Nergisi Hayatı Eserleri Konuları Süslü Nesri

19.06.2011

 

Hamse-i Nergisî  İstanbul HYıl: 1285 MYıl: 1869 Matbaa: | Janus

NERGİSİ- HAYATI
 

Nergisi : ( d. 1592, Bosna – ö. 1635, Gebze ) 
17. yüzyıl yazarlarındandır. Asıl adı Mehmet'tir. Bosna'da dünyaya geldi. Ailesi Kadı Nergizadeler denilen bir ailedir. Babası Ahmed Efendi ise Saraybosna kadısı iken Saraybosna'da dünyaya gelir. İlköğrenimini Saraybosna’da yapan Nergisi daha sonra İstanbul’a gelerek tahsiline burada devam eder. 

İstanbul'da medrese öğrenimine başlayan Nergisi, Kazasker Kafzade Feyzullah Efendi’den ders alan öğürencilerden birisi oldu. İlmiye sınıfına giren Nergisi devrinin tüm ilimlerini öğrendi. Aynı zamanda önemli bir hat sanatçısı olan Kafzade Feyzullah Efendiden hat derslerini de alan[[1]Nergisi hat sanatımız açısından da önemli bir isim olmuştur. Nergisi, hocası Kazasker Kafzade Feyzullah Efendi gibi tarihe adını yazdıran en önemli hattatlarımızdan birisidir.

Talik yazı stilinin Hurde Nikeşte yazı tütünü en iyi yazan  Meşhur Hattatlarımız  dan birisi olan Nergisi bu yazı sanatındaki başarısı ile en tanınmış Hat Sanatı sanatçıları arasında gösterilmektedir. (Şahamettin Kuzucular, https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/meshur-hattatlarimiz-ve-ekolleri/80118 )

Kafzade Feyzullah Efendi'den ders alırken babası vefat etmiş ve geçim sıkıntısı nedeni ile tasilini  yarıda bırakmak zorunda kaldıysa da Kafzade Feyzullah Efendi onu mülâzemet olarak yanına alır.  Hamisi ve hoıcası olan Feyzullah Efendi’den sülüs, nesih ve ta‘lik öğrenmiş,  birçok yerde müderris olarak görev yapmış  ardından İstanbul’a gelerek  babası gibi kadı olarak görev yapmaya  başlamıştır. 

Uzun süre Rumeli’de bulunan Çaniça, Yeni Pazar, Elbasan, Bayaluka, Mostar, Manastır gibi yerlerde kadı olarak görev yaptı.[2] IV. Murat'ın buyruğu ile vakanüvis (günlük olayları yazan tarihçi) olarak atandı. Büyük ihtimalle Naima  ile de tanışıyor olması gereken Nergisi IV Murat’ın buyruğu ile Revan seferinin vakanüvisliği ile görevlendirildi. Fakat bu görevini tamamlamaya ömrü iktifa etmeyen Nergisi bu sefere giderken Gebze'de atından düşerek ölmüştür.1635, 

Önemli bir hattat olarak da tanınan Müderrislik ve kadılık görevlerinde bulunan Nergisi daha ziyade Nesir tarzında yazdığı hamseleri ve modern hikâyeciliğimizin ilk örnekleri sayılabilecek hikâyeleri ile tanınmıştır. Hikâyelerinde ve yazılarında doğduğu ve yetiştiği Bosna'yı sık sık kullanmış, olayları Bosna’da geçen hikâyelerinde Bosna'yı oldukça güzel bir şekilde tasvir etmiştir.

Divan Edebiyatının  Süslü Nesir veya âli üslup denilen üslup tarzının en önemli temsilcisi olarak görülmüş b u türde Veysi ile birlikte Üstat olarak anılmıştır. ( bkz Sinan Paşa Hayatı Tazarruat Süslü Nesir-

Edâ Nedir Edebiyatta Edâ Üslup Tarz Tavı- Üslup Nedir Divan Edebiyatında Sade Orta Süslü Âli Üslup

Nergis zadeler diye anılan bir aileden geldiği için eserlerinde Nergisi mahlasını kullanmış, Nergisi veya Nergis zade olarak anılmıştır. 

 

ESERLERİ EDEBİ KİŞİLİĞİ VE ÜSLUBU

Asıl adı Mehmet olan Nergisi, Klâsik nesir ve hikâye denince ilk akla gelen isimlerden birisi olmuştur.  “XVII. asrın ilk yarısından başlayarak, eski nesrin en kuvvetli üstadı sıfatı ile şöhreti asırlarca devam etmiş olan Nergisî (Ayan vd. 1987, 345) gelir. Öyle ki Nergisî‟den sonraki Türk şâir ve tezkirecileri herhangi bir nesir yazarının imzasını değerlendirirken üstat sembolü veya kıyas unsuru olarak Arap veya Fars inşa ustası yerine Nergisî ve Veys ‘yi kullanırlar (Coşkun 2004, 555). “[3]

“Nergisî‟nin en önemli eseri, beş mensur eserden oluşan “Hamse”sidir. Eser, Türk edebiyatındaki tek mensur hamse örneğidir.”  Nergisi'nin Hamsesi; Nihalistan İksiri, Saadet, Meşakul'uşşak, Kanun ü Reşat ve Gazevatı Mesleme adlı beş kitaptan meydana gelmiştir. Bu kitaplarda cömertlik, aşk, ders alınacak durumlar, konukseverlik, tövbekârlık konularını işlemiştir. Münşeat adlı eserinde ise sadrazam, müderris, beylerbeyi gibi devlet büyüklerine yazılacak 50 kadar mektup örneği bulunmaktadır.

Nergisi’nin edebiyatımız açısından en önemli özelliği modern hikâyeciliğimizin başlangıcıdır diyebileceğimiz hikâyelerinin yer aldığı hamsesi ile Sinan Paşa'nın ilk örneklerini verdiği süslü nesir denilen - yüksek üslup, - âli üslup- süslü sanatlı nesir olarak değişik şekillerde adlandırılan Üslup tarzında eserler yazmış olmasıdır.

Ayrıca hamsesini oluşturan hikâyelerinde başkalarını eserlerini taklit, tercüme, esinlenme halinde yazmayıp özgün olarak kaleme almış, devrini her yönden aksettiren detaylı gözlemlerde bulunarak o günler hakkında bilgiler veren değerli dokümanlar sunmuştur.

Divan Edebiyatında nesir üslubu orta sade ve süslü üslup olarak üç kategoriye ayrılmıştı. Sade nesri savunan ve örnekleyenlerin dâhil olduğu harekete Türkî Basit veya dilde mahallileşme şeklinde adlar verilmişti. Bu cereyana dâhil olan yazarlar ve şairler mümkün olduğu kadar sade bir dille yazamaya çalışıyorlar Arapça ve Farsça sözcükleri olabildiğince az kullanmaya özen gösteriyorlardı. Sade ve süslü nesir anlayışı içinde değerlendiremediğimiz diğer şair ve yazarlarımız Orta üslup kategorisi içerisinde ele alınmışlardır. Sanatlı üslubun 17 yy da Nergisi ve Veysi ile daha da şekillendiği ve bu üslup anlayışının bu iki şair tarafından dikkat çekecek bir özellik kazandığı görülür. Çok uzun cümlelerin, bol söz ve anlam oyunlarının göze çarptığı bu türün en belirgin örneklerini Veysi ve Nergisi vermiştir. [4] Süslü nesir anlayışı Sinan Paşa ile başlamış ve Tazarruat adlı eserindeki dikkat çekici üslup anlayışı ile " Sinan Paşa Üslubu " dedirtecek kadar farklı bir üslup anlayışı geliştirmişti. Sinan Paşa ile başlayan " Süslü Nesir " Nergisi ile zirveye ulaşmış ve Nergisi’nin üslubu Tanzimat dönemine kadar hep taklit edilmeye çalışılmıştır. Nergisi’nin üslubu sanatlı nesir anlayışımızın en güzel örneklerinden biri olmuştur.

Nevizade Atai -’nin Hamse’si,  Nabi Divanı, Bosnalı Sabit  Divânı , Nergisî’nin Hamse’si, Veysî’nin Hâbnâme’si ve Nergisi'nin eserleri 17 yy dan itibaren Divan şairlerimizin toplumsal konulara yöneldiklerini gösteren önemli kanıtlardır. Nabi'nin Hikemi Tarz denilen anlayışı öğretici ve halka faydalı olmaya yönelen bir tarzdır. Bu tarzın 17 yy da bir akım haline geldiği, şairlerimizin soyut konulardan sosyal faydayı önemseyen toplumcu bir kaygıya yöneldiklerini ortaya koyar.

XVII. Yüzyılda, sanatlı nesrin iki büyük temsilcisi olan Nergisi ve Veysî; muhteva, dil ve üslûp bakımından önceki dönem sanatçılarından ayrılırlar [5]Süslü nesrin Sinan Paşa'dan sonraki en önemli temsilcileri Veysi ve Nergisidir. Bu iki yazarımızın dili pek çok araştırmacılar tarafından anlaşılması çok zor süslü, sanatlı, külfetli bir dil anlayışı olarak kabul edilmiş ve bu özellikleri ile ifade edilmiştir. Örneğin Veysi ile Nergisi'nin mektuplaşmaları üzerinde bir çalışma yapan Halil İbrahim HAKSEVER bu durumu şöyle ifade eder: " Veysî (öl.l627) ile Nergisî (öl.l634), klâsik Türk nesrinin en külfetli ve sanatlı bir dille yazan iki yazarı olarak bilinirler." [6]Nergisi, Sinan Paşa Üslubu da denilen süslü nesir anlayışını geliştirerek Tanzimat'a kadar adını süslü nesrin üstadı olarak kabul ettirmiştir. Namık Kemal'in Nergisi'nin üslubunu şiddetle eleştirmesi ve Tanzimat edebiyatından sonra başlayan modern nesir anlayışının ortaya çıkmasına kadar Nergisi'nin bu yöndeki şöhreti devam edecektir. Süslü nesrin bu iki 17 yy üstadı hem çağdaş, hem dost, hem de meslektaştırlar. Her ikisi de hem kadılık yapmış hem de devirlerinin en tanınmış iki üstadı olmuşlar ve süslü nesri birlikte geliştirmişlerdir.

Veysi ve Nergisi'nin mektupları üzerinde çalışma yapan Halil ibrahim HAKSEVER, süslü nesir anlayışları hakkında şu ifadelerde bulunur: "Meramı düz ve sade bir anlatımdan ziyade, dolaylı ve sanatlı bir ifadeye dökme, klâsik inşada alışılmış bir tarzdır. Yazarlarını ağdalı ve külfetli bir üslûpla şöhrete kavuşturan bu tip inşâ örnekleri münşeât mecmualarında çoktur. Veysî ve Nergisi’, bu tarz sanatlı üslûbu en ileri noktaya taşımış olmalarıdır. Türk dilini Arapça-Farsça kelime ve izafetlerle dolu olarak kullanan, teşbihli ve mecazlı ifadelere çok yer veriyorlardı."[7] Bu üslup tarzında Arapça ve Farsça kelimler çok yoğun olarak kullanılmış üstelik Osmanlıcaya geçmiş hallerindeki alışılmış anlamlarının dışındaki anlamlarında kullanılmışlardır. Üstelik süslü nesir olarak tabir edilen bu dil anlayışında sıfat ve isim türünden hemen hiç bir kelime Türkçe asıllı değildir. Kısa bir cümleyle anlatılabilecek düşünceyi, alabildiğine uzatarak, süsleyerek, karmaşık bir dille kaleme alan bu nesircilerin kullandıkları sıfat ve isim tamlamalarının pek çoğu Farsça ve Arapça kelimelerle doludur. Cümleler uzun ve külfetlidir. Sadece Türkçenin fillerinin yer alabildiği bu dil anlayışı içerisinde Türkçe asıllı filler çoğu kez Arapça ve Farsça sözcüklerle bütünleşen bileşik fiillerin bir parçası durumunda kalmaktadır. Bu üslubun bir diğer özelliği de sıfatlar ve terkiplerle iç içe geçip uzatılarak kullanılan zincirleme tamlamaların bolluğudur. Türkçenin kurallarına göre oluşturulan bu tamlamalar Arapça ve Farsça kelimelerin içinde kaybolup gitmektedir. [8]Tanzimat Döneminde Nergisi ve Veysi'nin bu dil anlayışını Namık Kemal'in yanı sıra Ziya Paşa  da eleştirmiş Ziya Paşa," Şiir ve İnşa" adlı makalesinde "Ferudun’un Münşeat’ı, Veysi ve Nergisi’nin eserleri ve başka beğenilmiş nesirler ele alınsa içlerinde üçte bir Türkçe kelime bulunmaz." diyerek eleştirmiştir.

Süslü sanatlı, secili bir dil kullanmış olmasına rağmen Nergisi'nin kurduğu cümleler sağlam ve dilbilgisi kurallarına uygundur. Türkçenin bütün cümle düzenlerini kurmayı denemiş, ilk bakışta fark edilmeyen secilerle dilini süslemiş ve zenginleştirmiş, değişik açılardan Türkçenin sınırlarını zorlamaya çalışmıştır. [9]

 

Sanatlı nesrin klasik edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi kabul edilen Nergisi, birbirinden bağımsız on aşk hikâyesini Meşâkku’l-Uşşâk adını verdiği eserinde toplamıştır. Nergisi'nin eserlerinde oluşturduğu hikâyeler özgündür. Hikâyelerinde Osmanlı topraklarında yaşanmış olayları anlatmaya özel önem sarf etmiştir. Taşra hayatını anlatan hikâyelerinde modern hikâyecilikten haberi olmasının mümkün olmadığı halde modern hikâyeciliğin özelliklerini yansıtmıştır. ( Süleyman Çaldak, Nergisi ve Nihalistan'ı, Kesit Yayınları, İst. 2010) Halk hikâyecilerinin anlatım ve teknik özelliklerini uygulayarak Osmanlı devletinin 17 yy daki, sosyal, siyasi, askeri dini hayatı hakkında objektif bir tasvir gücüyle betimlemeler yapmıştır. Onun bu eserleri 17 yy Osmanlı cemiyet, hayatı, meslekleri, devrin giyimi, kuşamı, zevki, eğlencesi, düşünce biçimi, yaşam, biçimi, ahlaki ve gündelik yaşama dair alışkanlıkları anlatan zengin bir kütüphane haline gelmiştir.

Nergisi Nihalistan ve Meşşak'ul Uş-şak adlı eserleindeki hikâyeleri modern hikâyeciliğimizin başlangıcını oluşturur. Nergisi’nin Arapça Risale, Horos-nâme, El-Vasfu’l-Kâmil fi-Ahvâli Vezîri’l-Âdil, Münşe’ât (Esâlibü’l-Mekâtîb) adlı eserleri ile edebiyatımızda türünün ilk ve tek örneği olan ve “El-Akvâlü’l-Müselleme fî-Gazâvâti’l-Mesleme, Kânunu’r-Reşâd, Meşâkku’l-Uşşâk, İksir-i Sa’adet (İksir-i Devlet) ve Nihâlistân” adlı eserlerinden oluşan mensur Hamse’si vardır. Nergisî, Hamse’si içerisinde yer alan Meşâkku’l-Uşşâk’ı, kadılık yaptığı Elbasan’da kaleme almış, H.1034/M.1625’te Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’ye sunmuştur. Sanatlı bir dille yazılan Meşâkku’l- Uşşâk, Arap ve İran kaynaklı temalar yerine, Osmanlı coğrafyasına ait olayları ve dönemin sosyal hayatını aksettirmesi bakımından orijinallik gösterir. Fahriye niteliğindeki altı beyitlik bir manzume ile başlayan eserde, uzunca bir mukaddimenin ardından on hikâye gelmektedir. Eserdeki on hikâyeden yedisi, ilk kez Nergisî tarafından kaleme alınmıştır. Hatta eserdeki yedinci hikâye, yazarın kendi başından geçen bir aşk macerasıdır (142a). İranlı şair Riyazî’nin aşkının anlatıldığı hikâye ile Ferdî’ye âşık olan iki kişinin ölümünü anlatan iki hikâye ise orijinallik göstermez. Ferdî’yle ilgili hikâyeler, Âşık Çelebi’nin Meşâirü’ş-Şu’arâ’sından alınmıştır (Âşık Çelebi 1971: 188a). Ferdî’nin kendisine âşık olan kişiyi öldürdüğü hikâye, Atâyî’nin Sohbetü’l-Ebkâr’ında da geçmektedir (Âtâyî 1999: 254–266) [10]Edebî eserlerde toplumsal konulara yöneliş, XVII. yüzyılda artış göstermeye başlar. Osmanlının olumsuzluklar yaşamaya başladığı bu dönemde, sanatçıların çevrelerindeki siyâsî, sosyal ve ekonomik hadiseleri gözlemleyerek eserlerinde işledikleri görülür [11]Bahir Selçuk adı geçen çalışmasında Nergisi'nin Meşşak'ul Uş-şak adlı eserindeki hikâyelerin özetlerini kısaca verdikten sonra Nergisi'nin hikayeciliği hakkında şu tespitlerde bulunmuştur. " Nergisî, hikâyelerini çevresinden duyduğu veya bizzat şahit olduğu olaylardan hareket ederek kaleme almıştır. İyi bir gözlem gücüne sahip olan yazar, mahallî unsurları, karakterlerin duygu ve davranışlarını kendisine özgü bir üslûpla yansıtmayı bilmiştir. Nergisî, hikâyelerinde kurgusal olaylara değil, gerçek hayattan alınmış olaylara yer verdiğini eserin giriş bölümünde belirtir" Nergisi'in hikâye hakkındaki görüşlerini de aktaran Bahir Selçuk Nergisi'in yazdığı hikâyelerde Halk hikâyecilerimizin tekniklerinden yararlandığını ve halk hikâyecilerimizin kullandığı kalıplaşmış ifadelerine yer verdiğini belirtmektedir.

Nergisi'nin hikâyelerini yazarken coğrafya olarak Osmanlı Devletinin sınırları dâhilindeki mekânları seçmiş zaman olarak kendi yaşadığı zamanı seçmiştir. Bunlara dikkat edildiğinde Nergisinin hikâyelerde gerçeklik ve yaşanmışlık hissi uyandırma konusunda halk hikâyecilerimizin yöntemlerini kullandığı aşikârdır. Bu konuya da dikkat çeken Bahir Selçuk: " Hikâyelerde, Nergisi’nin kadılık yapmış olduğu Saraybosna’nın yanı sıra; İstanbul, Edirne ve Ankara şehirlerinin adı geçmektedir. Özellikle Saraybosna’ya ait unsurlar, zengin bir gözlem gücüyle tasvir edilir. Meşâkku’l-Uşşak’taki tipler, Divan şiirindeki gibi soyut değil; giyim-kuşamları, meslekleri ve davranış biçimleriyle toplum hayatını somut ve canlı olarak aksettiren kişilerdir. Yine Meşâkku’l-Uşşak’ta, maşukların “Osman, Ferdî, İbrahim” gibi isimlerle anılan genç ve güzel delikanlılar olması dikkat çeken diğer bir özelliktir. Hikâyelerde; padişah, vezir, şeyh, vaiz, yeniçeri, yeniçeri ağası, tüccar, kahvehaneci, kahvehaneci çırağı, cambaz, ciltçi çırağı, hizmetçi gibi Osmanlı toplumun her tabakasından insanı görmek mümkündür." diyerek Nergisinin hikâyelerinde geçen mekân, sosyal hayattan kesitlerle ilgili ayrıntılar üzerinde durulmuştur.

Nergisi'nin Horozname adlı hikâyesi bir fabldır. Üç varaktan oluşan bu mensur hikâye el yazma bir mecmu’anın içinde bulunmuştur. Nergisi’e ait olduğu henüz kesinleştirilememiş olan bu hikâyenin üslubu Nergisi’e mahsus terkip, tamlama, imaj, benzetme, telmih, istiare, mecaz ve ince manalarla doludur. Eserin girişinde de yazarının Nergisi olduğuna dair bir ifade bulunmaktadır."Hikâyede, her toplumda bulunan, başkalarını aldatmakla hayatlarını sürdüren kurnaz tiplerin, çoğu zaman kazdıkları kuyuya sonunda kendilerinin düşeceği teması işlenir."[12]

SÜSLÜ NESİR ÂLÎ ÜSLUB VE İLGİLİ LİNKLER 

Sinan Paşa Hayatı Tazarruat Süslü Nesir

Veysi Hayatı Edebi Kişiliği Eserleri

Divan Şiiri Tarzları Hikemi Tarz Sebk-i Hindi Türkî Basit

Sebki Hindi Tarzı Üslubu ve Tüm Özellikleri

Sebk-i Hindi Şiir Ekolü Özellikleri Şairle

Edâ Nedir Edebiyatta Edâ Üslup Tarz Tavı

Üslup Nedir Divan Edebiyatında Sade Orta Süslü Âli Üslup

KAYNAKÇA

 


[1] Dr Aslan Tekin Edebiyatımızda İsimler,  Nergisi Maddesi,  , Elips Yayınları, Kasım 2005, Ankara

[2] Dr Aslan Tekin Edebiyatımızda İsimler,  Nergisi Maddesi,  , Elips Yayınları, Kasım 2005, Ankara

[3] Yrd. Doç. Dr., Nazmi ÖZEROL, “NERGİSÎ’NİN MEŞÂKKU’L-‘UŞŞÂK’INDAKİ BİR HİKÂYEYİ TAHLİL DENEMESİ”, turkishstudies.net/Makaleler/2,

[4] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/divan-edebiyati-nesir-turleri/74493

[5] Açıkgöz, Namık (2004). “Orta Klasik Dönem Nesir”. Türk Dünyası Edebiyat Tarihi. C.V. Ankara: AKM Yay. 315-442.)

[6] Halil ibrahim HAKSEVER, Veysi ile Nergisi'nin Karşılıklı Mektupları, aku.edu.tr/AKU/DosyaYonetimi/SOSYALBILENS/dergi/

[7] Halil ibrahim HAKSEVER, a.g.y.

[8]  Dr. Süleyman ÇALDAK, NERGİSİ’NİN HOROSNAMESi,A.Ü. Türk. Araş. Enst. Dergisi, Erzurum, 1999,Shf.243–250 

[9] Dr. Süleyman Çaldak, a.g.e

[10] Bahir Selçuk, Nergisi’nin Meşâkku’l-Uşşâk’ında Osmanlı Toplum Hayatından Yansımalar,yayinlar.yesevi.edu.tr/file

[11] Şentürk, A. Atillâ ve Ahmet Kartal. Eski Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul: Dergâh Yay. 2006:Shf. 363)

[12] Dr. Süleyman ÇALDAK, a.g.e,Shf.243248 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar