Şeyh İbrahim Gülşeni Hayatı ve Şeyhliği

01.04.2012

 

Şeyh İbrahim Gülşeni 

Doğumu Amid ( Diyarbakır veya Azerbaycan Berde, 1427 -  Ölümü Mısır, 1533)

Şeyh İbrahim bin Mehemmed bin Şehabeddin Gülşenî XV. yüzyılın tanınmış şairlerinden Halvetiye tarikatının Ruşenîye kolunu kuran şeyhidir.  

Bazı kaynaklar onun 1427 yılında Azerbaycan’ın Berdea (Barda) Berde şehrinde doğmuş olduğunu bazı kaynaklar ise Âmid’de (Diyarbakır) dünyaya geldiği kanaatindedir. Nihat Azamat,” babasının Âmidî nisbesini taşıması ve türbesinin de Diyarbakır’da bulunması” (Ali Emîrî, vr. 16a ) nedeni ile Diyarbakır’da doğduğu görüşündedir. [1][2]

Daha küçük yaşlarda iken kabiliyetiyle yaşıtlarından farklı olduğunu göstermiştir. Babası ölünce iki yaşındayken öksüz kaldığı yakınları tarafından büyütüldüğü anlaşılmaktadır.  Gençliğinde Berde'den Tebriz'e gelmiş, burada  Dede Ömer Ruşeni 'nin talebesi olmuştur.[3]  Dede Ömer Ruşen’in hakkında elimzie ulaşan çok az bir bilgi vardır.  Onun hayatı hakkında elde edilen bilgilerin neredeyse tamamına yakını oğlu Ahmed Hayâlî’nin halifesi Muhyî-yi Gülşenî’nin Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî [4]adlı eserine dayanır.

Halvetiye tarikatının önde gelen temsilcilerinden olan  Dede Ömer Ruşeni, daha sonra bu tarikatın Ruşenîye kolunu kurmuştur.  Hakkında bilgi veren kaynaklara bakılırsa Yüzyıldan fazla ( hatta 114 yıl )  bir ömür sürmüş olan şair 1533 yılında Mısır'da vefat etmiştir.  “Muhyî, onun 940’ta (1534) vefat ettiğinde 114 yaşında olduğunu “ yazmıştır. Bu durumda Dede ömer Ruşeni’nin doğum tarihi 1423  olmalıdır.

İbrahim Gülşenî ve onun inşa ettiği Gülşenîliğin tasavvuf tarihi içindeki yeri konusunda başta Muhyî’nin Menâkıb-ı İbrahim-i Gül- şenî adlı eseri olmak üzere kaynaklardaki malumat, Tahsin Yazıcı ve  Himmet Konur tarafından sistematik olarak ele alınmış, İbrahim Gülşenî’nin hayat hikâyesi, menkıbeleri,  halifeleri, tekke ve zaviyeleri konusunda bilgiler verilmiştir.  (Yazıcı  1951, Konur 2000). [5] Tezkirelerdeki veriler doğrultusunda Osmanlı şairlerinin tekke tasavvuf ilişkilerine bakıldığında ilk sırayı  Mevlevîlerin, ikinci sırayı Halvetîlerin, üçüncü sırayı Nakşîlerin ve dördüncü sırayı ise Halvetîliğin bir kolu olan Gülşenîlerin aldığı görülür.   (İsen 2010: 183-192) [6]

Kasım Kufralı'nın verdiği bilgiye göre İbrahim Gülşeni, amcası Şeyh Seyyid Ali'nin himayelerinde  bilgisini artırmak gayesi ile Maveraünnehir'e gitmeyi tasarlar. [7] Bu niyetle yola çıkarak Tebriz’e gelir. Daha sonra bilgisini artırmak amacıyla Maveraünnehir’e gitti. Oradan Tebriz’e geçerek Uzun Hasan’ın yanında kaldı. Uzun Hasan'ın kazaskeri Mevlânâ Hasan çocuğun zekâ ve kabiliyetini görerek tahsil ve terbiyesini üzerine alır ve hayli ihtimam gösterir. O devirde okutulan İslâmî ilimleri mükemmel bir şekilde elde eden İbrahim'e, Mevlânâ Hasan'ın sevgi ve itimadının gittikçe artması üzerine, hükümdar Uzun Hasan'ın da ilgi gösterdiği anlaşılmaktadır. 

O tarihlerde Halvetîlerin İkinci pir telakki ettikleri Ömer Rûşeni' ile tanışır. Bu tanışma sonucunda başlayan beraberlikleri  Dede Ömer Ruşeni yerini İbrahim Gülşenî ye bırakmasına kadar devam edecektir. Halvetilerin II. Şeyhlik postuna oturan İbrahim Gülşenî'nin şöhreti kısa bir zaman içerisinde İslâm âleminin her tarafına yayılmış, irşada susayan, hakikat ve marifetten nasibi bulunan kimseler gurup gurup ziyaretine gelerek kendisinden dua ve himmet almaya başlamışlardır.

İbrahim Gülşen'in dergâhının bulunduğu Tebriz’de başlayan Alevilik Sünnilik mücadelelerinde Erdebil Beyleri siyasi kontrolü ele geçirmeye başlamış, Bayındır Beyleri ile yaptıkları mücadelede üstün duruma gelmişlerdi.  Şah İsmail yörede egemen olduktan sonra, Gülşeni’yi Şiiliğin yayılmasına engel gördüğü için, idam ettirmek üzere hapsetti. Gülşeni muhafızın yardımıyla buradan kaçarak Diyarbakır’a gitti. Sünni olan İbrahim Gülşeni Sünni kökenli Bayındır Beylerinin mücevherlerini dergâhında saklamakla suçlanınca Tebriz’den ayrılmak zorunda kalmıştı.

Erdebil Şiilerinin hedefi, İbrahim Gülşenî’nin hayatını ortadan kaldırmaktı.  Şeyh Hazretleri oğlu Ahmed Hayâli ile birlikte Diyarbakır’a kaçtı ve orada ş çok saygı ve iltifat görmüş olmasına rağmen  fazla kalmayarak Alâüddevle'nin yanına, "Rûha"ya buradan da Kudüs yolu ile Mısır'a ulaşmışlardır. İbrahim Gülşeni daha önceden Mısır'a iki halife yollamış ve oradaki halifelerinin yanına ulaşmıştı. Birkat'ül Hace mevkiindeki Kubbet'ül Mustafa'da yerleşmeye karar verdi. Oradaki çevresi de kısa bir zaman içerisinde büyük çapta bir irfan mektebi haline geldi. Burada Gülşeniye tarikatını kurdu ve müritlerini yetiştirmeye başladı. [8]Mısır halkından çok saygı ve itibar gören Şeyh,   Yavuz Sultan Selim ,  Mısır 'ı fethedince ona intisap etti. İbrahim Gülşeni'ye saygı gösteren Yavuz'un pek çok sipahisi ve  yeniçerisi Şeyh'in tarikatına girmiştir.   Yavuz Sultan Selim’in  Mısır ’ı almasından sonra Gülşeni’nin yöredeki saygınlığı oldukça artan İbrahim Gülşeni bu defa Mısır Paşaları tarafından takip edilmeye ve onlar tarafından kıskanılmaya başlanacaktır.

Mısır'ın Osmanlılara geçip, Tuman bey'in mağlup olmasından ve ölmesinden sonra, Tuman Bey'in  karısı Şeyh hazretlerinin oğlu Ahmed Hayâli ile evlenmiştir. Mısıra vali olarak bırakılan İbrahim paşa, orada kaldığı müddetçe Gülşenî’nin bu hareketini hiç bir zaman hoş görememiş, Oradaki nüfuzunu bir türlü hazmedememiş, bunun içindir ki, durmadan şeyh hazretlerinin zayıf tarafını aramaya ve Padişah'a jurnal etmeye çalışmıştır. Yerel yöneticiler arasındaki çeşitli anlaşmazlıklar Gülşeni’nin durumunu da etkiledi. Bu entrikalar sonucunda Şeyh'ten kuşkulanmaya başlayan  Kanuni Sultan Süleyman  onu İstanbul’a çağırır. Çok yaşlanmış olmasına karşın, verdiği vaazlarla çevrede geniş bir saygınlık kazandı. Devrin ileri gelenlerinin yardımıyla gerçekleri gören  Kanuni Sultan Süleyman, kuşkularının yersiz olduğunu görerek  sıralarda gözleri görmeyen Şeyhin gözlerini hekimlerine tedavi ettirerek Şeyhe saygı gösterir. İstanbul’da bir müddet kalarak büyük bir saygı kazanan Şeyh ilerlemiş yaşına rağmen buradan tekrar Mısır'a dönecektir.

Mısıra döndükten sonra, El Müeyyede'de tekrar zaviye inşası ile meşgul olan İbrahim Gülşenî "Mate Kutb'üz-zaman İbrahim" mısraının ebced hesabı ile 940 (1533) yılında 114 yaşında orada vefat etmiştir.[9]  Kendisinden sonra yerine oğlu Şeyh Ahmed Hayâli postnişin olmuş ve irşad hizmetini devam ettirmiştir.

EDEBİ YÖNÜ VE EDEBİYATIMIZA VE TASAVVUFA ETKİLERİ


İbrahim Gülşeni Halevetiye Tarikatına getirdiği farklı bi,r yorum ve içtihad ile Halvetiler arasında yeni bir dergah ve tarikat kuran bir Şeyh olmuştur. Kurduğu bu tarikat kendi adıyla anılacak ve ve Türk dünyasına yayılacaktır. Sadece tasavvufi anlamda değil edebi anlamda da Gülşenilik sanki bir ocak haline gelecek bu dergahın bünyesinden farklı bir çeşni olarak edebiyat âlemimize yayılacaktır. Başta Usuli olmak üzere, Arifi Bülendi,Hamdi, Rindi, Semai, Şifai, Zaifi gibi pek çok şair Gülşenilikten feyz alarak yazan divan şairleridir. [10]

Akkoyunlu Uzun Hasan ve Sultan Yakup dönemlerinde Tebriz’de filizlenen Gülşenîlik, Kahire’de köklenmiş ve bütün Osmanlı coğrafyasına dal budak salmıştır. Ağaç metaforunu devam ettirerek söylemek gerekirse  Gülşenîlik; Tebriz, Diyarbakır, Kahire, Yenice, İstanbul, Edirne, Kefe,  Gelibolu, Hayrabolu ve Mora’daki şiir ve musiki bahçelerinde en olgun  meyvelerini vermiştir.[11] Gülşenî dergâhları, sanatkârlar için birer cazibe  merkezi ve Türk şiir ve musikisinin her daim soluklandığı -Evliyâ Çelebi’nin ifadesiyle- “ruhaniyetli” mekânlar omuştur. [12]

Gülşenî’nin Türk kültür ve sanatı bakımından en önemli mirası, şiirleri ve mistik tecrübesidir. Daha hayattayken Kahire’deki Gülşenî Tekkesi, pek çok gönül adamı için bir cazibe merkezi olmuştur.  İbrahim Gülşenî’nin manevî mirasını devralan çocukları ve torunları onun şiir çizgisini devam ettirmişlerdir. Sadece oğullarından olan torunları değil, kızının çocuğu olan Ârifî mahlaslı Fethullah Çelebi (ö. 1561), Osmanlılar hakkında Farsça şehnâme yazan ilk şair sıfatıyla  edebiyat tarihi içindeki yerini almıştır. [13]


ESERLERİ

Gülşenî'nin sanatında Azerî Türkçesi, Farsça ve Arapça yazdığı divanlar, Mesnevi-yi Hafî ve Raznâme adlı mesneviler önemli yer tutmaktadır. [14]

Manevi: Mesnevi-yi Hafi: Yaklaşık 40. 00 beyitlik bir mesnevidir. Mesnevi-i şerife nazire ve cevap olarak yazdığı 40 000 be-yitlik farsça Manevi'sini 40 günde bitirdiği söylenir. İ. Gülşeni bu eseri devam ettirmişti ve tamamlamıştır. Mesneviye nazire olarak yazılmış bir eserdir. Gülşeni'nin " Manevi" adlı  Mesnevisi, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin Mesnevisinin bir benzeri gibidir. 40.000 (kırkbin) beyitten ibaret olan bu eser remel bahrinde bir mesnevi olup Gülşeniler arasında çok büyük bir şöhrete ulaşmıştır. [15]Onun bu eserine Mesnevi'nin özü olarak bakılır.

Gerçekten de Gülşeniler ile Mevleviler arasında sistem bakımından hayli benzerlikler vardır. Bu eser halen memleketimiz kütüphanelerinden Beyazıt "Umumi Kütüphanesi no: 3588, Ayasofya kütüphanesi no: 2080, Süleymaniye kütüphanesi Esat efendi no: 2908. Halet efendi no: 272, de kayıtlı bulunmaktadır
Arapça Divan (Halil takma adıyla yazılmış, alaylı şiirler)

Türkçe Divan (24.000 ‘i aşkın beyitten oluşmaktadır, dil açısından önemlidir). [16]

Eserlerinin ikincisi farsça bir dîvan'dır, Fatih kütüphanesi no; 3866, millet kütüphanesi, farsça eserler bölümü no; 418, de kayıtlıdır.

Üçüncü eseri, Arapça bir dîvandır. Şathiyyat kabilinden şiirler ile dolu olup, Ömer bin el Farız'ın Taiye'sine yazdığı bir benzetmedir. Gülşenî hazretleri bu şiirlerde (Halil) mahlasını kullanmıştır.

Dördüncü eseri Türkçe bir divan olup, Üniversite kütüphanesi Türkçe yazmalar bölümü no: 980 milleti kütüphanesi manzum eserler bölümü no: 379.

Beşinci eseri, Razname'dir. Remel bahrinde, Türkçe, Tasavvufla ilgili, mesnevi tarzında yazılmış bir eserdir. Millet kütüphanesi, manzum eserler kısmı no: 932,

Altıncı eseri, «Kenz'ül Cevahir» adında bir eserdir. Üniversite kütüphanesi, farsça yazmalar kısmı no: 1233'te kayıtlıdır.
Şiirleri

·         Eşqe könül vermeyen cânmı qıymaz bana,

·         İsteyüp derdine eşqine bulmazam andan deva,

·         Eceb yüzin gören nece qılar tâb,

·         Ağlamaqdan gülmez imiş şâd olub bir dem qerib,

·         Beni her demde nedim oldurur eşq.

·         Bilmezem kim, ne beladur başıma sevdâ-yi eşq,

·         Ne belâdür bilmezem kim, eşq olupdur âna ad

·         Nedür keyfiyyetin eşqün bilmek olmaz,

·         Bana cân ü cehan sensiz gerekmez,

·          

KAYNAKLAR

 

[1] Ali Emîrî, Diyarbekirli Bazı Zevâtın Terceme-i Halleri, Millet Ktp., Ali Emîrî, Tarih, nr. 750, vr. 16a vd.

[2] NİHAT AZAMAT, https://islamansiklopedisi.org.tr/ibrahim-gulseni,

[3] Muhsin Macit?,”Osmanlı Kültür ve Sanatında İbrahim Gülşenî’nin İşlevi “yayinlar.yesevi.edu.tr/files/a

[4] Muhyî-yi Gülşenî, Menâkıb, s. 13, 417

[5] Prof. Dr. Muhsin Macit, Osmanlı Kültür ve Sanatında İbrahim Gülşenî’nin İşlevi , Bilig,194, KIŞ 2012 / SAYI 60, shf, 193-213

[6] İsen, Mustafa (2010).“Divan ŞairlerininTasavvuf ve Tarikat İlişkileri”.Tezkireden Biyografiye. İst.: Kapı Yay

[7] Prof. Dr. Muhsin Macit, Osmanlı Kültür ve Sanatında İbrahim Gülşenî’nin İşlevi , Bilig,194, KIŞ 2012 / SAYI 60, shf, 193-213

[8] Mustafa Kara, Gülşeniye, İslam Ansklopedisi, C. 14, Shf., 256-258

[9] https://yayinlar.yesevi.edu.tr/files/article/495.pdf

[10] Mustafa Kara, Gülşeniye, İslam Ansklopedisi, C. 14, Shf., 256-258

[11] Adak, Abdurrahman (2006).  Zai‘fî Gülşenî Hayatı, Eserleri, Edebî Şahsiyeti ve Divanının İncelenmesi. Doktora Tezi. Ankara: Ankara Üniversitesi

[12] Prof. Dr. Muhsin Macit,( 2012 )/ shf, 193-213

[13] Prof. Dr. Muhsin Macit,( 2012 )/ shf, 193-213

[14] https://dergahigulseni.blogcu.com/piri-fani-ekberi-veli-ibrahim-gulseni-ra/12120445

[15] Mustafa Kara, Gülşeniye, İslam Ansklopedisi, C. 14, Shf., 256-258

[16] Akay, Mehmet (1996).  İbrahim Gülşenî’nin Divanı: Metin-Dil Hususiyetleri. Doktora Tezi Konya: Selçuk Üniversit

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar