Pancetantra Kitabı ve Fabllarından Örnekler

12.09.2012

 

FABL VE PANÇENTANTRA

 

 
Yazıda “Pancetantra Kitabı Ve Fabllarından Örnekler ” ve fabl hakkında bilgiler, fablların tarihçesi fablların özellikleri, fablların ders bölümü, fablların yapısı, fablların tarihi serüveni,  fabllar hakkında bilgiler, özeti,  konusu, ana fikri,   olay örgüsü,  yazarı,  “Pancetantra Kitabı Ve Fabllarından Örnekler” hakkında bilgiler “Pancetantra Kitabı Ve Fabllarından Örnekler  “ şahıs kadrosu   “Pancetantra Kitabı Ve Fabllarından Örnekler  “   adlı eserden alıntılar yer alır.  Eser hakkında yorumlar,   anlatım tekniği, yazarın bakış açısı, çevrildiği diller, eser ve yazarın eseri arasındaki ilgiler, eserle yazarın biyografisi arasındaki alakalar incelenmiştir.
 
Doğu ve dünya edebiyatında Fabl türünün membaını oluşturan ilk kitap Pançentantra’dır. Bu Hint asıllı kelime Penç: beş, tantra: kitap = beş kitap anlamına gelmektedir. Hint Edebiyatının mahsulü olan bu eser Hint Edebiyatında ortaya çıkan fabl türünün yazıya geçirilmiş ilk örneklerindendir.
İnsanların birçok kez dünyaya gelip gittiklerini ruh göçü hadisesi olarak hayvan şeklinde de doğdukları ve öldükleri inancının mahsulü olarak doğan fablların ilk örneklerine MÖ 1200–500 yılları arasında rastlanılmıştır.  MÖ 1200–500 yılları arasındaki devir ilk fabl verilerinin oluşmaya başladığı devir olarak kabul edilir. Vedik ve Rigveda dönemleri olarak adlandırılan bu devirlerde ilkel fablların üretildiğine dair işaretler bulunur.
 MÖ 5. yy da yaşamış olan ve öğretilerini yayan Buda’nın vaizlerini fabllar şeklinde aktardığı ve konuşmaları ile öğretilerini fabllardan yararlanarak yaptığı bilinmektedir. ( 1. Doç. Dr. Çağdaş, Kemal, ( 1962),shf. 8)  Reenkarnasyon ve insanlara ait davranışların hayvanlara nakledilmesi inancı ve tutumu ile ortaya çıkan hayvan masalları ve fablların yazıya geçen ilk örnekleri Hintli Kaşyapa tarafından verilmiştir. Kaşyapa fablların ilk müellifi olarak gösterilir ve Buda’nın anlattığı fablları yazıya geçiren kişi olarak bilinir. Buda’nın ölümünden bir kaç yüzyıl sonra derlenen fablların ilk kez Kaşyapa adlı Hindistanlı yazar tarafından kitap haline getirildiği sanılmaktadır.  ( 1. Doç. Dr. Çağdaş, Kemal, ( 1962),shf. 9) Fakat Kaşyapa’nın hayatı hakkında hiç bir bilgi bulunmamaktadır. "Fakat Kaşyapa'nın yazdığı fabllar MÖ 241 yılında Seylan’a götürülmüş, bu eserdeki fabllardan yüz tane kadarı Seylan dili ile yazılmış, MS. 50 yıllarında Seylanlıların yazdığı bu nüsha bir Seylanlı tarafından İskenderiye kütüphanesine götürülmüştür." ( Çağdaş, Kemal, ( 1962),shf. 9'dan atfen Jacop, J. The Fabelsof Aesop, New York, 1954., shf, 167-174)  Buda ile dini bir mahiyet kazanan fabllar Hint dini felsefesinin başlıca aktarma aracı haline geldiği gibi siyasi amaçlar için de kullanılan edebi bir tür olarak önem kazanır. Buda’dan bir kaç yüzyıl sonra yaşayan ve Hintlilerin Kaşayapa'dan sonraki ikinci fabl müellifi olan Vıshnuşarman 'da kitabını siyasi amaçlar için yazmıştır.
 Doç. Dr. Çağdaş, Kemal'in de belirlediği gibi fabllar Hindistan’da ortaya çıkmış, önceleri eğlenmek maksatlı anonim türler olarak oluşmuş ve anlatılmıştır.  Daha sonra Buda tarafından politik ve dini amaçlı olarak kullanılmış, dini anlamada önem kazanınca ilk kez Kaşyapa adlı bir Hintli müellif tarafından yazıya geçirilmiştir. Vishnuşarman da politik amaçlarla fablları derlemiş ve yazıya geçirmiştir.  Kaşyapa'nın yazdığı nüsha ve Vishnuşarman’ın yazdığı Pancentantra kitaplarının orijinalleri kayıptır. Pancentantra'nın kaybolmuş asıl nüshalarından arta kalan nüshaları üzerinde Edger ve Hertel adlı ilim adamları çalışmışlar ve Pancentantra kitabını çıkarmışlardır. Bu bilim adamlarının çıkardıkları Pancentantra ile asıl Pancentantra’nın birbirlerine ne derece benzer olduklarını kestirmek güçtür.
Netice olarak kitabın Sanskritçe yazılmış aslının kaybolması yüzünden Pancentantra’nın, ne zaman ve Hindistan'ın neresinde yazıldığı soruları cevapsız kalmakta
 Vihsnuşarman'ın hayatı da belirsizliğini korumakta Hertel ve Edger'in verdikleri bilgiler de birbirlerini tutmamaktadır. ( Çağdaş, Kemal, ( 1962),shf. 9)  Vishnuşarman hakkında ele geçen tek bilgi eserin giriş kısmandaki hikâyede verilir. Buna göre Vishnuşarman Hindistanlı bir Brahmandır. Yazar hakkındaki tek bilgi de bundan ibarettir. Aslı kaybolan bu eserin 54 çeşit dilde binlerce kere yapılmış tercümeleri vardır.
Doç Dr,  Kemal Çağdaş’a göre Ezop masalları adı verilen Yunanlılara ait olduğu iddia edilen fablların Pancentantra ve Kaşyapa’nın Seylan diline çevrilen nüshalarındaki yüz kadar fabldan geldiğini iddia eder. Bu görüş doğru ise Yunanlıların ve Makedonyalıların yaptığı doğu seferleri ile bu fablların Yunanistan’a taşındığı ve Seylan’dan MS 50 yıllarında İskenderiye’ye gelen nüshasından Doğu Afrika ve Libya’ya yayıldığı ve Yunanlıların bu yüzden fabllara” Libya Fablları “ adını taktığını söylemektedir. (Çağdaş, Kemal, ( 1962),shf. 10)  Adı geçen eserde Seylan Fabllarının Kybisse” adlı bir Yunalı tarafından tercüme edildiğini, İskenderiye Kütüphanesinin kurucusu olan Yunanlı Demetrius, Phalerus tarafından toplanan fablların “ Ezop Masalları” adıyla tanındığını ifade eder.
Ezop’un hayatına dair hiçbir bilgi kesin bilgi yoktur. Hatta Ezop'un yaşayıp yaşamadığı bile kuşkuludur. Özgürlüğünü kazanmış bir köle olduğu ve sonradan krallara akıl hocalığı ettiği, Mısırda, Atina’da veya Trakya’da, Samos adasında, yaşadığı gibi farklı ve kesin olmayan iddialarla dolu bir kimliği vardır. (https://www.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/812-ezop_ve_hayvan_masallari.html  ) Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda Fablların kaynağının Hint Kökenli olduğu görüşü kuvvet kazanmaktadır.
 
Pançatantra Masalları (M.S 100–300) ile Kelile ve Dimme (M.S 300) Hindistan’da yazılmıştır. Brahman filozofu Vishnuşarman’ın Sanskritçe yazdığı Pançatantra (beş kitap ) adlı bu eserlerden alıntılanan fabllar, VI. yüzyılda Pehlevi diline, VIII. yüzyılda İbn-i Mukaffa tarafından Arapça ‘ya daha sonra İbraniceye, Yunanca ’ya, Latince’ye(1270), Fransızca’ya (1644) vb çevrilmiş Farsçadan Türkçe ’ye Kelile ve Dimne adıyla ve Kul Mesut ve tarafından aktarılmıştır. On altı bölümden (bab) oluşan Kelîle ve Dimne tercümesinin 1490 da yazılan ve bir de zeyli bulunan nüshasından ilk defa söz eden kişi Bursalı Mehmed Tahir olmuştur. Bursalı Mehmet Tahir'in bilim dünyasına tanıtımıyla başlayan süreçten sonra Kellie Dimne Çevirisi üzerinde durulmaya başlanmıştır.  Bu eserin yazma nüshası İstanbul Süleymaniye kütüphanesindedir. Vasfi Mahir, Kellie Dimne'nin aslının Pançentantara adlı kitap olabileceğini söyler. (https://www.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/798-kul_mesud_ile_kelilie_ve_dimnesi.html ) Şeyhoğlu Sadrettin'in Farsçadan çevirdiği Maruzubanname de Kellie ve Dimne ile Pancentantra fabllarını andıran hikâyeleri de kapsar.  ( Ahmet ALTAY, edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/805-marzubanname_ve_seyhoglu.html ) Aydınoğulları’ndan Umur Bey’in, I. Murat'a takdim eden Cevheri'nin manzum çevirisinin yanı sıra, Ali Çelebi diye tanınan Salihoğlu Ali " Envar-ı Süheyli" adı altında yazılmış manzum Türkçe çeviriden " Humayunname " adıyla manzum ve süslü bir eser yazarak Kanuni’ye takdim etmiştir. Bu eski tercümlerin yanı sıra günümüzde de yazılmış pek çeviri vardır.  (  Belgeler.com www.belgeler.com/blg/)
Pançatantra Masallarının (M.Ö 200 yılında) Güneybatı Hindistan veya Keşmir’de düzenlendiği bilinmektedir. ( Edger ve Hertel’e göre, ( Çağdaş, Kemal, ( 1962),shf. 10)   ancak çok daha sonraki yüzyıllarda (M.S 100–150 ) ortaya çıkan ve ün kazanan bu eserin yazarının kim olduğu ve hangi yıllar arasında yazıldığı henüz kesin olarak bilinmemektedir. Yalnız eserin başında bu masalın zamanın iki genç prensini eğitmek,  yetiştirmek amacıyla Vishnuşarman adlı biri tarafından anlatıldığı belirtilmiştir. Hem insanların, hem de hayvanların yer aldığı ve zaman zaman hikâyeler arasında felsefi mısraların serpiştirildiği bu masalların, bütünüyle yetişkinlere hitap ettiği söylenebilir.
Vıhsnu Şarman ‘ın Pancentantra kitabı eğitmeni olduğu prenslere öğüt, ahlak, hayat, yöneticilik, adalet, erdem vb duygularını ve eğitimin vermek amaçlı olarak yazılmıştır.
Eser Sanskritçe yazılmıştır. Eser Çağdaş, Kemal tarafından AÜ DTCF Ankara DTCF yayımları tarafından Türkçeye çevrilerek basılmıştır. Sonraki yıllarda Eserin Türkçeye yapılmış diğer çevirileri de vardır. “( Vishnu Sharman,çeviri,Selin Akkaya, Pançatantra Bilgeliğin Kaynağı Hindistan'dan Hayata Dair Öyküler,Lale Kitap evi, 2005”) kitap bunlardan biridir.
Vıhsnu Şarman’ın Pançentatra kitabından daha önce yazılmış bir versiyonu olduğu sözü edilen bu eserin büyük ihtimalle Kaşyapa’nın eseri olduğu sanılmaktadır. Pançentantara’nın bir müddet kaybolduktan sonra Vıhsnu Şarman tarafından bulunup tekrar Pancentantra adıyla yazıldığı ve sonradan da Kellie Dimne olarak yeniden Beydaba tarafından düzenlendiği düşünülmektedir. En eski düzenleme Tantrâkhyâyika adını taşır. Bunun ikinci bir şekli de Pançatantra adını taşımakta ve Hindistan'da yaygın bir halk kitabı olarak sayısız varyantı bulunmaktadır. Berzeveyh ya da Burzöe ilk beş bölümü Pançatantra'dan çevirdikten sonra esere diğer Hint masallarını da katmıştır.  Sonradan eklenen bu üçünün kaynağının Mahâbhârata olduğu anlaşılmıştır.(J. Hertel,Tantrakhyayıka, die alteste Fassung deş Pancatantra (Sanskritçe'dençeviri, giriş ve notlar ile) Leipzig ve Berlin 1909, ayrıca bkz.;Hertel, Pancatantra, Harvard Oriental Series, XI-XIV ) Kelile ve Dimne’nin bu ilk hâli kaybolduktan sonra M.S. 300'lü yıllarda Keşmir’de tekrar derlenir. Böylece eser ikinci kez hazırlanır ve Pança-Tantra adıyla meşhur olur. Hindistan’da bir halk kitabı hâline gelen eserin sayısız değişik şekilleri meydana gelmiştir.
Pancentara’nın yazılış sebebi ise şudur. Kral Amarashakti, Vishnu Sharman’dan oğullarının karşılaşacakları zorluklara karşı direnç gösterebilmeleri ve onları eğitmesi için yardım ister. Ve Vishnuşarman’ı oğullarına eğitmen oarak atar. Eser ise işte bu görevi yerine getirmek sonucu ortaya çıkmıştır. (  Ahmet ALTAY, edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/805-marzubanname_ve_seyhoglu.html)
Kralın üç oğlunu yetiştirmekle görevlendirilen Brahman Vishnu Sharman bilgileri onlara fabl türünden hikâyeler şeklinde sunmaya karar verir. Hikâyelerde geçen hayvanları insanlar gibi konuşturarak derslerini hem ilginç, hem de etkili olarak anlatma yolunu seçer. Pançatantra hikâyeleri insanların hayatta başarılı olabilmeleri için izlemeleri gereken beş ana yolu ilgi çekici bir şekilde anlatır. M.Ö 3. yy da yazıldığı tahmin edilen bu kitabın yazılmış olan ilk fabl kitabı olduğu düşünülmektedir. Vısnu Şarman'ın bu kitabının Beydaba’nın Kellie ve Dimne olarak yeniden ilaveler yaparak da yazdığı, İbni Mukaffa tarafından bu adla çevrilince Latin dillerine de yazarı Beydaba ve eseri Kellie Diimne olarak taşındığı sanılmaktadır. Beydaba’nın Kellie Dinmesi ile Vısnu Şarman’ın Pançentara’sı arasında bazı belirgin farklar olmasına rağmen Beydaba’nın Kellie ve Dinmeyi yazarken Pançentantra kitabından çok etkilendiği görülmektedir. Pançetantara’nın elliden fazla dilde bilinen iki yüz farklı versiyonu olduğu kaydedilmektedir ( .wikipedia.org/wiki/Panchatantra)
Kellie ve Dimne adlı eser ise M.Ö. 1 yüzyıl civarında yaşadığı düşünülen Beydeba tarafından kaleme alınmış fabl tarzında hikâyeler barındıran bir hikâye kitabıdır. Beydeba'nın bu eseri Depşelem isimli bir Hint hükümdarı zamanında yazıldığı hükümdara bir tür nasihat niteliğinde olduğu öne sürülmektedir. Beydaba’nın yazdığı bu eser büyük ihtimalle, Kaşyapa ve Vısnuşarman’ın eserlerinden yapılmış alıntılardan ve fabllardan oluşmaktadır. Eserde; yurt yönetimi felsefe ve eğitim ile ilgili sorunlar dolaylı olarak tartışma ve eleştirme konusu yapılmaktadır. Birinci bölümdeki fablların kahramanlarından olan iki çakaldan Kelile, açık sözlülüğün ve doğruluğun, Dimne ise yalan ve iftiranın sembolüdür. Beydaba, zulmü ile tanınmış olan Debleşem’i, hayvan hikâyeleri aracılığıyla uyarmak ve ona doğru yolu göstermek istemiştir. Kelile ve Dimne 6.yy sonlarında Pehlevi ve Süryani dillerine, 8. yy. başlarında da Arapça’ya çevrilmiş, sonraki yüzyıllarda ise öteki doğu ve batı dillerine tercüme edilmiştir.
Hint fabllarının diğer ünlü bir derlemesi İ.S. 300 yılında, büyük olasılıkla Sanskritçe yazılmış Bidpai’dir. Bu türde dünyanın en büyük ustası olarak tanınan La Fontaine, öykülerinin çoğunu Ezop’tan ve Phaedrus’tan alıp kendi şiir diline çevirmiştir. Fabl masalları, kulaktan kulağa yayılarak sözlü anlatım döneminin edebiyat ürünleri olarak insanlık tarihinde yerini almış ve basit, kolay, ahlak ilkelerini öğretme işlevini yüklenmişlerdir. Hatta ünlü bir Latin şairi Pehedre (Fedr) fabl için, "Bu masallar insanların kusurlarını düzeltmek için anlatılmalı ve yazılmalıdır," demiştir.La Fontaine'nin kitabındaki fablardan 18 tanesi Beydeba'nın Kelile ve Dimne eserindeki hikâyelerinden alınmıştır.( https://tr.wikipedia.org/wiki/Jean_de_La Fon.)
Fransız şairi La Fontaine fablları yazarken, bu eserlerden de yararlanmıştır. Kelile ve Dimne’nin Türkçeye ilk çevirisi 13. ve 14. yy.larda yaşadığı sanılan tasavvuf şairlerinden Hoca Mesut Gülşehri tarafından yazılmıştır. Daha sonra Kul Mesut’un ve diğer yazarların çevrisi izlemiş, çeşitli yazarlar tarafından Türkçeye çevrilmiştir.
 
PANÇANTANTRA KİTABININ ÖZELLİKLERİ
Pançantantra beş kitaptan oluşan bir eserdir. Bu beş eserin her birinin bir çerçeve masalı vardır. Bu masalların içindeki kahramanlar yeri geldikçe diğer masalları da anlatır. Masalların anlatış biçimi ve tertibi Binbir Gece Masalları gibidir. Her bölümün öncesinde bir girişi hikâyesi bulunur. Giriş hikâyelerinde masalların neden anlatıldığı,  masal hikâyelerin ne maksatla kaleme alındığı ifade edilir. Bir masaldan diğerine geçilirken bir beyit yazılıdır. Bu beyit bir masaldan diğerine geçilmek üzere uygun bir konu girişi şeklindedir. Bu beyit ve kıta anlatılacak olanların özü, ana fikri gibidir.  Beyiti veya kıtayı okuyanlar “ Katham Etad” – Bu nasıl olmuş? “ diye sorarlar ve hikâye başlar. Hikâyenin sonunda bu beyit veya kıta yeniden tekrar edilir.
Kitapların her biri bu tertip üzerinde, giriş hikâyesi, kıta veya beytinden sonra anlatılan bir çerçeve masal ve bu çerçeve masalla ilgili diğer 33 masaldan oluşur.  Ana masalda anlatılan fikre uygun düzenlenmiş diğer masallar ana masalların konusunu unutturacak hale de gelebilmektedir.
Pançantantra bir politika ve devlet idaresi kitabıdır. Eserde bir devlet ve devlet adamında olması gereken vasıflar eserdeki maslar içerisinde gizlenmiş öz düşünceler ve dersler halinde aktarılır.  Verilmek istenen mesajlar masallar içerisine serpiştirtmiş hikmetli sözler, masalların sonlarındaki ders veren noktalarla izah edilir.  Verilen bu öğütler eski Hint felsefesinin ve devlet idaresinin öz düşünceleridir. Bunlarla birlikte Budizm inancı ile ilgili pek çok unsur bu fablların ruhunda gizlenmiştir. Fablların ruhunda insanların bir çok kez dünyaya gelip gittiği, dünyadaki yaptığı işlere göre o karaktere yatkın özellikleri olan yılan, tilki, eşek, çakal, sivrisinek gibi hallerde yeniden doğabileceği,  bu hayvanların önceden yaşamış bu tip karakterli insanlar olduğu inancı vardır.
Masallar günlük hayat, inanç, yönetim, politika gibi konuları hikmetler, kıssalar ve prensipler olarak gizleyip masalların içerisinde hissettirecek şekilde işlemiştir.
 
 
PANÇANTANTRA’DAN  FABL ÖRNEKLERİ
 
BOĞA İLE ÇAKALLLAR  (Çağdaş, Kemal, ( 1962),)
Vaktiyle bir boğa vardı. Boğanın yumurtaları gevşek gevşek sallanıyordu. Boğanın yumurtaların gören bir dişi çakal, bu yumurtaların düşeceğine hükmetti. Erkek çakal bunun akıllıca olmadığını söylediyse de fare yemekten bıkan dişi çakal, erkek çakalı da ikna etti. Birlikte düşmesini umdukları boğanın yumurtasını izlemeye başladılar fakat yumurtalar düşmemişti. Birkaç gün süren bu bekleyişten sonra tekrar eski yerlerine dönerek farelerle yetinmek zorunda kaldılar.
 
SAFDİL MARANGOZ ( Aptallar gördüklerine de inanmaz) ( Çağdaş, Kemal, ( 1962),)
Vaktiyle bir marangoz vardı. Karısının kendisini aldattığından kuşkulanıyordu. Bir arkadaşının öğüdü üzerine gelip karısına “ Bir iş için filanca şehre gideceğim ve bir hafta dönemeyeceğim” deyip evden ayrıldı.  Akşam oluncaya kadar ormanda saklanıp eve döndü ve yatağın altına saklanıp beklemeye başladı. Kadın sevgilisine haber göndermiş, evde buluşmuşlar, sevgilisi gelince kapıyı kilitleyip yatağa girmişlerdi.  Kadın ayak parmakları ile dokunduğu şeyin kocası olabileceğine hükmetti. Kocasının kendisini denemek için tuzak kurduğunu anlayarak bir hileye başvurdu.  Sevgilisine “ Seni neden çağırdım biliyor musun” diye seslendi. Adama kaş göz işaretleri ettikten sonra devam etti “ Ben kocamı çok seviyorum Fakat bir tanrıça bana dedi ki: Eğer kocanı bir başka erkekle aldatmazsan kocan altı ay sonra ölecek, eğer kocanı bir başkası ile aldatırsan, kocan elli sene daha yaşayacak. Kocamın altı ay sonra ölmesine dayanamam. İsterim ki elli sene daha yaşasın. İşte onun için seni çağırdım” dedi
 Bunları duyan marangoz yatağın altından çıktı. Karısına ve sevgilisine iyi davrandı. Daha sonra karısını ve aşığını yanına alarak tüm akrabalarına ve arkadaşlarının evlerine gidip bu olayı anlattı.
 
 
KUĞU İLE BAYKUŞ ( Arkadaş seçerken dikkatli olmalı) ( Çağdaş, Kemal, ( 1962),)
Kuğular kıralı bir gölde yaşıyordu. Bir baykuş gelerek hakkında çok güzel şeyler duyduğu Kral Kuğu, hakkında güzel şeyler söyleyip Kuğu’ya iltifat etti. Kugu ile Baykuş arkadaş olup vakitlerini birlikte geçirmeye başladılar. Bir zaman böyle geçtiyse de bir gün Baykuş izin alıp kendi yurduna döndü. Giderken de Kuğu’yu yurduna davet etti.  Baykuş gidince Kuğu yalnız kalmıştı. Bu gölden ve ormandan başka bir yer görmediği için ve Baykuş’u özlemiş olduğundan Baykuş’u ziyarete gitti. Giderken Baykuş ile geçireceği günleri ve ondan göreceği ikramları ve gezip göreceği güzellikleri hayal ediyordu.
 Kugu ile Baykuş  buluştular ve gece olunca Baykuş’un yuvasına uykuya daldılar. Yakındaki bir gölün kenarına bir kervan konaklamıştı. Sabah olunca kervanbaşı herkes uyansın diye bir gong vurdurttu. Bunu duyan Baykuş ise bu sese öterek cevap verdi. Baykuş sesinin uğursuz olduğunu düşünen kervanbaşı sesin geldiği yere bir ok attırdı. Bu ok ise gelerek Kuğu'ya isabet etti ve Kuğu öldü.
 
 
DENİZ İLE TARLA KUŞU
Erkek bir  tarla kuşu denize çok yakın yuva yapmıştı. Dişi kuş denize yakın diye uyardıysa da dinlemedi. Erkek kuş “ Deniz beni tanır. Yuvamıza gelmez,  eğer gelip yumurtalarımızı alırsa ben de onunla savaşırım” dedi. Dişi kuş tehlikeyi söylediyse de erkek kuş taşınmayı reddedip sözünde ısrar ederek “ telaş etme, kimse bize bir şey yapamaz” diye böbürlenmişti. Denzi bunları duydu ve dişi kuşun yumurtalarını bırakmasını bekledi. Kuşlar yiyecek almaya gidince yumurtaları alıp kaçırdı. Kuşlar geldiklerinde yumurtaların deniz tarafından götürülmüş olduğunu gördüler. Dişi kuş erkeğe kendisini dinlemediği için ateşe atılıp intihar edeceğini söyledi.  Erkek kuş “ Bekle ve kuvvetimi gör” dedi. “ Gagam ile ot taşıyıp denizi dolduracağım ve yumurtaları alacağım” dedi. Dişi kuş bunu tek başına yapamayacağını diğer kuşları da yardıma çağırmasını tavsiye etti.
 
Ekek kuş diğer kuşlara giderek olanları anlattı. Hep birlikte tozlarla ve çöp ile denizi doldurmaya kalkıştılar ama çok geçmeden bunun imkânsız olduğun anladılar. İçlerinden biri “ İhtiyar bir kaz tanıdığını ondan akıl almaları gerektiğini söyledi. Birlikte kaz’a gidip olayı anlattılar. Kaz ise onlara Kuşların tanrısı Garuda’ya danışmalarını önerdi. Kuşlar giderek Garuda’yı buldular. Derlerini anlatarak “ Ekmek kavgamızla uğraşırken deniz yumurtalarımız alıp kaçırdı” dediler. Tanrı Vıshnu’nun binek kuşu olan Garuda buna bir çare bulmak için üzülürken Tanrı Vishnu’nun habercileri gelerek Garuda’ya “ Tanrı Vishnu seni çağırıyor “ dediler. Garuda Tanrı Vishnu’nun yanına giderek üzüntüsünü anlattı. Bunun üzerine Tanrı Vishnu giderek denizi azarladı. Bunun üzerine deniz Tarla Kuşlarının yumurtalarını geri verdi.
 
 
KAPLUMBAĞA İLE KAZLAR
               Bir zamanlar bir kaplumbağa varmış. Bu kaplumbağanın iki kaz arkadaşı varmış. Kazlar kaplumbağayı ziyarete gelir, hoşça vakit geçirirlermiş. Yıllarca mutlu bir şekilde yaşamışlar.
               Zamanla bulundukları yerde bir kuraklık başlamış. Uzun süre yağmur yağmamış. Irmaklar ve güller kurumaya yüz tutmuş. İnsanlar ve hayvanlar ölmeye başlamışlar. Kuşlar daha güvenli bir yer göç etmeye başlamışlar.
               Bu iki kaz da tehlikeyi görmüş ve göç etmeye karar vermişler. Gitmeden önce kaplumbağayı son defa ziyaret etmişler.
        -Bana niye veda ediyorsunuz ki?, demiş kaplumbağa. Ben sizin arkadaşınız değil miyim? Benim ölmem için mi beni burada bırakıp gideceksiniz?
        -Sana nasıl yardımcı olabiliriz ki, demiş kazlar. Bir bir yerden bir yere uçarak gideriz. Ama sen bunu yapamazsın demiler kaplumbağaya.
        -Ben sizin gibi uçamam, bu doğru, demiş kaplumbağa, ama siz beni yanınıza alıp götürebilirsiniz, demiş.
        -Bu nasıl olur ki?, demiş kazlar.
        -Çok kolay, demiş kaplumbağa. Bana bir çubuk getirin. Ben ortasından dişlerimle tutarım. Siz ikiniz çubuğum kenarlarından gagalarınızla tutar beni uçurursunuz. Gideceğimiz yere yavaşça uçarsınız. Böylece bu kurak yerden hep beraber kurtulmuş oluruz, demiş kaplumbağa.
               Kazlar bu teklifi bir süre düşünmüşler, sonra:
        -İnşallah bunu yapabiliriz. Ama bu planda bir tehlike de var. Eğer biz havadayken bir kelime de olsa konuşacak olursan aşağıya düşersin ve parçalanarak ölürsün, demişler.
        -Öyle aptalca şey yapmam, korkmayın, demiş kaplumbağa. Havadayken bir kelime bile konuşmam!
               Böylece hepsi plan üzerinde anlaşmışlar. Kazlar sağlam bir çubuk getirmişler. Çubuğun iki ucunu gagalarıyla tutmuşlar. Kaplumbağa dişleriyle çubuğun ortasından tutmuş. Böylece kaplumbağayı da alıp kazlar havalanmışlar. Yükselmişler, yükselmişler.  Tarlaların, tepelerin, köylerin üstünden geçmişler. Tam köyün üzerinden geçerken insanlar havada garip bir cismin uçtüğünü görmüşler. Daha önce böyle tuhaf bir şey görmemişler. Alkışlayıp bağırmaya başlamışlar:
        -Şuna bakın! Ne kadar da harika! İki kuş bir kaplumbağayı taşıyor. Bakın nasıl yapıyorlar!
               Kaplumbağa insanların bağırmasından rahatsız olmuş.
        -Şu aptallar niye böyle bağırıp duruyorlar, demiş ki hızla aşağıya doğru düşmeye başlamış. Çünkü dişiyle tuttuğu çubuktan boşanmış. Aşağı düşünce de parçalan
 
 
 
 Müziksever Eşek
       Bir zamanlar çamaşırcı bir adamın yaşlı ve tembel bir eşeği varmış. Gündüzleri ağır ağır elbiseler taşır geceleri serbest kalırmış.
       Bir bu eşek bir çakalla karşılaşmış. Arkadaş olmuşlar ve yiyecek aramaya başlamışlar. Bir gece bir salatalık tarlası bulmuşlar. Girmişler ve yiyebildikleri kadar yemişler. O gece ve ondan sonraki geceler hep gelip bu salatalıklardan yemişler. Az zaman sonra eşek şişmanlamış. Bir gün salatalıkları yeyince eşeğin keyfi gelmiş ve çakala:
       -Bak benim yeğenim, gökyüzünde ay parlıyor, gece de çok güzel, içimden şarkı söylemek geliypr, demiş.
       -Aman amca, sakın ha, demiş çakal. Başımız belaya girer Çiftçiler duyarsa hemen buraya gelirler. Bir daha buradan bir şey yiyemeyiz. Sessiz olsak iyi olur!
       -Sevgili yeğenim, demiş eşek, burada her şey çok güzel, çok mutluyum, şöyle güzel bir şarkı çok iyi gider şimdi.
       -Hayır amca, demiş çakal, söylemesen iyi olur. Zaten sesin de iyi denemez.
       -Sen beni kıskanıyorsun galiba, demiş eşek. Sen müzkten ne anlarsın zaten.
       -Çok doğru amca, demiş çakal. Ama senin sesin sadece sana güzel. Eğer şarkı söylersen çiftçiler duyar, duyarlarsa da sevmeyeceğin bir durumla karşılaşabilirsin. Söylemesen daha iyi olur.
       Sen aptalsın, sadece aptal. Banim  güzel şarkı söyleyemeyeceğimi mi düşünüyorsun? Şimdi beni iyi dinle, demiş ve baiını kaldırıp anırmaya başlamış.
       -Tamam, tamam, demiş çakal. İstediğin kadar şarkı söyleyebilirsin. Ben seni tarlanın dışında bekleyeceğim.
       Eşek başlamış anırmaya. Çiftçiler eşeğin anırtısını duymuşlar. Tarlada olduğunu anlamışlar.Ellerine aldıkları aletlerle sesin geldiği yönde doğru koşturmaya başlamışlar. Sopayla vurmaya başladıklarında eşek hala enırıyormuş. O kadar fena dövmüşler ki eşek yere yıkılmış. Sonra da oradan ayrılmışlar.
        Çakal eşeğin yanına gelmiş:
        -Gördün mü çiftçiler seni nasıl ödüllendirdi, demiş. Tebrik ederim!
        -Kusura bakma yeğen, demiş eşek, seni dinlemedim.!      
 
 
 
ARI İLE GÜVERCİN
 
Arının biri bir gün göl kenarında uçuyormuş. Kazaen göle düşmüş. Kanatları ıslanmış. Uçamıyormuş. Neredeyse ölmek üzereymiş.
Yakındaki bir ağacın dalında bir güvercin oturuyormuş. Arıyı su içinde çabalarken görmüş. Hemen ağaçtan bir yaprak koparmış. Gagasıyla tutup uçmuş. Arının yakınına bir yere bırakmış. Arı zorlukla yaprağın üstüne atmış kendini. Kanatlarını sallamış ve kurutmuş. Güvercine teşekkür etmiş ve uçmuş gitmiş.
Bir kaç gün sonra yaramaz bir çocuk sapanını güvercine doğru doğrultmuş. Güvercin bir ağacın dalında uyuyormuş. Gözleri kapalıymış. Tehlikeyi görememiş. Arı çocuğu görmüş. Çocuğa doğru uçmuş. Çocuğun sapan tutan elini sokmuş. Çocuk sapanı elinden atmış ve acıdan bağırmaya başlamış. Güvercin çocuğun sesinden uyanmış. Arıya teşekkür etmiş ve uçmuş gitmiş.
 
SUSUZ KARGA
       Sıcak bir yaz günüydü. Bir karga çok susamıştı. Ağzı kupkuruydu. Boğazı susuzluktan yanıyordu. Her tarafı gezmiş su aramış ama bulamamıştı. Etraftaki göller ve dereler kurumuştu.
       Sonunda bir evin yakınında kırık bir testi buldu. Testinin üzerine kondu ve içine baktı. Testinin dibinde az miktarda su vardı. Karga suyu görüyordu ama ulaşıp içemiyordu.
       Birden aklına bir şey geldi. Etraftan bir bir taş toplayıp testinin içine atmaya başladı. Taşları attıkça su yükselmeye başladı. Artık suya ulaşabiliyordu. Sudan içti. Oradan mutlu bir şekilde uçarak uzaklaştı
 
AÇ GÖZLÜ ÇAKAL
( Pancentantra- AÜ DTCF çevirisinden yorumlanarak yazılmıştır.)
Çakalın biri bir gün çok acıkmış çıkmış. Yiyecek bir şey arıyor ama bir türlü bir artık yiyecek veya leş kalıntısı göremiyormuş. Derken bir ineğin arka bacakları arasında sallanan süt kesesini görmüş. İneğin yumuşak memeleri iştahını iyice kabartmış. Et parçası sallandıkça çakalın iştahını kabartıyor, ağzını sulandırıyormuş. Bu et parçasının düşeceğini düşünerek ineği izlemeye başlamış. İneğin peşinden ineğin memelerini gözleye gözleye ve umut içinde dolaşıp duruyormuş. Aslan’ın peşine takılıp onun artıklarından kalanları kapmaya kalkmaktansa bu kolay ve semiz avın yere düşmesini beklemeyi uygun bulmuş. Ama ineğin memeleri de bir türlü düşmek bilmiyor aksine inek otladıkça süt kesesi daha da dolduğundan memeleri irileşiyor irileştikçe çakalın git gide daha da acıkan çakalın aklını başından alıyormuş.
Otlanan ineğin peşinde dolaşa dolaşa akşam olmuş. Akşam olunca inek bir yere uzanıp yatmış. İnek kalkınca memesinin yattığı yerde kalacağına vehmeden çakalın sevinci ve umudu bir kez daha artmış. Fakat inek sabaha kadar yerinden kalkmamış çakal da sabaha kadar kalkmasını beklemiş.
Sabah olunca inek yerinden kalkmış ama açlıktan ölmek üzere olan çakalın umutları suya düşmüş. Çünkü memeler yere düşmemiş. Sabrı taşan çakal el çabukluğu ile ineğin memelerini kapıp kaçırmaya karar vermiş. Bu işe yeltenir yeltenmez de ineğin sert tekmesini yiyerek cansız bir şekilde yere serilmiş.
 
İLGİLİ YAZILARIMIZ 
 
 
 KAYNAKÇA
  1. Doç. Dr. Çağdaş, Kemal, ( 1962) Pançentantra Masalları, AÜ DTCF Basımevi, Ankara
  2. Vishnu Sharman, çeviri, Selin Akkaya , “Pançatantra Bilgeliğin Kaynağı Hindistan'dan Hayata Dair Öyküler”,Lale Kitap evi, 2005
  3. Kul Mesut ve Kellie Dimne.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/798- l
  4. ALTAY, Ahmet,  edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/805-marzubanname_ve_seyhoglu.html
  5. wikipedia.org/wiki/Panchatantra
  6. https://tr.wikipedia.org/wiki/Jean_de_La Fon.)
  7. Belgeler.com www.belgeler.com/blg
  8. Ezop Masalları.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/812-ezop_ l
  9. Fabl ve tarihçesi.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/277-fabl_%28_tarihicetaniml
  10. Beydaba, Vıshnu şarman, edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/426-beydaba,html
 
 

Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.

 BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya s_kuzucular@hotmail.com 

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar