Diyorlar Ki Hakkında Özeti Ruşen Eşref Ünaydın

25.03.2015

 Ruşen Eşref Ünaydın 1917 yılında Fikret’in   yüreklendirmesi ile yayın hayatına atılmış, Rıza Tevfik Bey’le Bir Gün” başlıklı bir yazı ile de yazarlığa başlamıştı.  Bu yazısını  “Cenap Şahabettin Bey’i Bir Gün Ziyaret” adlı yazısı izlemişti. Edebiyatımızda o güne kadar örneği olmayan bu mülakatların çok beğenilmesi üzerine, Abdülhak Hamid, Halide Edip ve Fazıl Ahmet’le yaptığı mülakatları da Türk Yurdu’nda yayımlandı. 

1918'de Yeni Gün muhabiri olarak Kafkasya'ya, Tasviri Efkâr muhabiri olarak Sivas'a gitti. Servetifünun, Türk Yurdu, Donanma, Tedrisat Mecmuası, Dergâh, Yeni Mecmua, Vakit gibi dergi ve gazetelerde söyleşileri ve gezi türünde yazıları yayımlandı.

Atatürkçü bir yazar olan Ruşen Eşref, . “Röportaj ve mülakat” türlerini Türk yazınına kazandıran ilk yazar olmuştu. Yazar Kurtuluş Savaşı döneminde,  pek çok ünlü yazar ile mülakat yapmış bu yazılarını ve röportajlarını, Türk Yurdu dergisi ile Vakit gazetelerinde yayımlamıştı. [1]Daha sonra  Vakit gazetesinde bu türden mülakatlarını sürdüren yazar bu çalışmasını devrin diğer edipleriyle yaptığı mülakatlarla devam ettirmişti.

Yazar bu yazılanını daha sonra bir kitap haline getirerek  “Diyorlar ki “ adını verdiği kitapta toplamıştı. Bu eser Türk Edebiyatında ilk basılan mülakat kitabı olmuş, edebiyatımızda mülakat türünde eser veren ilk yazar olmak şerefine de nail olmuştu.

Diyorlar ki adlı yapıtıyla ünlenen Ruşen Eşref Ünaydın, özellikle mütareke ve Kurtuluş Savaşının en karanlık günlerinde yazdığı bu yazıları ile toplumu da yüreklendirmiş,  “İnsanların karamsar değil, güçlü olması; öfkesini, yurdunu kurtarmak için dirence dönüştürmesi için çabalamıştı.” [2]

 

Ruşen Eşref Ünaydın ‘ın bu mülakatları  Abdülhak Hamit Tarhan , Nigar Hanım, Sami Paşazade Sezai, Halit Ziya Uşaklıgil, Cenap Şahabettin , Hüseyin Cahi, Süleyman Nazif , Rıza Tevfik Bölükbaş , Mehmet Emin Yurdakul , Halide Edip Adıvar, Hamdullah Hamdi, Ziya Gökalp , Ömer Seyfettin , Refik Halit Karay , Fazıl Ahmet Aykaç , Ahmet Haşi ve Ali Kemal ile yapılan mülakatlarla devam etti.

Yazar edipler, sanatkârlar ve fikir adamlarıyla yaptığı bu mülakatları, 1918'de “Diyorlar ki “ adıyla kitaplaştırdı. Bu eserini yayınladıktan sonra da "Diyorlar ki Muharriri" olarak şöhret bulmuştu. [3]

Ruşen Eşref,  daha sonra İstanbul Çeşmeleri üzerine yazdığı yazılardan dolayı "Çeşmeler Kâşifi" ve "İstanbul Seyyahı" gibi sıfatlarla da anılmıştı.

Yazarın edipler, muharrirler, sanatkârla, fikir adamları ve diğer meşhurlarla yaptığı bu mülakatlarını toplayan “ Diyorlar ki “ adlı eseri  MEB  tarafından Yüz Temel Eser arasına alınarak ödüllendirilmiş oldu. Yazarın mülakatları sayesinde  pek çok tanınmış  portre hakkındaki özel bilgiler bu kitap ile birlikte günümüze kadar ulaşmış oldu.

Nigar Hanım;[4]

-Kim bilir hanımefendi, size ilk şiir hevesini veren sebepler ve ilhamlar nelerdi? Okudum ki pek küçük yaşta ruhunuzu terennüm etmeye başlamışsınız.

-Bana ilk şiir hevesini veren yaradılışımdır. Çünkü ben on iki yaşında bir çocuktum; kardeşim bir kaza sonunda ölmüştü ve benim en evvel ki şiirim de maatteessüf bir mersiye oldu. Türkçeyi ben Kadıköy’ünde, Fransız mektebinde iken okuyup öğrendim. Babam, bana öğretmen olarak Celal Sahir Bey'in kayın babası olan Ebüllisan Şükrü Efendi'yi seçmişti. İlk yazılarım çıkmaya başladığı zaman ben on dört yaşındaydım. Diyebilirim ki şairlik zevkini annemden almışımdır; çünkü annem, efendim, gayet çok şiir okurdu. Zavallı hasta olduğu zaman daima beyitler okurdu. Bununla beraber benim en büyük ilham kaynağım vatanımdır.

- Eski Edebiyatımızı çok okur muydunuz hanımefendi? Eskiler arasında hissinizi en fazla okşayan şairler hangileriydi?

- O zamanlar ben eski divanları okurdum. Leyla, Şeref divanları; fakat Muhlis Paşa divanı ki Esat Muhlis Paşa çocuklarımın eniştesinin yani Sadullah Paşa'nın babasıdır. O vakitler, sabahlara kadar dirseklerim yazıhane üstünden kalkmazdı. Zaten bütün hayatımda uyku uyumamaktan mustarip oldum efendim.

- Bendeniz de öyle!

- Hep eski divanları okurdum; daha doğrusu elimin altına ne geçerse okurdum. Bu benim âdetimdir. Bir taraftan da Hugo, Musset, Lamartine. Eskiler arasında beni en fazla Fuzuli duygulandırdı.(ve biraz acele acele söyledi) Fuzuli, Fuzuli; hala da bugün de Fuzuli. ve Nedim. Bunların ikisi arasında o kadar fark vardır ki; birisi aşk ve sevdada derin. Öteki de şuhluğundan, şakraklığından severdim belki. Fakat ikisi arasında hiç aynı hissime tesir eden ortak bir nokta görmedim. Şeyh Galip’i de çok severdim. O zamanların edebiyatı bu idi. Sonra bende ilhamlarımı yazı haline getirmeye başladım tarihte Muallim Hayret Efendi'nin Saadet de benim için yazdığı makaleler, son derece teşvik edici bir rol oynamıştır.

Ömer Seyfettin;

Genç ve çalışkan hikâyeciye de müracaat ettim. Evvela 'Beni bu serinin içine katmayın.' diye özür diledi. Aradan bir müddet geçmişti. Bir gün oturduğum evi şereflendirdi. 'Ben söyleyeceklerimi yazdım. Siz de bu yazar benim ahbabımdır; yüzünde, hareketlerinde, sözlerinde öyle dikkate çarpacak bir şey yoktur, dersiniz cancağızım.' dedi. Birkaç defa omuzlarımı okşadı. Kâğıtları bırakıp çıktı gitti. Kendisine teşekkürler ettim. Ömer Seyfettin Bey şunları yazmış:

Eski edebiyat; Daha ben çocukken evimizde birçok divanlar vardı. Onları okuya okuya edebiyata heves ettim. Fakat eski edebiyatın çeşnisini, zevkini tattığımı iddia edemem. Çünkü bunun için başka bir ilim, başka bir tahsil ister. Pek gençken gazeller falan da yazdım. Fakat bunlar saçma şeylerdi. O vakit bu yana aklımda sadece Leyla ile Mecnun'lar kaldı. Demek ki aslında yalnız onları anlayabiliyormuşum. Bugün artık eski edebiyatımıza hiç taraftar kalmadığı için bu mevzu bahse bile değmez sanırım. Divan edebiyatı! İşte olsa olsa edebiyat tarihi için lüzumlu bir saha! Daha fazlasına aklım ermez. Şinasi'den sonraki edebiyata gelince: Namık Kemal Bey'i çok sevdim. 'Evrak-ı Perişan' dan dan sahifeler ezberledim. Bana canlılık zevkini veren; beni iyiye, doğruya, güzele samimiyetle alakadar eden Namık Kemal'dir sanıyorum. Ne yalan söyleyeyim, Hamid'i pek o kadar anlayamıyorum. Ekrem Bey'e gelince, Nejat'ı için yazdığı şeylere hala bayılırım. Bunlar ne kadar insana tesir eden şeylerdir.

Edebiyat-ı Cedide:

'Fikret!.. İşte bana mükemmellik şevk ve isteği veren kimse! Lise sınıflarında iken hep Rübab'ı okuyordum. Halit Ziya bizim ilk üstadımızdır. Ben, bir gece hiç uyumamış sabaha kadar Bir Ölünün Defteri'ni okumuştum. Yalnız onun skolastiktir. Yoksa tekniği öyle kuvvetlidir ki Avrupa'nın güneydoğusunda, mesela Romanya'da, Sırbistan'da, Bulgaristan'da, Yunanistan'da o kuvvette bir romancı yoktur. Buna emin olunuz. Eğer Tevfik Fikret'le onun arkadaşları tabii dili kavrayabilmiş olsaydılar, şüphesiz, bizimde edebi klasiklerimiz olurdu. Çünkü onlar modern edebiyatın tekniği olduğu gibi anlamış ve kabul etmişlerdir.'

"Bana gelince; ortaya esaslı bir eser koymadan sanatkarlık hülyasına kapılmam bile! Edebiyatımızın hedefi: Çok laf, aza eser'dir. Ben şimdilik hedefi ve bu anlayışı bozmaya çalışıyorum. Ağustos böceği gibi, öterek yan gelmekten ise, karınca gibi çalışmak daha iyi değil mi? Şimdiye kadar öttüğümüz elverdi; biraz da iş yapalım ki çorak edebiyatımız şenlensin, değil mi? Siz de bu fikirdesiniz sanıyordum."[5]

Ruşen Eşref Ünaydın Hayatı Edebi Yönü Eserleri

Diyorlar Ki Hakkında Özeti Ruşen Eşref Ünaydın

Ruşen Eşref Ünaydın'dan Hatıralar

Ruşen Eşref Ünaydın’ın  Hatıralarından



KAYNAKÇA 


[1] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/rusen-esref-unaydin-hayati-edebi-yonu-eserleri/74571

[2] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/rusen-esref-unaydin-hayati-edebi-yonu-eserleri/74571

[3] https://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=85321

[4] https://www.turkceciler.com/kitap_ozetleri/diyorlar-ki.html

[5] https://www.turkceciler.com/kitap_ozetleri/diyorlar-ki.html

0

0

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar