Şarab Türleri ve Adları
Eski devrilerde ve divan edebiyatında şarap oldukça çok yer almıştır. Divan edebiyatında şarap işe eş anlamlı olan veya şarap türleri olduğu belli olan sayısız kelime kullanılmıştır. Kısa bir çalışma sonrasında tespit edilen şarabın eş anlamlısı olan sözcükler ile şarap çeşitleri aşağıda sıralanmıştır.
Âb-ı ahmer, âb-ı âteşîn, ateş-i ter (Kırmızı şarap),
Ab-ı engur ( Üzüm suyu) (Üzüm Suyu Ab -ı Engür Nedir )
Ab-ı harabat (meyhane suyu)
Ab-ı kevser ( Cennet suyu) ( bkz Kevser ve Şarap)
Bâd-ı şimalî (Farsça: Kuzey rüzgârı – şarab)
Bint-ül kerem ( kerem- kızı: şârab, hamr anlamında )
Bint’ül İnep : Üzüm kızı mecazen rakı veya şarap Bintü'l inep Nedir Şiirlerde Üzümkızı ve Şarap Mazmunu
Çakır: Eski Türkçede şarap anlamı da taşır.
Dide-i horos : Horoz gözü ( şaraba verilen bir diğer isim )
Duhter-i Rez : Üzüm kızı ve şarap
Dürdkeş : ( Tortulu şarap içen- Farsça)
Dürd-i Mey : Şarap tortusu
ENGÜRÜ: Engürü Farsçada üzüm demektir. Şu halde bir cins üzüm şarabına engürü denir. Ankara’nın eski adı Engürü olduğu için muhtemelen Ankara şarabı anlamı ile de kullanılmıştır.
Erguvan İle Erguvan Şarabı: Erguvandan yapılan veya erguvan renkli şarabtır. Eski tıp bilimine göre erguvanın tabiatı kuru ve soğuktur. Bu nedenle eski devrin ayyaşları erguvanın şerbetinin sarhoşları ayıltan, mahrurluk halini gideren bir özelliğe sahip olduğunu iddia etmişler, erguvandan yapılan şarapların ferahlık verdiğine inanmışlardır. [1]
Eski devrilerde kırmızı renkli şaraplara erguvan şarabı dendiğine dair işaretler de vardır. ( bkz: Erguvan İle Erguvan Şarabı ) Eski edebiyatçıların erguvan şarabı derken daha ziyadede şarabın rengini kast ettiklerine dair emareler bir hayli fazladır. Eski şairlere bakarak erguvandan şarap yapılıp yapılmadığını idrak edemiyoruz. Fakat eski şairler şiirlerinde sık sık şarab-ı erguvani ve şarab-ı erguvan renkten söz etmişlerdir. Divan şairlerine göre erguvan şarabı veya şarab-ı erguvan renk, yanaklara ve gözlere kan rengi veren, iç açan, gönül açan, ferahlatan, ömre ömür katan, humarı ( sarhoşluk sonrası oluşan baş ağrısı ) def eden bir şaraptır.
Her tarafdan şu’le-sâz oldı nihâl-i ergavân
Bâğa âteş düşdi sandı eyledi bülbül figân (Nev’î, M/1)Gamdan halâs ister isen gel Necâtîyâ
Dil cür’asını câm-ı mey-i ergavâna at Necâtî Bey
Eger olmasa bâde-i ergavân
Kalur mıydı bir kimse benzinde kan Hâletî
Evije : Halis şarap
Fazih - Hurma Koruğu Şarabı : Hurma, güzel tadı, turuncuya çalan rengi, hoş kokusu ve aroması ile güzel bir meyve ve ağacıdır. Bu nedenle bedevilerin hurma koruğundan yaptıkları şaraplar oldukça güzel içimlidir.
Bedevilerin fazih adını verdikleri hurma şarabı bedevilerin en makbul gördükleri içkilerden biridir. Kimi kaynaklara göre hurma şarabı deve sidiği ile karıştırılıp içilir. Deve sidiği ile karıştırılan hurma şarabının çok sert bir içki haline geldiği söylenmektedir.
Gubeyra: Habeş’te darıdan yapılan bir cins şarap.
Gül Şarabı: Yabani gülün çiçeklerinden yapılan bir şaraptır. Yaban gülünün çiçekleri kurutulup, yeteri kadar su ve şeker eklenip kaynatılarak, sonra da içine şarap mayası ve limon tuzu katılarak ağzı sıkıca kapalı bir kapta şarap kıvamına getirilinceye kadar bekletilen bir şaraptır.
Handeris : Eski şarap.
Haniye: Şarap.
Hun-i cân : Şarap.
İsfend : Şarap.
Kafkaf : Şarap, hamr.
Kandid: Şeker kamışı şarabı
Kevser Şarabı : Cennet şarabı, Cennette akan şurub nehri
Kındîd : Şarap, hamr.
Kümeyt : Kümeyt hem koyu kahverengi veya kızıl renkli doru at hem de kırmızı renkli veya koyu renkli şarap anlamlarına gelecek şekillerde kullanılmıştır. Bu nedenle kümeyt sözcüğü hem şarap hem de at ile alakalı kullanılan bir sözcüktür.
Sur sakiya kümeyt-i sebük-seyr-i sagarı
Gezdirmedi ilacı su inmiş ayağına Emî
Beyitteki “ayak” sözcüğü hem atın ayağı hem de kadehin ince tarafı anlamlarındadır. ( bkz Kümeyt Nedir Doru At ve Şarap )
Kut-ı Mesih: Hurma. Şarap.
Limon Şarabı: Limon suyuna şeker katılarak, kaynatılarak, şarap mayası eklenerek, bekletilerek yapılan bir şarap veya likör türüdür. Limon ve gül şarabı divan şiirinde de karşımıza çıkmaktadır.
Gül ü leymun şarabı gibi verdi çâşi câna
Lebin nûş eyledim âmiziş-i lütf u gazaplara Şerif [2]
Maziye: Şarap, hamr.
Meşmule: Şarap.
Mey: Şarap, içki. (Farsça)
Mey-i Engürü: Engürü şarabı
Mukalkal: Şarap, hamr.
Müdam: Şarap, mey, hamr.
Mül: Şarap. (Farsça)
MÜSELLES: (Üç kere kaynatılan ve damıtılan, haram olmadığı düşünülen şarab ( bkz: Müselles Nedir Haram Olmayan Şarap )
Müskir: Sarhoş edici, şarap ve içki.
Mustar: Şarap.
Naki': (Çoğulu: Enkia) Kuru üzümü su içinde ıslatarak yapılan şarap.
Nebiz: Hurma şarabı
Nakıs: Ekşi şarap.
Nuşdaru: Panzehir. Tiryak. Şarap. (Farsça)
Pakend : şarap, bâde. (Farsça)
Rah: (Çoğulu: Rayâh) Şarap, içki, hamr.
Rahîk : Saf şarap
Reyah: (Tekili: Râh) şaraplar.
Sa'f: Bir şarap cinsi.
Sabûh : Sabah içilen şarap. (Arapça) ( bkz Sabuhi Nedir Sabahleyin İçilen Mahmurluk Şarab)
Sabuhi: Sabahleyin şarab içmek , sabah şarabı
Sahbâ / صهبا: Şarap. (Arapça)
Selsâl : İçimi kolay olan şarab
Seker. Hurmanın nakii, yani maserasyonu, yani su içinde ısıtmadan bırakılınca, köpüklenir ve tadı keskin olursa seker denir
Seru: Boynuz. Boynuzdan yapılmış şarap kadehi. (Farsça)
Sırf: Su katılmamış şarap
Süci ( SÜCİG) : Eski Türkçede şarap
Şahdaru: Şarabın ilk adı, can veren ilaç -şah ilacı - panzehir, tiryak ve ilaç” anlamlrında amcak mecazen şarab anlamına gelen Farsça kökenli sözcük, hatta bir şarap cinsidir. “Burhan’ı Katı’ya göre şâhdârû, şarâbın mucidi olarak görülen Cemşid’i Hurşid’in keşf ettiği şaraba verdiği ilk ad olmaktadır.” [3] ( BKZ Şahdaru Nedir Hz Nuh ve Cem ile Şâhdârû
Şarâb-ı bî-gaş: hîlesiz ve katkısız şarap.
Şarâb-ı dilgüşâ: Gönül açan, süsleyen şenlendiren şarap
Şarab-ı lale rengi : Lale renkli şarap , hatta lale biçimli şarap kadehi
Şarâb-ı nâb : katkısız şarap.
Şarâb-ı Nûhî: bin senelik eski şarap. Doğu kültüründe Cem veya Nuh Peygamber şarabın mucidi olarak kabul edilir. Şarâb-ı Nûhî ise Hz Nuh zamanından kalma yıllanmış şarab manasındadır. ( bkz ŞARAB-I KÖHNE MEY-I KÖHNE ŞARAB-I NUHI YILLANMIŞ ŞARAP )
Şarâb-ı rumnâni : nar rengindeki şarap.
Sebic: Yatık veya sekik adı verilen, ağzı dar şarap testisi. Hurmadan elde edilen içki, bir nevi şarap.
Şemul: Sâfi halis şarap.
Sürh-âb: Kırmızı su. Mecazi olarak Kan veya şarap. (Farsça)
Tıla': Üzüm suyundan kaynatmak sebebiyle üçte birinden azı giden şarap. merhem, yağ, ilâç. "Taze şıra, ateşte ısıtılıp üçte ikisi uçacak şekilde ısıtılır. Şıranın üçte birinden çogu kalırsa bu klan sıvıya tıla denir. Tıla, eğer gaz çıkararak kabarıp, keskin bir tada kavuşursa sarhoş eden bir içki haline gelir. ( bkz Şarabı Haram Olmaktan Kurtarmak Şaraba Tuz Katmak )
Ukâr : Kımızı şarab
Ulk: Şarap.
Ümm-ül habâis: (Kötülüklerin anası) şarap, içki.
Ünnab- Hünnab Şarabı: Kırmızı renkli güzel kokulu ünnab yemişinden yapılan bir şarab cinsiydi. Ünnab veya hünnab güzel kokulu, kırmızı renkli, dağlarda yetişen bir ağaç ve yemişidir. "Hünnap ağacı ve meyvesi, zizyphus vulgaris"[4]Çin hurması olarak da bilinen bir ağaç ve meyvesidir.
Eski devrilerde unnab bir çok derde iyi gelen şifalı bir bitki olarak kabul edilmiş, örneğin yemişinin çekirdekleri havanda dövülerek ve içine su katılarak ishal ilacı olarak da kullanılmıştır. [5] Eski devrilerde hünnap pek çok derde iyi gelen bir yemiş olarak da görüldüğü için hünnaptan yapılan şarab da makbul kabul edilmiştir. [6
Saki sunuver şarâb-o unnâb
Kim kaynadı kan dem-ü inebden Şeyhi
Hünnab sarabı, üzüm suyundan yapılan şaraba nazaran daha az şekerli dolayısı ile teskin edici bir şarap imiş. Şair, bu beyitte üzüm suyundan yapılan şarabın kanını kaynattığını, hararet verdiğini, sakinleşmek için hunnap şarabı istediğini söylüyor.
Unuşe: Refah, huzur, rahatlık mecazi olarak şarab , içki
Yakut-u müzab: Kıvama gelmiş olgun yakut mecazen : Göz yaşı. Kan. Kırmızı şarap.
Zerab: Beyaz şarap. (Farsça)
Zerdab: Beyaz şarap. (Farsça)
KAYNAKÇA
[1] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/erguvan-ile-erguvan-sarabi/100406
[2] A.T.Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, MEB, 1996, S. 452
[3] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/sahdaru-nedir-hz-nuh-ve-cem-ile-sahdaru/139750
[4] https://turkcenedemek.com/kelime/h%C3%BCnnap/
[5] Lehçet’ül Lugat
[6] A.T.Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, MEB, 1996, S. 453