gelişen Türk gazeteciliği, Türk gazeteciliği, Türk Edebiyatı’nın yepyeni bir döneme girmesini sağlar. Makale, fıkra, haber, röportaj, sohbet, mülakat, anı, gezi, şiir, inceleme, eleştiri, deneme, hikâye ve roman türlerinin gelişmesinde gazeteciliğimizin etkisi büyük olur.


Gazete, her gün bir toplumdan, bir sorun üzerinde fikir ve görüşe sahip ikinci bir toplum çıkarabilecek kudrette bir çözümleme ve birleştirme organıdır. Gazete sayfaları her gün yüz binlerce insanın beraber toplanıp, beraber düşündükleri, konuştukları bir toplantı meydanıdır. Demokratik toplumların hayatında en önemli rolü fikirler oynamaktadır. Fikir özgürlüğünün olduğu her yerde kişiler, çeşitli olanak ve araçlardan faydalanarak, fikirlerini savunmak isterler. İşte bu araçların en önemlisi ve en etkilisi gazetedir. Gazete dünyadaki bütün olup biten olayları günü gününe halka bildiren, haberleri kendi görüşü ile yorumlayan, ufkumuzu her türlü bilgiler vererek genişleten düşüncelerimizi aydınlığa götüren, halkı dar görüşten kurtaran basılmış kâğıtlar topluluğudur.
Tanzimat gazeteciliği; halkın görüşüyle birlikte edebiyatı da değiştirir. Çünkü günlük yaşamın gazeteyle ön plana geçmesi, edebiyatımızda da etkisini gösterir. Bu gazeteleri okuyanlar, Batı’dan yapılan roman çevirilerini izleyenler, yeni bir dünya görüşüyle karşılaşırlar. Eski yaşamın, tüm olarak dine göre düzenlenen kurumlarla fikirleri, Tanzimat sonrası gazeteciliğiyle dinamikleşir.

Tanzimat’ta yayınlanan gazetelerin sayısı yetmişe yaklaşırken, dergiler yüzü geçer. Tanzimat Edebiyatı’nın oluşmasında, yeni Türk nesrinin doğmasında en büyük rolü oynayan, en önemli görevi yüklenen gazetelerle dergilerin belli başlı olanları şunlardır. Takvim-i Vekayi(1831), Ceride-i Havadis,(1840) gibi resmi gazetelerle; Namık Kemal’in yayınladığı İbret(1871); Hadika(1872) Ali Suavi’nin yönettiği Muhbir(1866); Ahmet Mithat’ın çıkardığı Devir(1872); Sıraç(1873); Vakit(1875); Ebüzziya Tevfik’in Mecmua-i Ebüzziya(1879); Hazine-i Fünun(1882); Gayret(1886), Asar(1886), Maarif(1890), İkdam(1894)’dır.

Tanzimat şairleri ile yazarlarının hemen hepsi gazetecilik, dergicilikle ilgilidirler. «Umum tarafından anlaşılmakla» amaçları burdan gelmektedir. Edebiyat dergilerinin çıkışı gazetelerden sonra geldiği için, ilk edebiyatla ilgili yazılar gazetelerle yayımlanır. Bu yüzden; Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat, Ahmet Vefik Paşa, Ebüzziya Tevfik, Şemsettin Sami, Recaizade Mahmut Ekrem... Gazetecilikle edebiyatı kaynaştırırlar.

 

 TANZİMAT I. KUŞAK ŞAİR VE YAZARLARI

 

 Üye olarak ESA şairi ve yazarı olabilir, yazılara katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar