Edebi Kelam- Edebi Söz
Osmanlıca yazılışı: Edebi Kelam : ادب كلام
Osmanlıca yazılışı edeb : ادب
Osmanlıca yazılışı edebi, : ادب, edebiyye: ادبيه
Osmanlıca yazılışı Edebiyat : ادبیات
Edebi: edebi ve edebiyatla ilgili olan; kelam ise söz anlamına gelir. Böylece bu tamlama edeple ve edebiyatla ilgili söz anlamına gelmiş olur. Edebi kelama hüsn ü tabir (güzel ifade) - kötü bir şeyi kendi adıyla değil başka bir yoldan anlatmak - hüsn ü kelam ( sözün güzelliği) de denir. Hüsnü tabiri Türkçede karşılamak amacı ile “örtmece” kelimesi önerilmiş, sözcük rağbet görmemiş, hüsnü tabir ve Edebi kelam güzel adlandırmaya yakın işlevlere de örnek olmuşlardır. ( bkz Güzel Adlandırma)
Edebi kelam: Kaba kaçabilecek ifadeleri estetik ve uygun bir şekilde söyleyebilmek; bayağı, söylenmesi ayıp veya zarif olmayan sözleri zarif hale getirerek söylemek, “sözü ayıp, kaba veya bayağı ifadelerden kurtararak ifade etmek”; “ hatalardan, çirkin ifadelerden, galiz tabirlerden, yapı ve biçim eksikliklerinden arınmış söz “ şekillerinde tarif edebiliriz. Tahir’ül Mevlevi, edebi kelamı “İfadenin mübtezel veya bayağı tabirlerden münezzeh bulunmasıdır. Buna asalet ve mümtaziyet denilir. ” [1] şeklinde açıklamıştır. Mübtezel saygınlık kazandırmayacak değerini yitirmiş, bol, ucuz, ortalık malı, değersiz, ahlaken düşük anlamlarına gelir. Münezzeh ise temiz, arı, pak, uzak anlamlarındadır.
O halde edebi kelam: sözü ayıp, çirkin, hoş olmayan, düşük, çirkin, kaba, uğursuz sayılan ifadelerden arındırarak estetik bir şekilde söylemek, anlamı güzelleştirmek, denilmesi veya duyulması hoş olmayacak sözleri dolaylı ama zer afetle ifade etmek kabiliyetidir. “ Sözleri çirkin, kaba, hoşa gitmeyecek sözlerden arındırarak söylemeye veya yazmaya asâlet , mümtaziyet , hüsnü tabir veya edebi kelam sıfatları verilmiş, zıddına da hasaset ( kem ifade ) denmiştir.”[2] ( bkz Asalet ve Hasâset Nedir ( Edebi Kelam Hüsnü Tabir Mümtaziyet)
Sözün edeble ve edebiyatla ilgili olması için “ sözün zarif, uslu, gönülden ve fiilen güzel, iyi ahlak, incelik, nezaket ve terbiye taşıması gerekir. “ Eskiler kelamda iki türlü güzellik aramışlar bunu da Hüsn ü zati, hüsnü arazi olarak ifade etmişlerdir. Hüsn-ü zati yi doğal ve oluştan güzellik, hüsnü arazi ise sonradan gelen güzellik olarak tanımlamışlardır. Yani endamı hoş, sıfatı düzgün olmayan bir güzel ne kadar süslenirse süslensin güzel olamadığı gibi sadece süs ile güzelleştirmeye çalışılan bir ifade de güzel olmayacaktır. İfadenin güzel olması için ilk önce mana beyanın güzel olması bedi’nin yani dış süslerin ancak o zaman bir işe yarayacağı düşünülmüştür.
Edebi Kelam’ı güzel bir kıza benzeten eskiler meani ve beyan ilmini güzelin endamına, belği ise taktığı takıştırdığı süs eşyalarına benzetir. Güzel zaten güzeldir, çirkin süslense de çirkin kalır. Hüsnü zati - doğal güzellik - olmadan hüsnü arazinin- ilave süslemelerin – dış süslerin - takılması çirkini güzel etmez.
Somut örnekler verecek olursak, eşek, geberdi, orospu, herif, çiş yapmak, avrat, kahpe gibi sözcükler edebi kelam da yer alamayacak sözlerdir. Bu sözlerin kast ettiği anlamları bu sözcükleri kullanmadan ifade edebilmek edebi kelama girer. Örneğin zenci yerine “siyahî”, öldü yerine “ rahmet-i rahmana kavuştu”, helâya gitti yerine “ayak suyuna “çıktı; eşeğin tekisin yerine “ seni sur dibinde bile kesmezler “, verem yerine” ince hastalık” demek edebi kelama ve güzel adlandırmaya girer. ( bkz Güzel Adlandırma )
Tahir’ül Mevlevi Edebiyat Lüğati eserinde sözü nezih ve zarif yapmak için düşülen hatalardan birisi için güzel bir örnek vermiştir. “ Ziya Paşa ,[3]
Yanıktır o aşığın kitabı
Nazmında kokar ciğer Kebabı
Mısraında Fuzuli’nin bağrı yanık bir âşık olduğunu nezih bir şekilde ifade etmek isterken “ manzumeyi piyazca dükkânına benzettiğini “ yazmıştır.
Şu halde edebi kelam bir ifadeyi kabalığa, bayağılığa, çirkinliğe ve sıradanlığa düşmeden ifade edebilmek işidir. Buna asalet ve mümtaziyet denilir.
Örneğin Mehmet Akif her türlü fuhuş yaptıktan sonra ölen birini şu şekilde anlatmıştır.
Bütün kebaire tiryaki bir kopuk tanırım
Ne oldu bilmiyorum şimdi sağ değil sanıırm [4]
Beyitte fuhuş ve adilikler yerine kebair (büyük günahlar) , ölmüş yerine sağ değil ifadeleri kullanılarak beyit kaba, bayağı ve düşük kelimelerden kurtarılmıştır.
Asalet
Bir sözün Asalet e sahip olması veya edebi bir lafız sayılması için fasih yani açıkça da anlaşılır, yani “Avamın anladığı, havassın da meziyetini takdir ettiği ifadeler” yani halkın anladığı, seçkin ediplerin de meziyetlerini takdir ettiği şekilde söylenmelidir. Yani edebi kelam, hem kötü ve kaba tariflerden arınmış, hem fasih, hem de beliğ olmalıdır. Buna göre “, fesâhati sağlamak için kelimede, kelâmda ve mütekellimde kusur bulunmamalıdır.”
Mümtaziyet ise sözün ayrı ve üstün vasıflı söylenebilmesidir.
Eskiler ifadelerde asalet ve mümtaziyet sağlamanın yollarını şu şekilde sıralamışlardır.
1.Sözü Kabalıktan Kurtarmak
Ölen birisine öldü yerine i“Rahmet-İ Ralman’a Kavuştu”, işten çıkarılan birine işten atıldınız yerine “Affedildiniz” birine ayı yerine orman kibarı, cimri yerine “kıyımsız”demek gibi
Bir şeb ki sarâ-yı ümmehânî
Olmuşdu o mâhın âsumânî Şeyh Galip
Papağan için “ belâgat şekeristânının tûtîsi ve fesâhat gülistânının bülbülü”
Ay kelimesini onurlandırarak ve ona ululuk ve saygı katmak için Ay’ı gecelerin sultanlarının nası ve sarayında oturan hükümdar annesi şeklinde ifade ederek ta’zim etmiştir.
Ammâ ne kabîle kıble-i dert
Bilcümle siyah-baht ü rû-zerd
Giydikleri Âftâb-I temmûz
İçtikleri şûle-i cihan-sûz [5]
Şeyh Galip çöldeki bir Arap kabilesinin sıcaktan pişip, sıcak sulardan içmek zorunda kaldıklarını “ Amma ki ne kabile hepsinin bahtı ve yüzleri kara altınla kaplanmış, dertlere kıble etmişler, Giydikleri temmuz güneşi, içtikleri dünyayı yakıp yandıran ateş gibi su “ şeklinde süsleyerek ifade etmiştir.
Eskiler ” benzer seslerin kulağı tırmalayacak şekilde bir araya gelmesini bir fesâhat kusuru” olarak görmüşler, buna da “Tenâfür-i Hurûf” demişlerdir. Çıkış yerleri birbirine yakın veya aykırı olan harflerin bir arada kullanılması, bu duruma sebebiyet vermektedir.
Kat kat düşüp ol peri hicaba
Gark oldu gülab ı ızdıraba Nabi
Nabi bu beytinde kaba tabirden kaçınarak terlemiş olan bir güzeli tarif ederken ter- pis koku kelimelerini kullanmadan, ifadesini kaba tabirden kurtarmak için güzel adlandırma yapmış, ter yerine gülab – ıstırap tabirini kullanmıştır.
İLGİLİ LİNKLERİMİZ İÇİN TIKLAYIN
KAYNAKÇA