Nabi Hayrabad Mesnevisi Özeti Hakkında Bilgiler

18.03.2015

 

 

HAYRABAD  HAKKINDA GENEL BİLGİLER 

 

Hayrâbâd, Baltacı Mehmed Paşa adına, 1705-1706 civarında Nâbî tarafından kaleme alınmış ünlü bir mesnevidir. Eser Feriddün Attar’ın, İlahiname  adlı eserindeki  Fahreddin  Cürcani ve padişahın kölesi adlı hikâyesinin genişletilmiş şeklidir.

Hayrabat’taki tarih kıtasına göre eser, 1705 yılında Baltacı Mehmet Paşa’nın Halep paşası ilken şairin  Halep ’e geldiği, Baltacı Mehmet Paşa’ya sığındığı ve  Halep ’te kaldığı yıllarda yazılmış ve Baltacı Mehmet Paşa’ya takdim edilmiştir.

 

Nabi bilindiği gibi koruyucusu olan Mustafa Paşa'nın 1686'da ölümü üzerine yerine gelen Çorlulu Ali Paşa ile iyi geçinememişti. Çorlulu Ali Paşa bir bahane ile onun evini yıktırması üzerine “ Görmüşüz” redifli gazelini yazmış İstanbul’da gördüğü bu sıkıntılar üzerine Halep ’e giderek oraya yerleşmişti. Nabi, Hayrabad ve  Hayriye  adlı eserleri ile birçok şiirini de Halep'te geçirdiği yıllarda kaleme almıştı. [1]Halep’te iken oğlu Ebulhayr’a öğütler ve nasihatler içeren Hayri­ye adlı mesnevisini kaleme almış, o güne kadar yazdığı şiirlerini de Halep’te iken Divanında toplamıştır.[2]Bu bakımdan Nabi, eserlerinin bir çoğunu Hayrabad’da dahil Halep’te iken yazdı ve oluşturdu.

 

Hayrabad, Farsça başlıklar taşıyan yetmiş bölümden oluşur. Eser,  Aruzun “ mef’ulü mefailü feulun”  vezni ile yazılmıştır.  Eserin bazı nüshaları 1996, bazı nüshaları ise 2007 beyittir. Eser de bir de tarih kıtası  bulunmaktadır. Bu eser çok sevilmiş  olduğundan 20 den fazla yazma nüshası ele geçmiştir. Hayrâbâd, döneminde bu tür hikâyelerden hoşlananların beğenisini kazanmış, uzun yıllar sevilerek okunmuştur.

Eser,  F.Attar ’ın İlahiname  adlı eserindeki  Fahreddin  Cürcani ve padişahın kölesi adlı hikâyesinin üzerine başka vaklar ilave edilerek ve o hikâyeye pek çok ilaveler katılarak  yazılmış şeklidir.  Eser, diğer mesneviler gibi, tevhid, naat, miraciye bölümleri ile başlar.[3]Baltacı Mehmet Paşa ve II. Ahmet’e methiyelerden sonra aklın ve faziletin önemini vurgulayan bölümlere geçer. Daha sonra da sebebi telif asıl hikâye bölümünde hikâyesini anlatır.

 

Bu eseri ünlü divan şairi Şeyh Galip özellikle de özgün olmadığı için eleştirmiş,  Şeyh Galip ,  Hüsn-ü Aşk mesnevisinin sebeb-i te’lîf bölümünde kendi zamanındaki genç şairler tarafından çok beğenilen Nâbî’yi Hayrâbâd isimli eseri üzerinden  “ izdivâcı tasvir etmekle” suçlamıştır.[4]  “ Hayrâbâd’ın genç şairler tarafından çok fazla övüldüğünü “ ifade ederek Nâbî’nin şairliğini ve eserini eleştirerek, “Hayrâbâd’ın konusunun Attâr’dan çalındığını, eserde orijinallik bulunmadığını” izaha gayret etmiş, böyle bir şey yapmanın iyi bir şaire yakışmayacağını “erlik midir” sorusuyla dile getirmiştir.[5]

 

Ş. Galip  "Bir hırsızın kemalini irâd" etmekten ibaret olan bu mesneviden daha mükemmel manzum bir hikâye kaleme alabileceğini”  söylemiş, bunun üzerine meclistekiler onunla alay etmişlerdi. Bu durum Ş. Galip’in onurunu zedelemiş, bir iddia yüzünden yazamaya başladığı Hüsn-ü Aşk’ı altı ayda bitirmişti. 1197/1782 [6]

 

HAYRABAD ÖZETİ

Macera konulu bir mesnevî olan Hayrabad'ın konusu kısaca şöyledir:

Cürcan ülkesinin padişahı bir içki meclisinde  Cavid  adlı nedimesini  Fahr adındaki bir gence ihsan eder. Padışah da bu nedimesini çok sevmektedir.  Fahrü’ddîn bu köleye âşık olduğunu gören padişah  köleyi ona bağışlar ve  “ al, evine götür “ der.

 

Şair Fahr, ertesi gün padişahın  yaptığı bu ihsandan vaz geceğini tahmin etmiş bu yüzden Cavid’i  tahtın altındaki bir  bölmeye saklamış ve Cavid’i yanında götürmemiştir.  Cavid’i kuyuya saklayan Fahr, iki tane de kâfûr mum bırakarak kapıyı kilitler, anahtarı görevlilere teslim eder.Ertesi gün Cürcan padişahı Hürrem Şah,  ayılıdığı vakit  nedimesi Cavid’i şair Fahr verdiğine pişman olur.  Sarhoş olduğu için böyle davrandığını söyleyerek şairden Cavid’i geri ister. Fahr ise Cavid’i götürmediğini iki mum yakarak tahtının  altındaki kuyuya sakladığını söyler. Şah buna sevinmiş kuyuya inerek Cavid’i görmek istemiştir.  Fakat kuyuya girildiğinde Cavid orada olmadığını mumların da bittiğini, ortada sadece küllerin kaldığını görürler. Bunun üzerine kâfur mumların devrildiğini yangın çıktığın ve Cavid’in yanıp kül  olduğunu zannederler. Padişah buna çok üzülüp  o günü ibadetle geçirirken Şair Fahr ise üzüntüsünden  çöllere düşmüştür.

 

Oysaki. Çalak adlı bir hırsız sarayı soymak için evi ile sarayın arasına bir kuyu açmış,  sarayı soymaya gelirken Cavid’i yangından kurtarmış ve evine götürmüştür. Padişah  ise tesadüfen bu kuyuyu tespit ederek hırsızın evine ve Cavid’e kadar ulaşır. Fakat padışahı gören kız kendisini Fahr’e verdiği için padişaha dargındır ve karşısında görünce korkudan kaçmaya başlar.  Padışah Cavid’i kovalarken hırsız da her ikisini takip etmeye başlar.  Cavid ise  kaçarken çok güzel bir kuyuya düşmüştür. Düştüğü bu kuyudan bir bahçeye girer. Bahçede ise  Tamtam adında bir ifrit vardır. İfrit ve adamları Cavid ve padışahı yakalayıp bağlar. Onları izleyen hırısız Çalak, ifriti ve adamlarını öldürür.  Şah, hırsız ve Cavid saraya döner.[7]

 

Eve dönerlerken bu defa öteden beri Hürrem Şah’a öfke besleyen Kirman Şahı’nın gönderdiği Şeb-rev adlı bir katilin saldırısına uğrarlar ve yine Çâlâk tarafından kurtarılırlar. Padişah Fahr’i de sahradan getirterek başlarından geçenleri anlatır ve Çâlâk’ı şehrin ileri gelenleriyle tanıştırır. Bu arada kuyuda Tamtam’dan kurtardıkları genç kız ile Çalak  birbirlerine âşık olurlar.

 

Çâlâk kızı annesinden ister ve düğünleri yapılır. Çâlâk bir müddet ortadan kaybolur. Padişaha suikast düzenleyen Kirman Şahı’nı esir ederek döner. Hürrem Şah büyüklük göstererek Kirman Şah’ını affeder ve ülkesine dönmesine izin verir. Hürrem Şah, kederlerinden kurtularak Câvîd, Fahr ve Çâlâkla birlikte mutluluğa ulaşır.”


 

KAYNAKÇA 

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar