Fecri Ati Şiiri Kenan Akyüz

24.08.2016

Fecri Ati Şiiri

 

24 Temmuz 1908'de ilan edilen II. Meşrutiyet'ten sonra ülkede canlı ve hareketli bir edebiyat hayatı başlamıştır. Edebiyatta ki bu canlılık aslında ülkede II. Meşrutiyet'in getirdiği özgürlük ortamı içinde her türlü fikrin serbestçe tartışılabilir hale gelmiş olmasındandır. II. Meşrutiyet'in ilanından sonraki devirde edebiyatımız biraz da Abdülhamid'in baskılı rejiminden kurtularak imparatorluğu çepeçevre saran siyasi olayların içine girmiştir.

Bu yılların edebiyat ortamında edebiyata hevesli İstanbul gençlerinden bir grup 1909 da Fecr-i Ati adında bir topluluk kurarlar. Ülküleri Servet-i Fünun topluluğuna benzeyen fakat onlardan daha ileri bir edebiyat topluluğu meydana getirmektir. Bunlarda tıpkı Edebiyatı Cedideciler gibi Servet-i Fünun dergisini kendi eser ve görüşlerini yazacak bir organ saymışlar, edebiyatta yapmak istediklerini de bir bildiri ile açıklamışlardır.

Bu bildiride yeni görüşün hangi prensiplere sahip olduğu ve çizilmiş bir hedefe benzer hususlar yoktur. Edebi bir görüşün belirtilmesinden çok, genç edebiyatçıların birlikte hareket edecekleri ve topluca çalışıp yazacakları açıklanmıştır. Önemli bir prensip ortaya koyamayan ve Servet-i Fünuncular kadar etkili bir ekol olamayan Fecri Ati topluluğunun daha sonraları ortaya çıkan gaye ve prensibi şöyle özetlenebilir: "Sanat,şahsi ve muhteremdir."

Ne var ki topluluğun üyelerinin hem yaş olarak çok genç olmaları, hem kültür yönünden oldukça zayıf bulunmaları, hem de edebiyatımızda yeni bir çığır açacak önemli prensipler ortaya koyamamış bulunmaları yüzünden Milli Edebiyat Hareketi'ni savunanlarca çok kolay bertaraf edilmişlerdir. Zaten Fecri Ati topluluğu varlıklarını gösterebilmek için sık sık kendilerinden öncekileri hırpalayan eleştiriler kaleme almaktan, Edebiyatı Cedideciler'in dil anlayışlarını sürdürüp bazı batı örnekleri teklifinden başka önemli bir rol oynayamamışlardır.

Ali Canip Yöntem'in o zaman Selanik'te topluluğun muhabir azası olmasına rağmen, onların fikirlerini de eleştirmesi belli bir edebi görüş birliğinin Kurulmamış olduğunu gösterir. Bu yüzden Fecri Aticiler daha fazla dayanamayıp iki yıl sonra Balkan Savaşı içinde dağılmışlardır.

Fecri Ati topluluğunun yazarları şunlardır: Celal Sahir, Ahmet Haşim, Emin Bülent, Mehmet Fuat, Tahsin Nahit, Mehmet Behçet, Faik Ali, Refik Halit, Yakup Kadri, Hamdullah Suphi, Fazıl Ahmet, Şahabettin Süleyman...

Sonuç olarak bu topluluktan edebiyat tarihimize önemli bir ekol değil, bir kaç tane isim kalmıştır. Yakup Kadri, Refik Halit, Ahmet Haşim ve Fuat Köprülü. Bunlardan Ahmet Haşim dışında diğerleri Milli Edebiyat akımının önemli ölçüde etkisi altında kalarak, yazı hayatına devam etmişlerdir. Bilhassa Fuat Köprülü, daha sonraları yaptığı ilmi araştırmalarla Milli Edebiyat hareketinin aydınlanıp yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur.

FECRİ ATİ

Servet-i Fünun şiiri ile Fecr-i Atî şiirini birleştiren başlıca özellikler arasın­da, ilk olarak, kullanılan malzemedeki birlik dikkati çeker. Fecr-i Âtî şiirinin baş­lıca temaları da, Servet-i Fünun şiirinde olduğu gibi, aşk ve tabiattır. Bu aşk, ge­nellikle, hissî ve bazen romantik olduğu gibi; tabiat tasvirleri de tamamıyla süb­jektiftir. Dilde Servet-i Fünuncuların metodları takip edilerek, şiir diline Arapça ve Farsçadan yeni kelimeler getirilmiş, konuşma dilinden uzaklaşmağa devam edilmiştir. Vezin, yine aruzdur. Nazım şekillerinde yapılan başlıca değişiklik, Servet-i Fünun devrinde Fikret ile başlamış olan "müstezâd'ı daha değişik bir na­zım şekline getirme" işleminin çok ileriye götürülerek, Fransız sembolistlerindeki serbest nazma tamamıyla benzetilmesidir. Servet-i Fünun şairlerinin duygularındaki marazîlik, Fecr-i Âtî şiirinde de daha aşırı bir şekilde devam eder. Tek ayrı­lık ise, Servet-i Fünun şairlerinin anlamağa çalışmadıkları ve belki de anlayama­dıkları Fransız sembolistlerini Fecr-i Âtî'nin daha yakından tanımaya çalışması ve bunun kısmen gerçekleştirilmesidir. Bu topluluğun bazı şairlerinde sembolist şiirin bazı özelliklerine rastlanması, bu kısmî tesirin delilleridir.

Fecr-i Âtî'nin ön planda gelen şairi Ahmed Hâşim, 1884'de, Bağdat'ta doğ­du. Babası, mülkiye kaymakamlarından Hikmet Bey’dir. On iki yaşına kadar Bağdat'ta kaldıktan sonra, öğrenimi için İstanbul'a getirildi ve 1907'de Galatasa­ray Sultanisi'ni bitirdi. Memurluk hayatı, daha çok, öğretmenliklerde geçti. Bun­lar arasında en mühimleri, Güzel Sanatlar Akademisi'ndeki estetik ve Mülkiye Mektebi'ndeki Fransızca öğretmenlikleridir. 1933'de, İstanbul'da öldü.

Eserleri: Göl Saatleri (Şiirler, 1921), Piyâle (Şiirler, 1926), Gurebâ-hâne-i Lâklâkan (Nesirler, 1928), Bize Göre (Nesirler, 1928), Frankfurt Seyahatnamesi (Gezi notlan, 1933).

İlk şiirini 1901'de Mecmûa-i Edebiyye'de yayımlayan Ahmed Haşim'in, bu tarihten 1908'e kadar devam eden safhada en çok beğendiği şairler Hâmid, Mu­allim Naci, Fikret ve Cenab'tır. Bu süre içinde bir yandan da çağdaş Fransız şiiri ile temasa geçen şair, yerli tesirlerden hızla sıyrılarak, 1908'den sonra yeni bir şahsiyetle ortaya çıkar. 1905-1908 tarihleri arasında yazdığı Şi'r-i Kamer serisi (Piyâle), hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikka­ti çekmekte ve beğenilmekte gecikmedi. 1909'da, Fecr-i Âtî'ye ilk girenler arasın­dadır.

Yeni bir edebî nesil olarak tutunmak için harcanan ortak çabalar sırasın­da, o da hücumlarını Edebiyyat-ı Cedide'nin en şöhretli şairi Tevfik Fikret'e yö­neltmişti. 1911'de yayımlanan Göl Saatleri adlı şiirler dizisi ile, ününü daha da genişletti.

Fecr-i Atî Encümeni dağıldığı zaman bir değer olarak ortada kalanlardan bi­ri olan Ahmed Haşim, başka bir edebî topluluğa katılmış değildir. Başkalarından ayrılan değişik yapıdaki şiirinin ana özelliklerini, önce Şiirde Mânâ (Dergâh, 1921, sayı: 8) adı ile yayımladığı ve sonra da Piyâle'ye önsöz yaptığı bir makale­sinde açıklar. Bu açıklamaya göre: (Şiirin asıl özelliği, "duyulmak “tır. Şiirin dili, "musiki ile söz arasında ve sözden ziyade musikiye yakın" dır. Yani bu dil, "bir açıklama vasıtası olmaktan ziyade, bir telkin vasıtası"dır ve şiirde musiki "anlam­dan önce" gelir. Bu bakımdan kelimeler, şiire, anlam değerlerinden çok, musiki değerleri ile girerler. Şiirin anlam bakımından açık olması zaruri değildir. Şiir, bir terennümdür. Şiirin doğduğu yer, şuur-altıdır. Konu ise, sadece terennüm için bir vesiledir.)

Şiirde musikiyi ön plana alan, anlam açıklığını ikinci plana atan, mısralar da geniş ve akıcı bir telkin kabiliyeti arayan ve şiirin kaynağını şuur-altında bulan bu anlayış ile sembolizmin şiir anlayışı arasında "yakınlıklar" vardır. Ancak, sembo­list şiirin esas unsuru olan sembol Haşim'in şiirlerinde yoktur. Onun, anlamı an­laşılmayan veya değişik yorumlara elverişli bulunan şiirleri pek azdır. Bu bakım­dan, Haşim'i sembolist bir şair olarak kabul etmek çok güçtür.

Beri yandan, "Şiir, ne kadar imponderable'e ("ölçülemez"e, "belli ölçülere giremeyen" e) yaklaşırsa o kadar şiir oluyor" diyen Haşim, bu sözü ile, "Poesie Pü­re" (saf, öz şiir)e yönelmiş görünüyor. Ancak, bu hususta örnek olarak gösterebil­diği bir tek şiiri (Bir Günün Sonunda Arzu, Piyâle) bulunduğuna göre, bu şiir an­layışına da fazla bağlanmış olduğu söylenemez. Haşim'in şiirine en uygun anlayış tarzının, empresyonizm (izlenimcilik) olduğu kabul edilebilir. Gerçekten, şiirle­rinde, dış âleme ait gözlemlerinin iç âlemde yarattıkları izlenimleri aksettirmesi, bu anlayış tarzının çok açık delilidir. Göl Saatleri nin küçücük ve manzum "Mu­kaddime" si de, empresyonizmin özlü bir ifadesinden başka bir şey değildir.

Haşim'in şiirlerinde hâkim olan temalar, "çocukluk anıları, aşk ve tabiat “tır. Çocukluğunu Dicle kıyılarının romantik atmosferi içinde, bir babanın sertliği ile hasta bir annenin şefkati arasında geçiren şair, daha küçük yaşlarda, hasta bir hassasiyete sahipti. Annesini kaybettikten sonra İstanbul'a getirilince, yatılı bir okulun yabancılarla dolu çevresinden büsbütün ürkerek, şiddetli bir "içe kapa­nış'^ kapıldı. Şairi bütün ömrünce bırakmayan bu içe çekiliş, şiirlerinde de, "rea­liteden kaçış" şeklinde kuvvetle görülür. Yaşanılan hayattan uzak ve tamamıyla hayalî bir âleme sığınma isteği, birçok manzumelerinde yer alır. Onun daha çok ilk şiirlerinde sığındığı başka bir âlem de, annesinin şefkati ile dolu olan, çocuklu­ğudur. Realiteden kaçarak hayalinin yarattığı ve incitici her türlü unsurdan uzak bir âlemde yaşayan şairin sevebileceği kadınlar da, bu âlemin atmosferine uygun vasıfta, hayalî yaratıklardır.

Peyzajları da, tamamıyla, yine muhayyilede şekillenen tabiat manzaraları­dır. Dış âleme ait her izlenim, onun hayalinin en güzel renkleri ile boyanarak karşımıza çıkar. Böyle bir peyzajcı olarak Haşim, fevkalâde başarılıdır. Şiirlerine aldığı tabiat manzaraları ise, sembolistlerin de genellikle tercih ettikleri, "akşam, gurup, şafak, gece, mehtap, yıldızlar, göller, ormanlar,..." gibi duygulanma­ya, hayal kurmaya en elverişli olanlarıdır.

Haşim'in şiirleri, dil bakımından, iki safhada incelenebilir. 1901-1915 arasın­daki birinci safhada dil, Edebiyyat-ı Cedîde şiirinin dilinden tamamıyla farksız­dır. Şiir yazmaktan yana I. Dünya Savaşı sırasında bir durgunluk dönemi geçiren şair, 1921'den sonra tekrar yazmağa başlayınca şiirlerinin dilinde açık bir değişik­lik olduğu görüldü. Konuşulan Türkçeye doğru çok büyük bir yöneliş gösteren bu değişiklik, arada geçen süre içinde, Millî Edebiyat hareketinin tesirinde edebiyat dilinin uğradığı genel değişiklikle ilgilidir.

Göl Saatleri ile Piyâle'deki şiirlerin dili arasında yapılacak bir karşılaştırma, aradaki farkı kolaylıkla gösterebilir. Ha­şim'in üslûbunun en mühim özelliği ise, taşıdığı büyük telkin gücüdür.

Şiirlerinde çeşitli nazım şekillerini denemiş olan Haşim'in en çok tercih etti­ği nazmı şekli, ilk olarak Servet-i Fünun şiirinde kullanılmış olan, "serbest müstezâd"dır. Haşim bu şekli, daha da serbest hale getirerek, Fransız sembolistlerinin kullandıkları serbest nazma tamamıyla benzetmiş oldu. Vezin olarak, sadece Arûz'u kullandı. "Köylü vezni" diye vasıflandırdığı Hece'yi, musiki bakımından, çok yetersiz buluyordu.

ı.Dünya Savaşı'ndan sonra Haşim; türlü dergi ve gazetelerde çıkan musaha­be, makale, gezi notları ve fıkra şeklindeki çeşitli nesirleri ile de dikkati çekmek­te ve beğenilmekte gecikmedi. Kıvrak zekâsı, zarif nükteleri, orijinal buluş ve gö­rüşleri ile olayları çok değişik açılardan değerlendirmesini bilen Haşim'in nesri, üslup bakımından da çok caziptir.

Fecr-i Atî'den başka bir topluluğa girmeyen, şairlik değeri bakımından Haşim'den sonra gelen Emin Bülend Serdaroğlu (1886-1942), da çok çekingen bir yaradılışta olduğu için, -Haşim kadar değilse de- oldukça içine çekilmiş bir hayat geçirdi. Ferdî konudaki şiirleri ile olduğu kadar, Trablusgarb ve Balkan harbleri sırasında yazdığı ve millî duyguları terennüm eden şiirleri (Kîn, Hisarlara Karşı, Hatif Diyor ki) ile de şöhret yaptı. Onun ferdî konudaki şiirlerinde hem duygu ve hayal, hem.de dil ve üslûb bakımından Haşim'in tesiri görülür. Şiirleri­nin pek azım yayımlamış olan şairin dergilerde çıkan manzumeleri, ölümünden sonra hakkında yazılan yazılarla birlikte, toplu olarak da basıldı (Salih Zeki Ak-, tay: Emin Bülend'in Şiirleri, 1943).

Tahsin Nâhid ve Mehmed Behçet de, Fecr-i Âtî'den başka bir edebî hareke­te katılmayan şairlerdir.

Genç yaşta ölen Tahsin Nâhid (1887-1919) in şiirlerinde, Fecr-i Âtî şiirinin gerek duyuş ve gerekse üslûb özellikleri açıkça görülür. Bu topluluk içinde şiirle­rini kitab halinde ilk bastıran (Rûh-ı Bî-kayd, 1910) şair, tamamıyle ferdiyetçi bir sanat anlayışına sahiptir. Çalışmalarını daha çok tiyatro alanında toplamış olan Tahsin Nâhid'in yer yer Ahmed Haşim'in tesirlerim taşıyan şiirlerinde, an­cak orta seviyede bir sanatçı kabiliyeti ile karşılaşmaktayız.

Fecr-i Atî'nin sanat anlayışına sonuna kadar sadık kalmasına rağmen, dil ve üslup bakımından zamanının genel eğilimine de yabancı durmamış olan Mehmed Behçet Yazar (1888-1980) in ilk şiirlerinde Fecr-i Âtî'nin dili ve üslûbu hâkim ol­duğu halde, son şiirlerinde, konuşma dilinin bütün özellikleri göze çarpar. Bazıla­rında Cenab'ın ye Haşim'in tesirleri görülen birinci dönemdeki şiirleri Erganun (1911) ve ikinci dönemdeki şiirleri de Yumak (1938) adlı eserlerindedir. Şiirleri­nin bütün lirizmi, geniş bir samimiyetten doğar. Mehmed Behçet'in eser verdiği başka bir edebî tür ise, -Servet-i Fünun Edebiyatı'nm "mensur şiirlerine karşı­lık- Fecr-i Atî'de rağbet görmüş olan ve "fantezi" adı verilen nesir tarzıdır. Bu çeşit yazdarını da "Buhurdan" (1923) da topladı.

 

 1909'da kurulan  Fecr-i Ati  Topluluğunun üyeleri şunlardır:   Ahmet Haşim , Emin Bülent Serdaroğlu ,Ali Canip YöntemYakup Kadri Karaosmanoğlu Fuad KöprülüTahsin Nahit , Abdullah Hayri,  Fazıl Ahmet Aykaç, Mehmet Fuat, Refik Halit Karay , M. Lâmi, Izzet Melih, Müfit Râtip,

Ahmet Samim, Şahabettin Süleyman,  Hamdullah Suphi Tanrıöver 

 

 

Kaynak: Kenan AKYÜZ, Modern Türk Edebiyatı'nın Ana Çizgileri, AÜ, DFCF, Basımevi,Ank.

 

  Üye olarak ESA şairi ve yazarı olabilir, yazılara katkıda bulunabilir yazı ve şiirlerinizi; tez, inceleme vb paylaşabilir; yazılara katkıda bulunabilirsiniz.

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar