24.08.2016
FECRİ ATİ EDEBİYATI VE DÖNEMİN SİYASİ ORTAMI
Otuz yıl süren büyük bir siyasî baskıdan sonra aydınların dayanılması zor sıkıntılar sonunda getirebildikleri meşrutiyet devri, ne yazık ki, Türkiye tarihinin en talihsiz dönemlerinden biri olmuştur. Koca bir imparatorluğun idaresinden ve dünya politikasından habersiz birkaç maceracının elinde kalıveren ülkenin, içinde bulunduğu güçlükler ve büyük sıkıntılar yetmiyormuş gibi tamamıyla yok yere ve akıl almaz maceralara sürüklenmesi ve altı asırlık bir devletin bir anda ve hiç de şerefli olmayan bir şekilde yıkılıp gitmesi ile sonuçlanmıştır.
Bütün bu maceraların ve şerefsiz sonucun en büyük faktörü her zaman olduğu gibi, şüphesiz, yönetici kadrosundaki yetersizliktir. Ayrı ayrı mesleklerden gelme, devlet yönetiminde ve politikada bilgisiz ve tecrübesiz bir avuç gencin sırf ölçüsüz ihtirasları ve ataklıkları yüzünden çok kısa bir süre içinde ülkenin mutlak hakimi durumuna gelmeleri ile, yönetimde büyük karışıklıklara, dengesizliklere ve tutarsızlıklara yol açılması kaçınılmazdı. Devlet yönetimindeki apaçık bilgisizlik ve tecrübesizliklerini kendileri de fark ettikleri için, başlarda, işlere hemen el koyamayarak, devirdikleri yönetimin tecrübeli politikacılardan yararlanmaktan başka çare bulamadılar. Bu sebebe, II. Abdülhamid devrinin Said Paşa ve Kâmil Paşa gibi hükümet başkanlarını yönetimin başına getirmek zorunda kaldılar.
1908 yılına kadar II. Abdülhamid saltanatının çok ağır baskısı altında sosyal meselelerle uğraşmaktan uzak kalmış olan Türk halkı, bu tarihten sonra, otuz yılı aşkın bir süre içinde yaşadığı kabuğundan çıkararak, gözlerini yeni bir hayata açmıştı. Gerçekten, parlamenter rejimin sağladığı imkânlar dâhilinde, sosyal hayatın hemen her alanında çok hareketli bir dönem başlamış ve istibdat idaresi altında bütün bu alanlarda çok yavaşlamış olan batılılaşma çalışmalarına yeniden hız verilmişti. Ayrıca, dünya politikasının çok karışık bulunduğu bu sıralarda – gerek içeriden ve gerekse dışarıdan – imparatorluk birçok güçlüklerle karşı karşıya idi. 1911′deki Trablusgarp ve 1912′deki Balkan savaşları ile bu güçlükler daha da arttı. Memleket meselelerinin bu kadar ağırlık kazandığı yıllarda, edebiyatın, bütün bunlara tamamıyle ilgisiz kalarak, sanatçıların yalnız kendi hayatlarını aksettirmekte devam etmelerinin kamuoyunca iyi karşılanamayacağı muhakkaktı. Servet-i Fünun devrinde, edebiyatın bu tutumu hoş görülebilirdi.
1908′den sonraki hareketlere katılarak şöhret yapacak olan Ahmed Hâşim, Enis Avni (Aka Gündüz), Ali Cânib (Yöntem), Mehmed Behçet (Yazar) ve Tahsin Nâhid gibi adlar, 1901-1908 arasında, Edebiyat-ı Cedîde’den sonra yeni bir edebî neslin yetişmiş olduğunu gösterir.
Gerçekten bu neslin, 1908′de yeniden ortaya çıkan Edebiyatt-ı Cedidecilerin karşısına dikilerek, onları red ve inkâr ettiğini ve onların boş bıraktıkları yerlere geçmek için şiddetli bir mücadeleye giriştiğini görüyoruz. Bu tarihten sonra, bu genç neslin arasına Yakub Kadi (Karaosmonoğlu), Şehabeddin Süleyman, Cemil Süleyman (Alyanakoğlu), Köprülü-zâde mehmet Fuad, Müfid Râtib, Refik Halid (Karay) gibi yeni imzalar da karıştı. Önceleri türlü edebiyat ve sanat dergilerinde dağınık bir şekilde yazıları çıkan bu gençler, nihayet bir araya gelerek edebi çalışmalarını bir düzene koymak ihtiyacını duydular. Toplu bir hale gelmek, kendilerini kamuoyuna daha kuvvetle kabul ettirebilmek için de gerekli idi. Böyle bir düşünce ile hareket eden gençler, 20 Mart 1919 tarihinde, İstanbul’da çıkmakta olan Hilâl gazetesinin matbaasında ilk toplantılarını yaptılar. Aralarına Edebiyatt-ı Cedide’nin en genç üyeleri olan Celâl Sâhir, Faik Ali ve Ahmed Samim’i de almışlardı. Bu toplantıda, kendi edebiyat ve sanat eğilimlerini temsil edip kamuoyuna açıklayacak bir edebi topluluk kurulmasına karar verildi.
Topluluğa ad olarak teklif edilen Sînâ-yı Emel beğenilmeyerek, Faik Ali’nin teklif ettiği Fecr-i Âti kabul edildi ve başkanlığa da Faik Ali seçildi. Aynı toplantıda, bu yeni topluluğun yayın organı olarak yine Fecr-i Ati adında bir derginin çıkarılması da karar altına alındı ise de, Servet-i Fünun bu yeni edebi nesile de sayfalarını açtığı için, ayrı bir dergi yayımlanmasına lüzum kalmadı. Fecr-i Ati şair ve yazarlarına sayfalarını açınlar arasında devrin tanınmış dergilerinden Resimli Kitap (1908), Şehbâl (1909) ve Rübâb (1912) da sayılabilir. İlk toplantıdan sonra, Fecr-i Ati Encümen-i Edebisi’nin kadrosu yavaş yavaş genişledi. Nihayet encümen, 24 Şubat 1910 tarihli Servet-i Fünun (C. 38, sayı: 977) da yayımladığı bir beyanname ile, kendisini kamuoyuna da resmen tanıttı.
Çok genç yaşta bulunan üyeler henüz kendi gerçek eğilimlerini, mizaçlarının gerçek yönünü de gereği gibi anlayabilmiş değildiler. Kendilerini birleştiren tek nokta, büyük ve samimi bir sanat sevgisi idi. Türk edebiyatına yeni bir yön vermek istiyorlardı. Fakat bunu nasıl yapabileceklerini, açık olarak, kendileri de bilmiyorlardı. Çevrelerine ve hayata arkalarını dönmüş olmaları, onları gerçek yolu görme imkânından mahrum bıraktı. Bunun içindir ki Servet-i Fünuncularla yaptıkları hücumlar, sadece, isimlerini kamuoyuna duyurmaktan başka bir şey sağlayamadı. Çünkü gerek sanat anlayışı ve gerekse dil ve üslûb bakımından, onlardan farksızdılar. Bu bakımdan, Fecr-i Ati’yi, temelde, Servet-i Fünun edebiyatını, başka bir isim altında 1908′den sonra da devam ettirme çabası olarak kabul etmek de mümkündür.
1909'da kurulan Fecr-i Ati Topluluğunun üyeleri şunlardır: Ahmet Haşim , Emin Bülent Serdaroğlu ,Ali Canip Yöntem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Fuad Köprülü, Tahsin Nahit , Abdullah Hayri, Fazıl Ahmet Aykaç, Mehmet Fuat, Refik Halit Karay , M. Lâmi, Izzet Melih, Müfit Râtip, Ahmet Samim, Şahabettin Süleyman, Hamdullah Suphi Tanrıöver
BATILILAŞMA VE FECRİ ATİ İÇİN KAYNAKÇA
Üye olarak ESA şairi ve yazarı olabilir, yazılara katkıda bulunabilir yazı ve şiirlerinizi; tez, inceleme vb paylaşabilir; yazılara katkıda bulunabilirsiniz.
Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın