Refik Halit'in Kuvvete Karşı Öyküsü Metni Ve ABD Ye İlk Türk Başkaldırısı

19.11.2019

 

KUVVETE  KARŞI HİKAYESİ VE REFİK HALİT 

 Kuvvete Karşı adlı öykü Refik Halit Kara’ın Memleket Hikayeleri' adlı öykü kitabı içine aldığı fakat 1913 yılında iken Sinop’a sürgüne gönderildiği sürgün yıllarında yazmış hikâyelerden önce yazmış olduğu bir hikâyedir.

Yazar bu hikâyesini Erenköy’de ikamet ettiği yıllarda ve daha 22 yaşında iken yazmış lakin bu öyküsünü kitabına almadan önce yeniden gözden geçirmişti.   

Refik Halit Karay ,hemen her bir öyküsünde farklı bir konuya temas etmiş olan, olay hikâyesine yakın bir tarzı olsa bile durum hikâyeciliğinin yöntemlerini de kullanmış olan bir öykücüdür. Onun öykülerinde en dikkat çeken hususlardan bir diğeri de hiçbir öyküsünün konusunu kimseden aşırmamış olması, hiçbir öyküsünü kimsenin tesiri altında yazmamış olmasıdır. Refik Halit’in her bir hikâyesi kendi alanında keşif bir konu, özgün bir yaklaşım içermektedir.

Yazarın bu öyküsü de konusu itibarı ile gözden kaçırılmış, üzerinde durulmamış ve nedense hakkında çok da irdelemesi yapılmamış bir öyküdür.  Refik Halit’in bu öyküsü  Amerikan şımarıklığı ve Amerikalı denizcilerin Türkiye’deki akıl almaz ahlaksızlıklarını anlatan ve  güçsüz bir milletin güçsüz bir ferdinin onlara karşı isyanını dile getiren ilk öykü olması ile dikkati çekmektedir.

Öykünün daha 1903 yılında bu konuyu işlemiş olması,  Amerika’nın ve Amerikalıların ülkemizde  takındıkları lakayt tavırları, umursamaz ve utanmaz hareketleri karşısında toplumun duyduğu ürkekliği, tiksintiyi, ezikliği ve çekingenliği konu edinen öykü. Bu duruma bireysel olara baş kaldıran Suphi’nin sonucu belli olmayan bir başkaldırısını dile getirmektedir.

Öykü hem üslubundaki devrine göre sadelik, hem betimlerlerindeki ustalık, hem de olayları tasvir edişindeki kıvraklık ve munislik ile de dikkati çeker. Öykünün fonundaki ezilmiş Türk kimliğinin şahlanışı, ezilmişliğe karşı başkaldırısı günümüz için de güncellik taşımaktadır.

 

Bir asırdan önce yazılmış bu öykü bu gün de alışık olduğumuz, kaba, hoyrat, terbiyesiz, büyük devlete mensup olmaktan kaynaklanan şımarık Amerikalı portresini oldukça başarılı olarak çizmiştir. Hülasa aradan geçen bir asra rağmen ne Amerikalı imajı değişmiş ne de bu ülke değişmiştir.  Öykü bu gerçeğe de parmak basmasındaki başarısı ile günümüzde de güncelliğini muhafaza etmektedir. 

KUVVETE KARŞI

Amerikan Sefareti maiyet (el altında tutulan, bağlı) vapuruna mensup dokuz gemici idiler. Her pazar gecesi ceplerini dolduran İngiliz liralarını Tarlabaşı’nın karanlık sokaklarıyla Tokatlıyan’ın buğulu camları arkasında dağıtırlar, ta sabaha karşı sandık sepet birbiri üstüne dolarak murdar kira arabalarıyla Fındıklıya rıhtıma inerlerdi.

O zaman soğuk sular üzerinde sisleri yağmurları iterek esen kış rüzgârı uykusuzluktan kızaran gözlerini işretten (içki içme) kuruyan dudaklarını serinletir biraz evvel  Yeniçarşıdan geçerken yalnız çerçeve hizaları parlayan pencerelere karşı, at öküz sesleri çıkararak, ıslıklar düdükler, çalarak çılgınlıklar yapan dimağlarına deniz havası bir sükunet verirdi. Kendilerini gemiye götüren sandalın içinde hepsi sakin ve halim dalgalara bakarak iyi şeyler düşünürler, memleketlerini hatırlarlar, mecnunluklarına çıkışan gizli bir ses duyarlardı.

Onlar zengin ve başka tebaadandı (uyruk) . Bizim askerlerimizin çevreleri ucuna bağlanmış zavallı silik mecidiyelerine (gümüş 20 kuruş ) alışan halkımız onların yelek ceplerinde dizili liraları karşısında küçülür, bunlar kadar sarf edemediklerinden müteessir, izzetinefislerinden bir şeyin eksildiğini duyarlardı. Bu haşarılar zabıtanın yalnız onlara verdiği hürriyetten köye inmiş şehirliler gibi Rum kızlarına büyük caddede diavoloo şarkısını söyleterek mutasarrıflığın (Beyoğlu Kaymakamlığı) önünde bağırışıp, koşuşarak istifade ederler, en temiz gazinoları gemici meyhanelerine çevirirlerdi. Bir Ermeni bankerin bir Rum dükkâncının bir gazete müdürünün azametle kurulup oturduğu ciddi görünmek ciddi bulunmak istediği tiyatroda onlar, panayır palyaçolarına benzer tuhaflıklara başlarlar birbirlerinin açık başlarına gizliden silleler atıp sonra saklanarak arkalarına ilanlar iğneleyerek sahnedeki aktrise soğuk laflar atarak, kendi hususiyetlerinde yaşarlardı.

Bazen seyircilerden bir itiraz yükselmek ister fakat neticede herkes hazmetmeyi tercih ederek susardı. Bunu gemiciler de pekiyi fark ederdi. Her hafta mesela değişmiş bir şapkası rutubetten kurtulmuş rugan iskarpinli ayakları, işçi ellerini örten manşonları, çürük boyunlarına sarılan boalarıyla yenileşen, kibarlaşmaya başlayan Rum kızları Yani’nin namuslu müşterileri yanında neşelenmedikçe viski bira kadehlerini arttıran bu adamlar tenhada olmak için arabalar ile ta Kâğıthane tepesine kadar uzanan gece seyranlarına başlarlar; bundan aldıkları zevki tamamlamak için bir müddet ıssız sokaklar fenersiz yokuşlar kapıları fark edilmeyen mahalleler içinde kaybolurlardı.

Bazı geceler ise kadınsız Tokatlıyan’a gelirler, adi hareketler şimendifer vapur düdüklerini taklit eden seslerle herkesi kaçırırlardı.

 

Suphi, Tepebaşında iyi bir piyes oynanacağını sabahleyin geçerken görmüş ve İzmaro’ya uğrayarak akşam beraber tiyatroya gideceklerini söylemişti. İkisi de üç aydır sevdikleri birkaç oyun vardı ki her tekrarında kaçırmak istemezler, gündüz en önde biletlerini alarak akşam tam dokuzda yerlerine gelirlerdi. İzmaro, Hamalbaşı sokağında bir evde oturuyordu.  Hiç sert olmayan teyze dediği ihtiyar kadın evin pek eski ve en kibar müdavimi (devamlı gelip giden) olan Suphi ile onu her zaman bir metres gibi serbest bırakırdı.

Tiyatro kalabalıktı. Amerikalı gemiciler hep lacivert sivil elbise giymişler bir sıra dokuz koltuğa yerleşmişlerdi onların etrafında gürültüler kahkahalar hayvan sesleri vardı yakın olanların çehrelerindemenedememekten gelen bir husumet kırışıyordu zavallılar dinleyemiyorlardı pipo dumanları arasında çıplak kafatasları traşlı esmer simaları ufak yeşil gözleri farkedilen bu koca adamları tokatlamak ihtiyacıyle yanan bükülen eller kuvvete karşı ezilmek korkusu içinde hareketsiz kalıyordu. Suphi de böyle idi. Sık sık arkasına dönüyor dişlerini kısıyor etraftan yardımçı bekliyordu onun en çok ümidi en arka sıralarda idi. Halbukf susuyorlardı en ufak vesilelerle şımarıklık yapan bu büyük kitlenin düşündü ki kuwet belini büküyordu o yalnız acze karşı kabarıyordu yalnız galebe ümidini görünce hücum ediyordu. Bu gece hiç rahat değildi gülemiyordu hatta İzmaro’nun sözlerine bile cevap veremiyordu ta. Kalbinin sızladığını dimağının şiddetli bir baskı altında vazifesini göremeyecek kadar ezili kaldığını duyuyordu. Gemiciler perde aralarında hatta bazen biraz evvel çıkıyorlar bir bir üstüne birçok ispirto yuttuktan sonra at cambazhanesi sahnesine giren bir palyaço kafilesi gürültüsüyle kanepelerine düşüyorlardı. Bunlar her halde fena adamlardı.  

Hükümetin aczinden insafsızca istifade ediyorlar, bu aczin hükmünde yaşayan insanları hiç hiç addediyorlardı. Suphi, fena şeyler düşünüyor, fena misaller buluyordu. Biz diyordu “Şimdi burada ağıla çekilmiş bir koyun sürüsü gibiyiz.  Bu gemiciler köyün meyhanesinde şişeleri doldurup ahırımızda seyahate hazırlanan eşkıya çetesine benziyor.  Bağıracaklar, gülecekler, biz zavallı gözlerimizi sahneye dikerek kulaklarımızı dolduran gürültülerden baygınlaşarak o koyunlar gibi esir mecbur uyuklayacağız.”

Şimdi tiyatro gözünden silinmişti. Ücra dağlar başında siyah kiremitli bir karanlık ağıl görüyordu dışarıda şimşekler yağmurlar vardı içeride ıslak yorgun hasta koyunlar başlarını birbirinden çevirmişler uyumak istiyorlardı. Ta kenarda kocaman bir ateş yanıyor, fena kıyafetli birçok adamlar yaygaralar kopararak tanımadığı vahşi bir lisanla türkü söylüyorlardı. Yukarıda çitten bir yataklık üstünde vücudu gölgelere karışmış ihtiyar bir çoban eşkıyanın yaktığı ateşin ışığıyla yüzü tutuşmuş söküklerini dikiyordu. Bu garip bir hülya idi. İzmaro hissiz duruyor galiba da alışmış olduğundan bu hali ehemmiyetsiz görüyordu.  Yüksek sesle gülmemek için kendisini zorladığından bütün vücudunu titreten gizlenilmiş çapkın kahkahalarıyla Suphiye sokuluyor-Ah ne güzel ne güzel -diyordu.

Hâlbuki sahnedeki komik bile hiddetli duruyor gemicilerden çıkan her garip seda ile kocaman yüzü, kızarıyor, kanlanıyordu. Hareketleri dudakları tuhaflıklar eden bu adamın zihninden geçen ciddi düşünceleri halle uğraşan Suphi, bütün bu kızarışların zebun (düşkün) bir milleti güldürmeğe tenezzül etmesinden ileri geldiğini zannediyor, hiddetinden titriyordu.  Hâlbuki işte kendisi de onlardandı. Susuyordu kıvranıyordu fakat yapamıyordu. Artık iyice rahatsızlanmıştı sapsarıydı. Oyun bitip çıkarken gözlerinde intihar ederken kurtarılan adamlarınki gibi memnuniyetle karışık bir esef kalmıştı. Memnundu zira sonra pişman olacağı bir vakaya meydan vermemişti fakat aynı zamanda müteessirdi zira çaresizliğini duyuyordu.  İzmaro kalabalık içinde sordu

–Tokatlıyan’a gideceğiz değil mi Suphi

_ Evet dedi

Yürüdü zira endişelerini hislerini anlayamayan bu kadınla birdenbire karşı karşıya gelmekten, ona uymaya mecbur olmaktan, onunla yalnız kalmaktan korkuyordu. Tiyatrolardan çıkanlar koşmuş birahaneyi doldurmuştu. Aydınlığın altında geniş bir sigara dalgası açılıyor, içinde kocaman kadın şapkaları deniz otları gibi sağa sola ağır ağır sallanıyordu. Suphi bütün bu uyuşuk aciz insanlarla çürümüş bir gemi enkazına sıkışan şişkin cesetler arasında benzeyiş buluyordu.

 Bu gece her şeyi kötü görüyor kötü buluyor, fenalık seyretmek istiyordu. Geniş bir mermer masaya oturdular.  Orası nasılsa boş kalmıştı. Ortadaki kapı döndükçe içeri bir insan garip bir şekil ne olduğu nasıl yaşadığı bilinmeyen kafasında neler dolaştığı hallolunmayan bir muamma giriyordu. Acaba onun da eziyetleri böyle hastalıkları dertleri var mıydı?  Yaşamaktan daima ihtilaçlar içinde çırpınmaktan her zaman mağlubiyete mahkûm bulunmaktan bir intikam hissi duymuyor muydu? Birden tramvay borularıyla araba gürültüleri içinden bir şamata yükseldi. Kapı yıkılır gibi açıldı, gemiciler içeri girdi. Yalnız Suphi ile İzmaro’nun oturdukları geniş masa boştu. Oraya geldiler. Eğer çaylar ısmarlanmamış veyahut gelmemiş olsalardı hemen kalkacak kaçacaktı. Dişlerini kilitledi ve yanındaki kadına alakalı görünmek için öteberi konuştu. Bu gece neferler çıldırmıştı. Amerika’da zengin ailelere mensup oldukları söylenen bu adamları gurbet değiştirmişti. Belki onlar Çin’de Singapur’da Filipin adalarında seyahat eden vatandaşlarının hikâyelerini burada tatbik etmek istiyorlar, burada da o çılgın şımarık sergüzeştlerle(macera) yaşamak arzu ediyorlardı.

Suphi bunlara o kadar yakındı ki tütün ispirto kokularından rahatsız oluyor hiddetinden ağlayacak kadar sinirleniyordu. Gemicilerden kırmızI saçlı sarı çıplak gözlü bir adam sandalyesini iterek Izmaro’ya sokuluyor,  İngilizce birtakım sesler çıkarıyor, sahte bir aşık tavrıyla başını arkaya sarkıtarak -Oh . Oh .n diyordu.

 Öbürleri -lambaları titreten kahkahalarla gülüyorlar, dişisine eziyet edilen bir bağlı köpeğe çevrilen nazarlarla Suphiye bakıyorlardı. Beş dakika içinde sarhoşluk o derece arttı ki İzmaro bile bir tehlike çıkacağını anlayarak kalkmak istedi. Suphi paltosunu getirtti gidiyorlardı. Bu sırada gemicilerden biri yerinden fırladı masa üzerinde duran fesi Suphi’nin fesini kaptı başına geçirdi.  Arkadaşlarının alkışları arasında öbürünün bıraktığı sandalyeye oturdu. O ayakta idi İzmaro, dönmüş, korkmuş, gözlerinde dökülmeğe hazır yaşlarla etrafına bakıyor her kadın gibi yardım bekliyordu. Suphi bile evvela imdat isteyen nazarlarla bakındı ve herkesin kendisini seyrettiğini görerek ta kalbinden yaralandı

-Bir polis yok mu Bu rezalettir.

 Diye haykırdı. Bu ses durmuş, çatal bıçak sedaları üzerinde susmuş, dudaklar dikilmiş gözler karşısında korkunç ve acıklı bir inilti gibi aksetti. Hiç kimse kımıldamadı bir şey söyleyemedi. Herkes başını önüne eğdi belki gülenler bile vardı. O zaman içlerinden biri artık bu maskaralığa nihayet vermek için fesi kaptı, masaya fırlattı. Sonra sarı herifi kolundan yakalayarak aralarına aldı. Suphi serbest kalınca İzmaro’yu çekti. Etrafa hiç bakmayarak yüzlerce sandalye arasında dar karışık yollar bularak yürüdü.  Adamlara çarparak, ayaklara basarak sokağa fırladı.

 

 Kuruyan boğazından bir kelime söylemeğe mecal yoktu. İzmaro mütemadiyen ağlıyor, önce koşarak adeta kaçıyordu. Eve girdikleri zaman uzaktan başka kimseye rastlamadılar doğru odaya çıktılar. Birahaneden kaçtıklarından beri ikisi de bir kelime söylememişlerdi. Suphi kapı perdelerinin yanından mahcup duruyor, çarçabuk soyunan daha geniş ağlamak için yatağa girmeğe hazırlanan kadına bakıyordu.

Ne bir kelime ne bir ufak davet. İzmaro dekolte koltuğa kapanmış ve elleriyle yüzünü örtmüştü. Suphi şimdi bu sakin odada zilleti daha iyi duydu. Hareketinden dolayı nedamet etti. Müthiş bir kinle gemicileri düşündü uğuldayan kulaklarında onların kahkahasını duydu. Yumruklarını sıkarak durduğu yerlerde kıvranarak, Türklüğüne memleketine acıdı. Bütün gazino halkını mermer gibi yerinde donduran kendisini dilsiz ölü eden kuvvete karşı büyük bir gazap duyuyordu. Sonra kanepede ağlayan Rum kızına baktı, onun nazarında bile bir hiç olduğunu düşünerek  “ Eyvah “  dedi.

Gemicilerin gene orada içip kudurduklarını düşündü. Beynini yakan bir şimşekle karar verdi. “ Şimdi gelirim “dedi. Merdivenleri dörder dörder atladı kapıyı açtırıp, sokağa fırladı. Tokatlıyan’ın camına dayandı kendisini öldüren haksız sefil kuvvete bir anarşist kiniyle baktı. Onu büyük ve azametli gördü etrafını çeviren ufak düşmanları kayıtsız buldu. Zamanı gelmiş olduğundan içerde bazı lambalar söndürülüyordu. Suphi ellerini kilitleyerek bir iki adım yürüdü onların nereden dönebileceklerini düşündü sonra gitti. Yeniçarşı’nın köşesinde durdu. Büyük Caddeye koca bir dumanın yayıldığını Gazinonun önünü göstermeyecek kadar ağırlaştığını görüyor başka bir şey fark etmiyordu. Hatta şimdi ne evini ne İzmaro’yu ne de kendisini düşünüyor, dimağı yalnız bir noktaya dikilmiş “Ah gelseler “ diyordu. Aşağı doğru yürüdü döndü birden gemicileri kendisine çok yakın gördü havagazı lambasının altına gelmelerini bekledi sonra kırmızı herifi aralarında fark edemeyince fırsat kaybetmek korkusuyla gerildi kolunun olanca kuvvetiyle içlerinden birine koca bir yumruk indirdi. Şimdi elleriyle, bacaklarıyla,  yandan, arkadan tekmeleriyle hepsine önüne gelene vuruyor, gözlerini kapayarak bir eli sert bir yumruğu ısırıyordu. Daha sonra nasıl oldu. Fark edemedi ensesine inen bir yumruğun tesiriyle yere kapandı her tarafının tekmeler altında ezildiğini kırıldığını duydu.  Çırpındı kalkmaya, uğraştı fakat muvaffak olamadı. Keskin bir şeyin beyni üzerinden geçtiğini anlar gibi olurken yüzüstü çamurlara düştü kaldı.

İzmaro birçok bekledi nihayet gecelik gömleği altında kollarının çıplak kaldığını üşüdüğünü hissederek yatağına girdi. Sahi artık havalar serinleşiyor kış geliyordu.

Erenköy 1903

Refik Halit Karay Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri

Memleket Hikayeleri'nden Özetler Refik Halit Karay

Gurbet Hikayeleri Hakkında Eskici Hikayesi Özeti Refik Halit Karay

EDEBİYATIMIZIN ÜSTADLARINDAN REFİK HALİT KARAY

SÜRGÜN Romanı Özeti ve Refik Halit Karay Hakkında

Refik Halit Karay Yatık Emine Hikayesi İnceleme Özet ve Metni

Refik Halit Karay Şeftali Bahçeleri Öyküsü ve Özeti

Gurbet Hikayeleri Hakkında Eskici Hikayesi Özeti Refik Halit Karay

Refik Halit Gurbet Hikayeleri Testi Öyküsü ve Özeti

Refik Halit'in Gurbet Hikayeleri Analizi ve Yara Öyküsü Özeti

Gurbet Hikayeleri Antikacı Öyküsü Konusu Özeti ve Refik Halit

Refik Halit Gurbet Hikayeleri Dişçi Öyküsü Metni ve Öykü Hakkında Düşünceler

Refik Halit Gurbet Hikayeleri Öyküleri Özetleri ve Metinlerine Bağlantılar

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar