Hep O Şarkı Roman Özeti Yakup Kadri

15.11.2016

Hep O Şarkı Roman Özeti Yakup Kadri




HEP O ŞARKI ROMANI HAKKINDA  BİR DEĞERLENDİRME 

Romanın konusu  Abdülaziz, V. Murat ve Abdülhamit'in hükümdarlık zamanlarını kapsar. Konusu bakımından yazarın ilk romanı olarak saymak KİRALIK KONAK  ve Nur Baba Romanından daha önce geldiğini kabul etmek yerinde olacaktır.   Bu yüzden Yakup Kadri'nin en son romanı olmasına rağmen romanlarının taşıdığı zamansal bütünlük bakımından  ilk romanı olarak düşünmek daha doğrudur. Fakat  bu romanı basım tarihi açısından ele alındığında Yakup Kadri’nin 1956 yılında yayımladığı en son romanı olmuştur.

Yakup Kadri, bu romanında kahraman bakış açısını birinci tekil yani ben anlatıcı olarak kullanmış, vakayı  bir kadın karakterinin birincil ağzından aktarmıştır. Münire, kendi hayatını anlattığı bir kitap yazmaktadır ve bu kitabın adı da  "Hep O Şarkı" dır.

Artık yaşlı ve dul bir kadın olan Münire bütün hayatı boyunca âşık olduğu ve hayatı boyunca da kavuşamadığı Cemil Bey ile aralarındaki aşkı aktarmaktadır. Münire, 50 yaşını geçmiş, hayatının geride kalan kısmını özleyerek yaşayan, dul bir kadındır. “ Hep O Şarkı “ bu nedenle pişmanlıkları anlatan acıklı bir aşk romanı olarak karşımıza çıkmaktadır.  

 

Romandaki karakterler, yazarın diğer romanlarındaki karakterler gibi hayatlarında büyük olaylar yaşayan toplumsal çalkantıların göbeğinde olan kişiler değildir. Hep O Şarkı, yazarın diğer romanlarında olduğu toplumsal olayları anlatma kaygısını çok fazla gütmemektedir. Olgunlaşamamış, hayata karşı önemli bir  direnç göstermemiş bir kadınla hemen hemen aynı çizgide yaşamış bir adamın yarım kalmış aşkları romanın  konusunu oluşturur. Bu bakımdan yazarın bu romanın diğer romanlarında olduğu gibi toplumsal bir içerik taşıdığını iddia etmek ileri iddia olur. Buna rağmen Yalı, köşk konak mekanlarının ve bu mekanlarda yaşayan eski zaman elitlerinin yok olan yaşamlarını ve kültürlerini işlemesi bakımından nostaljik bir toplumsal kaygının romanın fonunda aksettiği söylenebilir.

Kitaptaki yalı ve konak kavramları hem mekânsal hem de duyguların atmosferlerini veren bir özellik taşır. Kitaptaki  olaylar, yalı ve konakta geçerken yalıda iyimser, konakta ise daha karamsar olaylar ele alınmıştır.  Yazar çehresi  değişen İstanbul'u anlatmak için "redingot" tan bahseder ki bu sembol;  Kiralık Konak romanının da da  İstanbul'un değişen çehresini anlatmak için seçilen sembollerden biir olarak kullanılmıştır.

Yakup Kadri, bu romanıyla diğer romanlarında da sürekli anlattığı  saraya yakın, eski İstanbul'un elit kesiminde yaşayan insanların  hayatını anlatmıştır. Bu romanı  diğer romanlarının yanında biraz sönük kalıyor olsa da  Yakup Kadri'nin bütünselliğini anlamak için bu romanını da okumak ve anlamak çok önemlidir.

Roman İstanbul’daki yüksek zümrelerin son zenginlik günlerini anlatır. Yazar toplumu ve toplumsal sorunları gözleyerek “Konakların”ın son direnişine tanıklık etmektedir. . Yazlık, köşk, yalı gibi konutlarda daha dingin, daha sessiz bir yaşam sürerken konak olaylara, sorunlara sahne oluyor. Nafi Molla Konağı’na gelin giden Münire’nin dramı bu romanın konusu iken aslında kaybolan bir  yaşam biçimin son temsilcilerinin tarihe karışan yaşamlarını izlemiş oluyoruz. 

 

ROMANIN KONUSU:

 

Romanda,  Münire ile Cemil Beyin aşkları anlatılırken birisi yalıda diğeri konakta yaşayan iki  İstanbul seçkinin arasında geçen bir aşk anlatılırken aslında romanın arka fonunda  Sultan Abdülaziz dönemi Türkiye'sinin sosyal hayatının resmedildiğini görürüz.  Yazar bu romanında Osmanlı ile tarihe karışan saraya yakın, eski İstanbullu  “yüksek zümrelerin son zenginlik günlerindeki”  hayatını anlatmıştır.

İstanbul’un hızla değişen çehresinde yalı ve konaklarda yaşayan eski İstanbul Hanım ve beylerinin artık tarih olmaya başlayan aşkları, özlemleri ve yok olmakta olan yaşamları romanın konusudur. Bu günler Münire ve Cemil Bey'in mazide kalan aşkları gibi birer tatlı anı gibi tarihe karışmaktadır.

Zaman

Romanda “bir eski devir hanımının defterinden” ibaresi ve  “ben rahmetli Sultan Abdülmecit’in onuncu cülus şenliği gecesi dünyaya gelmişim.”  Cümlesi romandaki zamanı ele vermektedir. Ayrıca Münire, üç padişah devri gördüğünü ve ve dördüncüsünün devrinde de yirmi yıldır yaşamakta olduğunu belirtir.  

Mekân

Romanın ilk bölümdeki mekan Münire’nin eviidir.. Olaylar genellikle Münire’nin yaşadığı yalı, Hakkı Paşaların yalısı, Nafi Mollaların yalısı ve Çamlıca’da ki halasının yalısında geçmektedir. Bunların yanı sıra, Göksu, Beykoz, Çubuklu mesiresi, Zeyrekli Fatma Hanım’ın evi, yalının arka tarafındaki koru da, romandaki olayların geçtiği mekânlardır.

Romandaki  Şahıs Kadrosu

Romanın Baş kahramanları Cemil Bey ve Münire Hanımdır.  Bunların dışında romanda çok sayıda tip ve karakter vardır.

Münire : Münire kendini bildi bileli Cemil Bey’e aşıktır. Cüretli, cesaretli ,duygusal , hayal kırıklığı yaşayan,  duyguları ile hareket eden ve kafasına eseni yapan bir kadındır. Münire hem gençlik hem de yaşlılık günleri ile karşımıza çıkar.

Cemil Bey:  Biraz uçarı, terbiyeli, nezaketli, taklitçi,  kıvrak , uysal,  yumuşak mizaçlı , ağzından bir kerecik “hayır olmaz lafının çıkmadığı çevik biridir.

Rüknettin Bey : Münire’nin  obur,  ince sözlere pek dili dönmeyen akşam yemeklerinden sonra, uyuyakalan, tombul yüzlü, yılışık, bir bayana nasıl davranacağını bilmeyen, hayasız kocasıdır .

Nafı Molla : Münire’nin kayınpederi  eski , asil ve devlete düşkün bir aileden gelen  ama çok da savurgan biridir.

Hakkı Paşalar – Cenan

 Sıdıka : Emirgan İmamının kızı ve Münirlerin komşusudur

 Nafı Mollanın Karısı : Münire’nin oldukça tembel kayınvalidesidir.

 

ROMANIN ÖZETİ

 

Artık elli yaşlarına gelmiş eski bir İstanbul hanımefendisi olan Münire yaşamını anlatan bir roman yazmaktadır.

 

“Saatlerdir iki cümleyi bir araya getiremiyorum. Oysaki kolay sanıyordum. Ben ki, ne kadar çok kitap okudum. Bunların etkisinde kalarak, hayatımın romanını yazmaya karar verdim. Çok müsvedde karaladım, baktım ki yazdıkça anlatmak istediğim konudan uzaklaşıyorum, ben kelimelere hâkim olacağım yerde, onlar beni alıp sürüklüyorlar.”

Evet, ben bu satırları yazan bin faciadan arta kalmış kırk beş­lik, ellilik Münire kadın, "Ben otuz beş yıl, hep aynı erkeğin aşkı ile yanıp kavruldum" demekten başka söyleyecek bir söz bulamıyorum. Aslında, Cemil Bey'i ne zaman, kaç yaşımda sev­meye başladığımı da tam olarak bilmiyorum. Daha küçük yaşlar­da, oğlan olsun, kız olsun onu bütün arkadaşlarımdan kıskanır­dım. Bir gün, oyun esnasında Cemil Bey'i Sıdıka ile bir köşede sarmaş dolaş yakalayınca ne kadar üzülmüştüm.

Şimdi yerinde yeller esen yalımız, Balta Limanı’na yakın bir noktada idi. Cemil Beylerin yalısı iki kapı ötemizde idi. İlk feracemi giyip onlara gittiğim gün, Cemil Bey'in annesinin "ne de yakışmış" diyerek sarılıp Öpmesini hiç unutamam.

Artık, Cemil Bey'le, sık sık görüşüyor, konuşuyorduk. Konuşmalarımızın seyri değişmiş, iki sevgili haline gelmiştik. Baba­mın farkında olduğundan haberim bile yoktu. Ölüm dahi, beni Cemil Bey'den vazgeçiremez diye düşünüyordum.

Ancak, babam ölümden de baskın çıktı. Beni öyle bir baskı altına aldı ki, tel kafeste kuş gibi çırpınmağa başladım. Tek tesel­lim, Cemil Bey'in şarkı söylerken duyduğum sesi idi. Cemil Bey, hayallerimin ve rüyalarımın tek nesnesi olmuştu. Bir gün rüyamda, Cemil Bey ile konuşurken, dadım üstüme geldi. Beraber sarılıp ağlaştık.

Yine de, arada bir cüretli davranışlarım olmuyor değildi. Ço­cukluk arkadaşım Sıdıka vasıtası ile Cemil Bey'le sık sık olmasa da, arada sırada mektuplaşıyordum. Bazen tesadüfen de olsa birbirimizi uzaktan uzağa görebiliyorduk. Ah o uzaktan ya da yakından yüzünü görebilmiş olmam, benim için ne büyük bir mutluluktu, anlatamam. Ancak, bunlar ancak yaz günleri gerçekleşebiliyordu.

Kış gelip de, Yah'dan konağa gittiğimiz zaman, manastıra kapatılmış kızlardan farkım kalmazdı. Bütün gün, sabahtan ak­şama kadar ümitsizlik içinde kıvranıp dururdum. Arada bir misa­fir geldiğinde, asık suratımla, en başta annemin huzurunu kaçırır, güler yüzlü olmam için, bin bir çeşit dil dökerdi. Dadım ise, her fırsatta "her şeyin başı kısmet" derdi. Önceleri bu lafa fazla ehem­miyet vermez, gülüp geçerdim. Ne kadar büyük bir laf olduğunu, nice olayları yaşadıktan sonra öğrendim

İşte bu anlayışsız kafam ile günün birinde Nafi Mollaların konağına, oğulları Ruknettin Bey'in eşi olarak gelin gittim. Nafi Bey Şeyhülislam, Ruknettin Bey ise Kazasker idi. Babam, bir yığın isteyenime red cevabı verirken, beni palas pandıras Nafi Molla Konağı denilen o cehennemin içine atmıştı. Bu konakta, neler gördüm, neler geçirdim:

Ruknettin Bey'in beni katlettiği geceden sonra, bütün bu zenginlik ve ihtişam içinde dolaşan, sadece ve sadece hayaletim olacaktı. Gerçi o geceden sonra, onu bir daha kendime yaklaştırmadım. Bu irade kuvvetini İse, Cemil Bey'e olan aşkımdan alıyordum.

Kayınbabam, oğlu ve karısından farklı idi. Bir kerecik olsun gülümsediğini görmememe rağmen, üzerimde daima güler yüzlü bir adam tesiri yapmıştır. Kaynanam, sesinin kalınlığı, vücudu­nun hantallığı ve oburluğu ile ne kadar kaba bir erkeği andırıyor idiyse, kayınbabam bütün tavır ve edalarında o kadar nazlı bir kadına benziyordu Kayınbabamın, bu konakta en az benim kadar yalnız oldu­ğunu hissetmem, ona karşı duyduğum sevgi ve saygıyı arttırmıştı. 

Geceli gündüzlü, hep anayla oğul arasında yaşamaya mahkûmdum. Kocam, kaynanama çok benzerdi. Geniş paçalı donla-n,kadife hırkaları, işlemeli takkeleriyle bıngıl bıngıl dolaşırken arkadan bakıldığında, kocam tıpkı, kaynanamın aynısı idi.

Bu konakta yemekten İçmekten, yatıp uyumaktan başka bir şey yok. Kaynanam, o zengin sofralarda bazen o kadar çok yiyip içiyordu ki, yorgun düşüp sofra başında uyuyakalıyordu. Kocam da aynen annesi gibi yer, içer ve uyuya-kalırdı. Ben de hemen elime bir roman alır okumaya başlardım. Okuduğum romanlarda Cemil Bey'i hep yanı başımda hayal eder, onunla beraber dünyayı dolaşırdım.

Rüknettin Bey, artık kendisine karşı göstermiş olduğum so­ğuk hallere alışmıştı. Geceleri, sık sık yataktan ayrılıp gidiyor, ne zaman döndüğünün farkına varmıyordum. Bir gün yine böyle sessizce yanımdan kalkıp gidince, merakımı yenemeyip, yavaşça takip ettim. Küçük Molla Bey ikisi Çerkeş, biri Habeşi üç genç hizmetçi kızın yattığı odaya girdi. Bir şey fark ettirmeden, gelip yatağıma yattım.

Kaynanamın yanına gelip giden kadınlardan birisi de Zey­rekli Fatma Hamm'dı. Bu kadın, diğerlerine göre daha ağırbaşlı ve oturaklı duruyordu. Bir gün usulca yanıma sokulup "Cemil Bey'in selamı var" deyip, elime bir zarf sıkıştırdı. Uçarcasına yu­karı çıktım ve mektubu bir çırpıda okudum. Mektup "Sevgili Münire" diye başlıyor, beni unutmak İçin alkole sığınmaktan tu­tunda, uzak yerlere gitmeye kadar, her şeye başvurduğu halde, bir türlü beceremediğini anlatıyordu. En sonunda da, Fatma Ha-nım'a güvenebileceğimi belirtiyordu.

O gece, bu mektubu kaç kere okudum, kaç kere koynuma soktum çıkardım bilmiyorum. Zeyrekli Fatma Hamm'ın "yarın gidiyorum" demesi üzerine, onu hiç unutmadığımı belirten bir mektup yazarak gönderdim.

Birkaç gün sonra gelen cevapta "Fatma Hanım'ın bir buluşma yeri ayarlayacağı" yazıyordu. Nitekim ayarladı da. Perşembe günü buluşacaktık. Haberi pazartesi vermişti. O üç günü nasıl geçirdim, bir ben bilirim. O sabah, bir gelin gibi süs­lendim. Tüm bu hazırlıklar, heyecan, bekleyiş neticesinde sadece ve sadece onunla iki saniye bakışabildik, o kadar. Bu kısa zaman süresi bile beni canlandırmaya yetmişti.

İki yıllık bir ayrılıktan sonra, Cemil Bey'le zaman zaman bu­luşmaya başladı. Lakin aramızda herhangi bir birleşme meydana gelmedi. Bir gün, sır ortağım, hizmetçilerden Cenan yanıma gelerek, Habeş hizmetçinin Rüknettin Bey'den hamile kaldığı için evden çıkartıldığını, Rüknettin Bey'in bu seferde sık sık kendisini sıkış­tırdığını söyledi. Hemen kafamda şimşekler çaktı, kurtuluş bunda diyerek, soluğu hemen bizim konakta aldım.

Kapıda beni karşılayan Dadıma her şeyi bir bir anlattım. Ka­dıncağız olduğu yere çöküverdi. Annemin merdivenlerden indi­ğini görünce ona doğru koştum, sarılıp ağlaştık. Karar için, akşam babamı beklemeye karar verdik.

Babam gelince, annem her şeyi anlatmış. Babam beni çağıra­rak, isteğimi sordu. Ne emrederseniz o, diye cevap verdim. "Artık yanımızda kalacaksın" deyince dünyalar benim olmuştu. Artık evde, el üstünde tutuluyordum. Sanırım, fazla üzülmemem için böyle davranıyorlardı. Yalnız, babamın Cemil Bey konusunda, önceden beri neden bu kadar katı davrandığını çözememiştim.

Biz yalıya geçtikten birkaç gün sonra, Cemil Bey'lerin yalı­sında da hareket başladı. Çok bir zaman geçmeden, gelip yerleştiler. Artık, Cemil Bey ile arada bir görüşebiliyorduk. Yalnız, bu buluşmalar içimizdeki susuzluğu gidermeye yetmiyordu. Bir gün, halamlara ziyarete gittim. Olanları anlatınca, halam çok üzüldü. Sonra da bana "Cemil Bey'le aranız nasıl" diye bir akranımışım gibi sordu. Çok şaşırmıştım. "Ben her şeyi biliyo­rum kızım" deyince rahatladım. Artık, halamın yardımları ile Cemil Bey'le sık sık buluşuyor­duk.

Bütün bu yazdıklarımın üzerinden tam yirmi beş yıl geçmiş bulunuyor. Olup bitenler, şimdi bana bir rüya gibi geliyor. Bu dünyada artık hiç kimsem kalmadı. Sevdiklerim birer birer göçüp gittiler. Cemil Bey'den haber almayalı neredeyse yirmi dört yıl oldu.

Nasıl mı oldu? Neler mi oldu? Hatırlamaya çalışayım. Cemil Bey en son buluşmamızda, "Yarın akşam gelemezsem merak etmeyin" demişti. Sebebini sorduğumda "Yarın gelebilirsem söylerim" deyip gitti. İşte gidiş, o gidiş.

Sonra, yazdığı mektupta her şeyi anlatmıştı, ancak neye yarar. Meğer Saraydan Cemil Bey ile bir kızı evlendirmek istemiş­ler. Cemil Bey kabul etmeyince, babası Hakkı Paşa’nın tayinini Çıkarmışlar. Tabii Cemil Bey'in de. Kahrolmuş, yıkılmıştım. Tek teselli kaynağım Halam Şahende Hanım idi. Bu şartlar altında, evimizi Fazlı Paşa'ya taşıdık. Halam da Laleli'ye taşındı.

 

 

 

Halamın kızı Hasibe'nin daha Önce var olan hastalığı artmıştı. Çok geçmeden aramızdan ayrıldı. Hayat iyice çekilmez bir hal almıştı. Kaç sefer hayatıma son verme düşüncesi içinde oldum. Lakin Cemil Bey'i bir kez daha görebilirim ümidi ile hep vazgeçtim. Bir gün babam, omuzları düşük, beli bükük, avurtları göç­müş, kamburu çökmüş bir vaziyette eve geldi. Bir daha da evden çıkmadı. Hatta Rüknettin Bey'in babası benim boş kâğıdımı dahi eve getirmek zorunda kaldı.

 

Boş kâğıdını alınca, hemen halama koştum ve artık Cemil Bey ile evlenebileceğimi söyledim. Halam da "Acele etme, hele Cemil Bey bir gelsin" diyordu. Ben de her an bu hayalle yaşamıyor muydum? Ne yapıp, edip öğrenmeliydim. İlk fırsatta, Hakkı Pa-şa'Iarın yalısına gittim. Kimsecikler yoktu. Kapı komşuları Pakize Hanım'dan, Hakkı Paşa'nın çok Önceleri vefat etmiş olduğunu öğrendim. Cemil Bey ise bir yerlerde reji müdürlüğü yapıyormuş. Nerede diye heyecanla sorduğum soruya, "Metin ol kızım, duydu­ğum kadarı ile orada evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmış, sen de daha genç ve güzelsin, kendine yeni bir hayat kurabilirsin" diye cevap verdi.

 

Oradan nasıl ayrıldım, halamın yanına nasıl vardım bilmi­yorum. Bildiğim tek bir şey vardı ki, ben de artık halam gibi yaşlı bir kadındım. Meğer feleğin çemberinden geçmek bu imiş. İnsana bir sabır, bir tevekkül geliyor.

 

Ben bu haldeyken Moskof muharebesi oldu. Memleketin, altı üstüne geldi. Hiç bilmediğim, görmediğim geçim sıkıntıları baş göstermeye başladı. Babam bazı çalışanları çıkarmak zorunda kaldı. Ve babacığım, harp bitmeden bu dünyadan göçüp gitti. Bundan sonra çektiğimiz sıkıntılar yüz misline çıktı. Düşman Ayastefanos'a kadar geldi. Yakmaya bir parça kömür dahi bulamıyorduk. Bütün bu sıkıntılar içerisinde, gönül meselelerine yer mi kalır. Artık, sadece annemi düşünüyordum. Nihayet korktuğum başıma geldi. Anneciğim de Önce hasta­landı, sonra İyice elden ayaktan düştü, bir gün de yüzündeki gülümsemesi ile aramızdan ayrılıp gitti. Yapayalnız kalmıştım. Halamların yanma taşındım.

Hep O Şarkı, Fakat.:

Bir gün halam, "bu böyle olmaz, biraz gayrete gelip ruhumuzun ¦paslarını sümehyiz, diri diri mezara gömülmemeliyiz" dedi. Peki ne Halamın Bektaşi tarikatı üyesi olduğunu, bu yüzden babam­la aralarının soğuk olduğunu duymuştum. Sırf merakımı gider­mek için, onunla beraber bu toplantılara gitmeye karar verdim. 1 Hatta katıldığım ilk toplantıdan aklımda kalan şu mısra idi:

"Uzak sanıp bağırma

O senedir çağırma."

Bir gün halam, Vaniköy'deki Eşref Paşa yalısına davetli ol­duğumuzu söyledi. Gitmek istemiyordum. Ancak, ısrarlarını kıramayıp gitmeyi kabul ettim.

Ziyafet yerinde, kadınlar üst katta yiyip içiyor, erkekler ise bahçede kurulu sofralarda bu işi yapıyorlardı. Pakize Hanım, bahçedeki erkekleri tek tek isimlerini sayarak gösteriyordu. Bir ismi söylerken bana bakıp sesini kısmasının sebebini anlayama­dım. Sonra, bahçede çalgılar çalınıp, şarkılar söylendi. Pakize Hanım, yanımıza gelip, şimdi söylenecek şarkıyı iyi dinlememizi söyledi. Müziğe kulak kabarttım. Evet, bu bizim şarkımızın müzi­ği idi. Ama söyleyen kimdi? Allah'ım, hayır, olamazdı. Bu sesin sahibi o muydu? Yığılmışım.

Halama, sık sık Cemil Bey'i anlatmasını istiyordum. Ancak, anlattıkları kafamdaki Cemil Bey'le bir türlü uyuşmuyordu. O cıvıl cıvıl, korkusuz Cemil Bey'i değil, ürkek, sığıntı gibi duran birinin portresini çiziyordu.

Bu geceden üç gün sonra, halamla oturduğumuz eve ziyarete geldi. Tam da halamın anlattığı gibiydi. Ürkek, sinmiş, hep sıkıntılı bir halde idi. Meğer beni görmek için değil, halamdan kendi mesleki haklarının iadesi için Eşref Paşa'dan ricada bulunması için gelmişmiş. Keşke hiç gelmeseydi. Keşke hiç görmeseydim. Hayalimde hep o yıllar öncesi Cemil Bey olarak kalsaydı. Şimdi bütün hayatım birdenbire anlamını yitirdi. Kötü olan önümdeki değil, arkamdaki boşluk. Sanki Cemil Bey ile hiç tanışmamışız, hiç 

 

 
 Yakup Kadri Hayatı Edebi Yönü Eserleri

Ankara Romanı Hakkında Konu Özet İnceleme Yakup Kadri

Yaban Romanı Hakkında ve Özeti : Yakup Kadri

Hüküm Gecesi Hakkında Konusu Özeti Yakup Kadri.

KİRALIK KONAK ÖZETİ VE HAKKINDA ( Yakup Kadri)

Sodom ve Gomore Hakkında Konusu Özeti , Yakup Kadri

Hep O Şarkı Roman Özeti Yakup Kadri

Nur Baba Romanı Özeti Yakup Kadri

 BİR SÜRGÜN  (1937 i Panorama  (2 cilt, 1953)  Hep O Şarkı  (1956)

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar