Türk Adı ve Anlamları
Türk kelimesinin anlam kökenine dair birçok görüş ileri sürülmektedir. Uygur metinlerine göre Türk kelimesi “ güç, kuvvet, erk anlamındadır.”[1] Çin kaynaklarına göre miğfere benzeyen dağlarda yaşadıklarından Türk kelimesi miğfer anlamındadır. [2]Acem kaynaklarına göre ise Türk sözü “ sağlam”, “güçlü”, “kuvvetli” manasına geldiği gibi “ dilber, kahraman, yiğit”, hatta güzel insan [3] anlamlarına da gelir. Vambery'e göre “çoğalmış”, “yaratılmış” “yaratık” Kaşgarlı Mahmut’a göre “ olgunluk çağı “ manasındadır. [4] ( bkz Tarihte Türk Adları ve Anlamları )
Türk ve Türklük Çin sınırından Balkanlara hatta Orta Avrupa’ya kadar uzanmış tarih öncesinden günümüze kadar pek çok devlet kurmuş, pek çok devletin kurulmasına ve dağılmasına neden olmuş, pek çok kavmi sürüklemiş kavimler göçüne neden olmuş, pek çok millet ve devlet üzerinde asırlarca egemen olmuştu. Şamanist geleneklerden, Mani, Buda Dinleri, Hıristiyanlıktan İslam’a kadar pek çok dine mensup olan çeşitli Türk kavimleri Batı’ya doğru ilerledikçe Moğollar, Tatarlar ve Çinliler ile de karıştırılmışlardı.
Bu nedenle pek çok millette ve kültürde çok boyutlu Türk ve Türklük algıları oluşmuştur. Bu algıların bazıları korku dolu, bazıları aşağılayıcı, bazıları gıpta ile doludur.
Acemlerde Türk Algısı
12. asır ve sonrasındaki Acemlerin gözünde Türk kavramı, Acem diyarını yağmalayan Moğol, Tatar ve Hulagu algısıyla eşdeğerdi. “ Türk diyü Hıta, Hoten ve Deşt-i Kıpçak halkına derler ki onların âdeti yağma ve gârettir ( soygun )” Mesela Şiraz ahalisi Acem kadınlarına tecavüz eden Hulagu Han’ın askerlerinden gayrı meşru olarak dünyaya gelen Türk-i Şirazlılardı.[5] Divan şiirinde Şirazî sözcüğünün manası Türkî güzel, Türkî perizât anlamına da gelmiş oluyordu. ( bkz Perizad Nedir Kökeni Şiirlerde Perizâd )
Nola Şirâzî desem ben o hâl-ianber efşâna
Bulunmaz Hind ü Keşmir ü Hoten de böyle bir dâne Sünbülzâde Vehbî
Acemlere göre Türkler “ Hıta, Hoten, Deşt-i Kıpçak halkıydı ve zalim, gaddar, kan dökücü, yağmacı ve talancıydı. Acem şairleri, sevgiliyi gönül çelen, zalim, gaddar, talancı bir avcı oluşu yönünden; Türk ile sevgiliyi teşbih bir diğerine ediyorlardı. Nazı ve cilvesi ile aşığı canından bezdiren sevgili, güzelliğinden dolayı da Türk’e teşbih edilirdi. Acemlerin gözündeki Türk algısı erkek güzeli, dilber, civan, dilsitan (- gönül çelen ) anlamlarını da çağrıştırıyordu. Türk, Türkmen, Moğol ve Tatarı aynı kavim olarak kabul eden Acemler Türklerin ve Tatarların ana vatanını ise Hıta, Hoten ve Deşt-i Kıpçak yurdu olarak bilmişti. ( bkz Hıta Yurdu Hoten Ahuları , Hata Çiğil ve Yağma Güzelleri- Nâfe Nedir Nâfe-i Tatar Misk Amber Hıta Hoten Çiğil Yağma- Ahu- yu Müşgin Nedir-- Şiirlerde Hıta ve Misk Ahusu---Türkî Perizâtlar Ülkesi Çiğil Yağma Hıtay Güzelleri )
Bu nedenle onlardaki Türk algısı; güzel, zalim, gaddar avcı imajlarıyla doluydu. Divan şiiri 15 hemen her alanda Acem şairlerini taklit ve takip etmiş, çok büyük ölçüde Acem şiirine bağlı olarak ortaya çıkmış, hemen her özelliğini Acem şiirinden taşımıştı.
Acem şairlerindeki bu tasavvurlar bizim şairlerin de zihnine yerleşmiş oldu. ( bkz Perizad Nedir Kökeni Şiirlerde Perizâd --Çiğil Türkleri Misk Ahu ve Türkî Perizâtlar---Türkî Perizâtlar Ülkesi Çiğil Yağma Hıtay Güzelleri
Osmanlı Hanedanı ve Saraylıda Türk Algısı
Malazgirt Savaşından sonra Anadolu Türk yurdu haline gelmiş ancak Farisi kültür kılığı kuşanan Selçuklu saray yapısı, Türk köylüsü ve ahalisi tarafından Babai isyanları ile iyice hırpalanmış sonrasında devrilmişti. 13. Asırdaki Anadolu’da bir yandan divan edebiyatı şekillenirken Kayı boyuna mensup göçer ahalinin omzunda büyüyen Osmanlı Beyliği de imparatorluk haline dönüşmeye başlamıştı. Selçuklu ile Farisi saray geleneğine aşina olan Osmanlı, İstanbul’un fethi ile Bizans’ın da teşkilat ve teşrifat nizamıyla bilişmişti. Yavuz ile Emevi, Abbasi, Memluk nizamını da kapan Osmanlı erkânı boy, budun, millet unsurlarını reddedip ümmet ve tebaa kavramına yönelmişti. Ümmet anlayışı milliyeti önemsiz hale getirip Müslümanlık kimliğini esas kabul ediyor; tebaayı ise Müslim ve Gayr-i Müslim olarak ikiye bölüyordu.
Osmanlı Hanedanı, devşirme devlet erkânı ve divan şairlerinin zihnindeki Türk kavramı hiç de olumlu değildi. İstanbul’un fethi sonrası Osmanlı hanedanı; egemenliğinin devamını tehdit edecek olan Türk beylik, boy, oymak ve cemaatlerini etkisiz hale getirmek siyasetine girmişti. Çünkü Selçuklu da dâhil Türk devletlerini veya hanedanlarını başka bir Türk devleti veya hanedanı çökertmişti. Sasani kılığına özenen Selçuklu saltanatını deviren Babai Türkmen köylüsü, 15. Asırdan itibaren bu defa da devşirmelere kucak açtığı ve Araplaştığı için öfkelendikleri saraya Celali adıyla karşı çıkmış; saraylının Türk adını yadırgaması bu nedenle başlamış, divan şiirine de bu algı yansımıştı.
Devşirmeleri baş tacı yapan, Türk beylerini, boylarını, halkını dışlayarak Acem şalı kuşanıp, Arabî mantıkla düşünüp davranmaya başlayan hanedan, Türk köylüsünün gözünde “ Eğeri kaltak, şalvarı şaltak, güvenilmez Osmanlı “ kılığına bürünmüştü.[6] ( bkz Abalı ile Dibalı Üryani ile Kabalı ) Şah İsmail Hatai ve Yavuz çatışması akabinde ortaya çıkan Celali isyanlarının esas nedenleri buydu. Bu isyanlar saraylı ve devlet erkânı ile halkı bir birine düşürmüş; hanedan ve saraylının gözündeki Türk ve Türkmen ahalisi, kötü huylu, soysuz, fesat, cahil, Türk-i bî idrak”- idrakten- anlayıştan yoksun, kaba, saba, akılsız köylü haline dönüşmüştü.
Zaten çok büyük bir ölçüde Acem şairlerinin tesiri altında yetişmiş olan devşirme divan şairleri ile Acem şairlerinin nazarındaki Türk algısı Tatar ve Moğol algısı ile aynı “kan döken, rahmetsiz, talancı, yağmacı ve zalim bir kavim “ şeklinde idi. Divan şairleri Türk, Tatar ve Moğolları aynı kavim gibi görüyor, Hıta, Hoten, Deşt-i kıpçak’ı Türklerin ana yurdu olarak biliyorlardı. Divan şairlerine göre Türk, Basra ve Bağdat-ı talan eden Hülâgû Han’ın kavmi gibi bir kavimdi.
Divan Şiirinde Türk Kavramı ve Anlamları
Saraylı beyni ile Acem şairlerinin dili ile düşünen Türk asıllı divan şairleri bile Türk sözcüğünü pek de iyi anlamda kullanmamış; kanlı zalim, gaddar, talancı, kaba , cahil vb olarak görmüş Türkleri hayali ve efsanevi ülkelerde yaşatmıştı.
Divan şairlerinin nazarında Türk ile zalim sevgili arasında büyük bir benzerlik vardı. ( bkz Divan Şiirinde Sevgili İmajı ve Sevgili Benzetmeleri ) Çünkü sevgili de Türk gibi dinsiz, imansız, merhametsiz, fitneci, zalim ve usta bir avcı , güzel bir savışçıdır. Aşığa merhamet etmediği gibi hançer gibi kaşları, kement gibi saçları, öldürücü bakışları, ok gibi kirpikleri ile cana kasteder, bakışları ile öldürüp, aşığı mezara benzetilen gamzesine gömerdi. [7] ( bkz KZ Mızrak Nedir Şiirlerde Mızrak - Hadeng Nedir Şiirlerimizde Avcı Sevgili ve Ok)
Ancak divan şairlerinin kastettiği bu tip Türk; Moğol, Çin, Tatar ve Türkmen karışımı üst kimliği olan “Türk” adıyla özdeşleşen bir kavramdır.
Şol âli çoh ala gözün gönlüm evin yağmaladı
Yağmacı Türkün âdeti her kandasa yağma imiş Nesîmî
Türk, Hıta, Hoten sözcükleri bazı divan şairlerimize özlem dolu hayaller de kurdurmuştu. Mesela Safevi Hükümdarı Şah İsmail ’in Hatayi mahlasını seçmesi bu özlemin sonucudur. Hataî , Hıta yurduna mensup demektir. [8] Atatürk, ana vatana kattığı Antakya’nın adını bu nedenle ( Hıta, Hıtay ) Hatay olarak değiştirdi. Hatay’ın adı, misk ahularının cirit attığı Türkistan ülkesinden gelmekteydi ve Atatürk, Hatay’a “ bin asırlık Türk yurdu “ derken bunları da kast etmişti.
Divan şairlerimizin zihnindeki Hıta yurdu; misk ahularının cirit attığı, çekik gözlü Türkî perizatların yaşadığı o ülkeydi. Firdevsi'nin Şehnamesi'nde de öğrendikleri Hoten; Turan Padişahı Afrasyap ile Siyavuş’un da yurduydu. ( bkz Afrasyap Efsanesi ve Alp er Tunga- Şehname'de Rüstem - i Zal Afrasyap ve Savaşları ) Zaloğlu Rüstem’in heft han geçidinden geçip hân-ı yağma ziyafetleri verip, Semengân Padişahının kızı Tehmine ile evlenip oğlu Sührab ’ın dünyaya geldiği Türk yurduydu. Divan şairlerinin tasavvurundaki efsanevi Türk yurdu ahular, misk ü amberle doluydu. Bu masalsı ülkede; konuklara ikram edilen Türkistan güzellerinin olduğu Halluh Hoten Nevşâd Şehirleri ve Ferhar Güzeller Mabedleri de vardı. [9]
Beyitlerde Türk ile Türk Yurtları
Divan şairleri Türk sözcüğünü güzel, gaddar, zalim, avcı, kahraman, yiğit, putperest, putperest güzeli vs çok çeşitli anlamlarda kullandıkları gibi kaba, saba adam, akılsız, idrakten yoksun ( Türkî bî idrak ), köylü anlamında da kullanmışlardır. Şehirli divan şairlerinin nazarında Türkler köylüdür. Veya köyde yaşayanlara Türk denmektedir.
Divan şairlerinin nazarındaki Türkler, oklu, yaylı savaşçı, avcı kılıklı, gaddar yüzlü, zalim ve fitne çıkaran, cana kast eden cadu bakışlı, misk ahularını avlayan, misk ve amber kokuları saçan çekik gözlü güzellerdir.
Ol Türkî gözel aldı cânumı
Câdû göz ile dökdi kanumı Kadı Burhaneddin
Terk et o Türk’ü k’etse teşehhür ne denli kim
Çifti komuş Stanbul’a gelmiş Sapanca’dan Sûrurî
Böğürtlen açılsa bağ oldum sanır
Türk şehre gelirse bey oldum sanır Lâedri
Gözü hicrine alındım fiğân ol Türk-i hûn-rîzin
Saçı küfrüne tutuldum medet bir nâ- Müselmân’ın Necati
Gönül ol Türk hışmından hazer kıl
Husûsa mest-i yalın hançeri var Bursalı Cinani
Bu ne adetdir, ey Türk-i perizad,
Qeminden olmadım bir lehze azad. Seyyit Nesimi - İmameddin
Verip endâmına dibâ-yı Rum ile kıyafetçik
O Türkî fitnekârı bir Acem raksında seyreyleye Mütercim Asım
İşittik cümle hûbâna Hıtâ’dan armağan gelmiş
zülf-i müşg-i Çîn başdan nigârın pâyına düşmüş Zatî
Bir Moğol-çin yüzlü kâfir gönlümün Bağdad'ını
Yaktı yıktı cevr ile alan u talan eyledi Hayalî
Kurdı kaşı yayını vü gezledi gözi oh
Meğer ki bu Türkîleri ol cenge getürdi Kadı Burhaneddin
Gözüñ ne kim atarsa irürür nişâneye
Türk-i Hıtâyı gör nice tîr ü kemânı var Ahmedî
Ey Türk-i nim-mest bu cânum harâbdur
Yakduñ hazîn göñlümi bu ne ‘itâbdur Muhibbî – Kanuni
Gelüp ey Türk-i çeşm-i mest dil u cânum harâb itdüñ
Beni sen odlare yakduñ yiter nâz u ‘itâb itdüñ Muhibbî – Kanuni
Gözleri kaşı ruhu zülfü çeridir hüsnüñe
Leşkeri yagmacı şol Türkî şehenşâhı görün Nesîmi
Gör ol Türk-i Hıtâyî nûş kılmış câm-ı sahbâyı
Salar dil milketine türktâz-ı katl ü yağmâyı Avnî Fatih Sultan Mehmet
Ceşm-i mestüñden hezârân fitne salduñ göñlüme
Türk-i yağmacı kimi bi’llâh yukuş kan eyleduñ Şah İsmail Hatai
[1] Rásonyi, László (1971). “Tarihte Türklük” Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1971 - 420 sayfa
[2] Otto Franke, Beitraege aus Chinesischen Quellen zur Kenntnis der Türk Völker und Skythen Zentralasiens, Berlin, 1904, s. 13. https://tr.wikipedia.org/wiki/T%C3%BCrk_(etimoloji)#cite_note-:1-1
[3] A.T. Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, MEB, 1996, s. 483
[4] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/tarihte-turk-adlari-ve-anlamlari/152793
[5] Sudi’nin Hafız-ı Şerhi eserinden iktibas ile A.T.Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar, meb, 1996, S. 483
[6] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/abali-ile-dibali-uryani-ile-kabali/110122
[7] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/mizrak-nedir-siirlerde-mizrak/108493
[8] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/sah-ismail-hatai-edebi-kisiligi-ve-divani/76499
[9] https://edebiyatvesanatakademisi.com/post/hita-yurdu-hoten-ahulari-hata-cigil-ve-yagma-guzelleri/104251