Everekli Seyrani Hayatı Edebi Kişiliği

14.09.2013

 

 Âşık Seyrani

Doğumu Kayseri /Develi ( eski adı Everek ) 1800 veya 1807 ÖÖlümü 1866- Kayseri -Develi

HAYATI

 Develi'li (Everek'li) Seyrani'nin doğum tarihi kesin değildir. 1800 veya 1807 yılları arasında doğduğuna dair kayıtlar vardır. Bugün Kayseri ilinin en büyük ilçesi olan, o yıllarda Everek adıyla bilinen Develi'de doğmuştur.  Diğer Seyraniler ile adının ve kimliğinin karışmaması için Everekli Seyrani olarak hitap edilen aşığımızın asıl adı ise Mehmet'tir. [1]

Şairin doğum ve ölüm tarihleri kesin değildir. Doğum ve ölüm tarihleri üzerinde bu yüzden çok sayıda tartışmalar çıkmakta her araştırmacı farklı bir tarih söylemeye çalışmaktadır. Fakat kesin olan bir şey varsa birkaç yıl ara ile bu yılar arasında yaşamış, doğmuş ve ölmüş olmasıdır.  Doğumu ve ölüm tarihi hakkında belirlenen ve en çok mutabık kalınan tarih, d. Everek1800-  Ö. Everek 1866 şeklindedir. Develi Cumhuriyet Meydanına  dikilen heykelinin altına bu yüzden bu tarihler yazılmıştır. [2]

Altmış beşte kemiklerim ezdirdirm
Beni sübyanlara döndürdün felek.”

Deyişinde 65 yaşındayken hayatta olduğu şiirlerinden anlaşılan tanık olduğu bazı olayların 1866 yılına kadar ulaşmış olmasından bu tarihler oldukça gerçeğine yakın durmaktadır. [3]

Babası fakir bir mahalle camii imamı olan Hoca Cafer Efendi'dir. Çocukluğu ekonomik güçlüklerle geçmesine rağmen babasının sayesinde eğitim almaktan geri kalmamıştır. Kaynaklar Seyrani’nin çocukluk yıllarında bir süre Halasiye mektebine ( ilk mektep, ilkokula denk gelen mektep)  devam ettiğini belirtir. Seyrani bu mektepte iki yıllık bir mahalle eğitimi alır. Bade içme ile ilgili rivayetten de anlaşılacağı gibi Seyrani küçük yaşlarında imam olan babasına cami işlerinde yardımcı olmakta, çocukluğunda tıpkı Divan şairi Baki gibi “ sıraçlık” yapmıştır. [4] Sabah ve akşam namazlarında caminin kandillerini yakmış, camiyi temizleyerek imamlık yapan babasına ve cemaate yardım etmiştir.

Şiire başlaması, âşıklığa heves etmesi olayının küçük yaşlarda gerçekleştiği şüphesizdir. Buna rağmen Seyrani’nin âşıklık icrasına başlamasının sıraçlık yapması ile alakadar olduğu ortaya çıkmaktadır.

Seyrani, badeli âşıklarımızdan biridir. Diğer badeli âşıklarımızın başından geçen bade içme hadisesi onun başından da geçmiştir. ( bkz BADE İÇME RÜYADA AŞIK OLMA GELENEĞİ VE ÖZELLİKLERİ )  Seyrani’nin âşık olması, Seyrani mahlasını alması ve âşıklığa başlaması da bade içme olayına dayandırılmaktadır.  ( bkz Bade Nedir Divan ve Halk Şiirinde Bade İçmek ) Seyrani’nin bade içme sahnesi şu şekilde rivayet edilmektedir.

“Everek’te Uruz Camisi imamı olan Babası Cafer Efendi Seyrani'yi mescidin kandillerini yakmakla görevlendirmiştir. Seyrani kandilleri yakmak için mescide gider, kapıyı açar ve kandilleri yanmış bulur, içeri girdiğinde kandillerin titrek ışıkları altında muntazam saflar tutmuş yeşil kavuklu, aksakallı, cismi ve yüzleri nurlu bir cemaat görür. Kendisi de safa katılıp namaza durur. Namazdan sonra “Yaklaş oğul yaklaş” diyen  zatın yanına varıp, kıyam edip diz çöker. Pir elinde mayi’yi (bade)Mehmet’e uzatır. Şarap zanneden Mehmet, içmek istemez. Pir tekrar “iç oğul!” deyince içer. Pir: “Sen de düştün aşkın deryasına, yüz yüzebildiğin kadar” diyerek oradan uzaklaşır.  “Anahtarı eve bırakıp ben size yetişeyim” diyen Mehmet, Develi’de İlibe diye bilinen semte doğru yönelir. Dağı, taşı dolaşıp, camide karşılaştığı kişileri bulamaz ve Bileç’teki bağlarına gelerek, bitkin bir biçimde orada uykuya dalar.” [5] Yavrusunun esrarengiz bir şekilde kayboluşundan dolayı annesi ağlar ve çırpınır. Tüm aramalar sonunda bir hafta sonra ( Bazı rivayetlerde ertesi gün)  Köşk pınardaki gazel bağlarında ( bazı rivayetlere yer adları değişiktir.) babası oğlunu baygın bir halde bulur.

Bade içmesi ile ilgili rivayetlerin bazıları yukarıda ortak yanlarını birleştirip, farklı yanlarını parantez içine aldığımız rivayetlerde farklılıklar bulunmaktadır.  Bazı rivayetlerde bade içmesi onun yerine üzüm yer. Bazı rivayetlerde Pirlerin peşine düşüp kaybolmaz. Aksine Pirler onu alıp götürmüşler getirip tekrar bağa bırakmıştır.

Bade sonrasında uyanma safhaları da rivayetlerde farklı farklı anlatılır.  Rivayetlerin birinde Uyanma safhası şöyle anlatılır “ Ne olduğu sorulduğunda; yanındaki yeşil cübbelilerle Bağdat'a gidip İmâm-ı Âzamı ziyaret ettiklerini ve kendisini getirip bu bağa bıraktıklarını ona üzüm yedirerek ayrıldıklarını söyler. ( Bazı rivayetlerde ise bade, mayi, içmektedir.)  “[6]

Seyrani böylece bade içmiş, sonrasında saz çalma ve şiir söyleme kabiliyetine kavuşmuş ve hak aşığı olmuştur. Âşıklığa başlaması elbette ki sadece bu şekilde açıklanamaz; ama sonuçta Seyrani mahlasını alarak gezgin ve badeli âşıklık geleneğine başlamış olur. Bade içme hadisesi Seyrani henüz ergenliğe yeni girmişken veya yeni girmişken olur. Rivayetlerden de anlaşılacağı gibi bade içen diğer âşıklar gibi Seyrani’nin de 14- 15 yaşlarında âşıklık hayatına girdiği ortaya çıkar. Seyrani askere gitmeden önce âşıklığa başlamıştır.

1822 yılında askere alınan Seyrani,  Balkanlara gönderilir. Altı yıl bazı kaynaklara göre de sekiz yıl [7] süren askerliğini1828 yılında tamamlayınca tekrar Develi’ye döner. Askerlik dönüşü evlenir ve Seyfullah, Nasrullah, Emine, Zeliha, Havva ve Fatma adında altı tane çocuğu olur. [8]

Askerlik sonrasında Everek’e dönmüş ve Everek’te evlenmiştir.  Kaynaklar hayatı hakkında detaylı şeyler tespit edememiş olsa da onun çocuklarını ve adları belli olmuştur. Seyrani’nin Seyfullah, Nasrullah, Emine, Zeliha, Havva ve Fatma adında altı tane çocuğu olur. [9]

Seyrani'nin hayatı ile ilgili kesin ve çok detaylı bilgiler mevcut değildir. Askerlik yılları hakkında doğru dürüst bilgilere de ulaşılamamıştır. Ama askerlik sonrasındaki yıllara dair hakkında söylenen rivayetlerden Seyrani’nin âşıklık icrasında çok büyük ün kazandığı e bundan dolayı da gurura kapıldığını hissetmiş olmasıdır.

 

Seyrani Baba’nın karşısında çıkan bir tilki “Dur’ da suallerime cevap ver” der; Seyrani tilkinin ona sorduğu suallerin hiç birine cevap veremez gururlandığından dolayı bu dersin kendisine reva görüldüğünü anlar ve şu sözleri söyler;

«Ağır meclislerde sıkılmaz iken
Mengeneye versen bükülmez iken
Seyrâni aslana yenilmez iken
Dedirdin tilkiye pes kara bahtım»,der; [10]

Bu anlatıdan çıkarılacak ders şudur. Seyrani, yöresinde tüm âşıklardan üstün bir âşık olmuş, bundan dolayı da gurura kapılır hale gelmiştir. İkincisi ise Seyrani kibre kapıldığı esnalarda cahil kaldığını tahsilini tamamlamadığından dolayı, âlimlerin karşısında kendini küçük hissettiğini fark etmiştir. Bu anlatıdaki Tilki’nin yerine, Seyrani’nin karşısına âlim ve kurnaz birisini koyup, Kibirli Seyrani’yi mat ettiğini düşünürsek hadise daha kolay anlaşılır. Bu anlatı belki de Seyrani’nin askerlik sonrasında İstanbul’a giderek medreseye devam etmesini sağlayacak olan hareket noktasını ortaya koymaktadır.

 

Seyrani'nin ününü duyan çevre vilayet ve kaza âşıkları sık sık Develi'ye gelerek onunla atışırlar. Âşıklığının ilk zamanlarında Orta Anadolu'da gezdiği ve buralarda ününü iyice yaydığı diğer âşıklar ile ilgili anlatılan anekdotlardan ve rivayetlerden de anlaşılmaktadır. Seyrani'nin pek çok yere gittiği pek çok yörede  ''Âşık Toplantıları''na katıldığı, düzenlenen türlü sazlı sözlü yarışmalarda hep önde gittiği anlaşılan ve bilinen gerçeklerdir. Pek çok yerde pek çok atışmaya katılan Seyranı’nın meydanlaştığı âşıkları mat ettiği, pes ettirdiğine dair bilgiler hayli yoğundur.  ( bkz Âşık Şiirinde Atışma Deyişme Karşılaşma Meydanlaşma )

Şöhretini Anadolu’ya yayan Seyrani’ye Everek ve Anadolu artık yetmez olmuştur. İstanbul'a gitmeye karar vermiştir. “ İstanbul’a Develi’de deri ve kösele tüccarlığı yapan, yakın dostu “Sultanoğlu” lakabıyla bilinen, Ağop Ağa sayesinde olur. Bu iki dost, 1832 yılında yolculuğa çıkar ve ikiis birlikte İstanbul’a gelirler.  İstanbul’a önceden gelmiş olan tanıdıklarını bulurlar. Önceden tanıdığı ve yeni tanıştığı nüfuzlu hemşerilerinin sayesinde hem korunur;  hem de Köprülü medresesine devam etme olanağı bulur.” [11]

Seyrani, İstanbul’da semai kahvelerine, söz meclislerine girmeye başlamıştır. O yıllarsa İstanbul Beşiktaş Tavukpazarı’nda ve Çemberlitaş’ta  vb âşıklar kahveleri vardır. II. Mahmut ‘tan beri âşıklar el üstünde tutulmakta, sarayda rağbet görmektedir.  Bu yüzden Âşık Tokatlı Gedayi, Konyalı Âşık Şem', Silleli Âşık Sururî, Erzurumlu Emrah bile bu yıllarda şanslarını denemek için İstanbul’a gelmişler Gedayi ve  Silleli Âşık Sururî, saraya dahi girmiş ve padişaha yakın olmayı başarmıştır.   Ozanlar  bilge kişi olarak görülmekte, sazları ve sözleri değer görmektedir. Saray'da devlet erkânının konaklarında, zenginlerin köşklerinde bir araya gelen Âşıklar, birbiriyle tanışır, söyleşir, atışmaktadırlar.

Seyrânî’nin İstanbul’a geldiği yıllarda Tavuk Pazarı Kahvesi, ağa paşa konakları,  âşıkların çalıp söylediği semai kahveleri  âşıkların  kendilerine yer bulup, itibar görebildikleri başlıca yerler vardı.  Ama o yıllarda  Saray’ın kapıları âşıklara açılmış, âşıkların hamisi bizzat padişah olmuştur. Bu yıllarda İstanbullu Âşık Hüseyin 1834’ten 1861’e kadar Tavuk Pazarı’ndaki âşıklara reisi konumundadır. Zaten tam  13 yıl  boyunca saraydaki  âşıkların sorumlusu da o olmuştur. [12]

Böylesi bir zamanda İstanbul'a giden Seyrani, zamanın saz ve kalem şairleriyle tanışmış Kayseri hemşerilerinden destek görmüş, kendini de etrafta tanıtmaya başlamıştı. Sarayın Muhafız Komutanı, Develioğulları’ndan Kasım Paşa, kadı kâtibi Şair Ali Celalettin Efendi ve deniz harbiye nazırı Ahmet Paşa [13] gibi hemşerileri ona yardımcı olmuştur. İstanbul’da yarım kalan medrese öğrenimini tamamlar.   Abdülmecit Han dönemidir ve yedi yıl medresede ilim ve irfan öğrenmiştir.

Fakat gördüğü ilgiden dolayı biraz da şımarmış olacak ki İstanbul'daki seçkinleri eleştiren yergiler yapmaya başlamıştır.  Dolmabahçe sarayı yeni yapılmakta iken Seyrani bunu şöyle eleştirmiştir.

 “Eski sarayları beğenmez oldu
Yere sığmaz oldu sultan olanlar”

……

Şahinler yurdunu tuttu yarasa
Baklava yerine geçti pırasa
Şimdi rağbet deyyus ile terese
Zamane bunlara rağbet ediyor

Bir rivayete göre de yeni yapılmakta olan Dolmabahçe sarayına yapılan masrafları eleştirdiği için hakkında kovuşturma açılmıştır. O yıllarda bir yandan çok masraflı saraylar yapılırken diğer yandan üst üste vergiler gelmekte halk iyice bunalmaktadır.

Fukarada kaldı sadece sabır
Kefensiz ölmeye ararlar kabir
Reva mı mümine ceza-yı tedbir
Eve haciz girdi kilim kalmadı.

Tanzimat Fermanı ile birlikte değişimler yaşanmakta TELGRAF, GELMİŞ, AVRUPAİ OKULLAR AÇILMIŞ, BUHARLI GEMİLER GÖRÜLMEYE BAŞLANMIŞTIR. Yeni mahkemeler açılmış, Fransızlara özenen insanlar görülmeye başlanmış, azınlıklara yeni haklar verilmiştir.  Seyrani bunların bazılarını beğenmemektedir.

“Zaman gelip insanoğlu azacak
İngiliz okuyup Firenk yazacak
Evlat babasına mezar kazacak
İnsanın insana acına kaldık

……..

Buğday unu beğenmiyor enikler
İplikten aşağı düştü ipekler
Hep sedire geçti itler köpekler
Hanedan ayakta hizmet ediyor

Bu eleştiriler idarecilerin sabrını taşırmıştır. Ve Kayseri kökenli dostlarının yardımıyla Develi'ye kaçmak zorunda kalır.

Rüşvet ile yazar hâkim hücceti
Hüccet ile alır kadı rüşveti
Halk bilmiyor dini şer’i sünneti
Bozuldu sikkenin tuncuna kaldık

Sene bin iki yüz altmış beş tamam
Okunur ezanlar boş bekler imam
Seyrani bu nutkun sonu vesselam
İnanın dünyanın ucuna kaldık.

Ve   Sene bin iki yüz altmış beş” te 1839 İstanbul’dan kaçmak zorunda kalır. Seyrani’nin İstanbul’dan kaçışı ve nedeni hakkında çok çeşitli rivayetler anlatılır. Ama bunlardan çıkan sonuç şudur. Seyrani padişah’ın huzuruna da çıkmış, onunla tanışmış, meclislerinde saz çalıp söylemiş sonunda da eleştirilerinden dolayı Padışah’ın gazabından kurtulmak için İstanbul’dan ayrılmak zorunda kalmıştır.

Bir süre sonra Halep'e gider. Bir müddette orada kalır. Halep’ten tekrar Develi'ye döner. Refah günler tükenmiş, Halep'te de aradığını bulamamış Develi'deki yoksu günlerine yeniden dönmüştür. Seyrani'nin Kozan derebeyi Kozanoğlu’nun yanına da gittiği Kozanoğlu'nun namına deyişler söylediğine dair kayıtlar da bulunur. Anlaşılan o dur ki bu girişimine, hatta ona hitaben çok güzel bir şiir söylemesine rağmen Kozanoğlu'ndan çok bir alaka görememiş geri Everek'e dönmüştür. Kozanoğlu'na yaptığı bu ziyareti de muhtemelen Halep dönüşü olmalıdır.

Seyrani için bu son teşebbüsler olmuş, artık iyice yoksullaşmıştır. Bu dörtlükle başlayan şiirini bu günlerinde söylemiş olmalıdır.

Evvel giymez iken ipek mintanı
Geyersin eğnine çul yavaş yavaş
Feragat kıl bırak aşk ü sevdayı
Olma bir dilbere kul yavaş yavaş

Yaşamının sonuna doğru bir sinir hastalığına tutulan Seyrani son dönemlerinde Deli” denilebilecek kadar sinirlerinin bozulmuş olduğu veya bunadığına dair  bilgiler vardır. [14] Yakalandığı sinir hastalığından dolayı ona "Deli Seyrani" denmiş, son yıllarını Develi'de yoksulluk içinde geçirmiştir.

Hayatının son günlerini Develi’de geçiren şair burada da ölür. Söylentilere göre mezarına bir mezar taşı dahi konmamış, mezarı da kaybolmuştur. Âşık Ali Çatak tarafından yapılan araştırılmaya göre mezarı Develi Lisesinin güney doğu tarafında lisenin köşesinde olduğu zannedilmektedir. [15][16]

Ozanlık Özellikleri 

 Bazı şiirlerinde Alevi-Bektaşi edebiyatında sık sık kullanılan tasavvuf kavramları,   Ehli Beyt sevgisini de şiirlerinde işlemiştir. Cahit Öztelli’nin dile getirdiği gibi, Seyrani’nin, Yunus Emre  , Fuzul, Karacaoğlan, Aşık Ömer  , Aşık Gevher ve Bektaşi şairlerini okumuş ve sentezlemiştir. Dili akıcı, kolay ve sadedir. Deyimler ve atasözlerini kullandığı gibi kendisi de yeni deyimler oluşturmaktan hoşlanmıştır.  Konularını, günlük olaylar gündelik değişimler ve gelişmeler, bunların karşısında kapıldığı duygu düşünce ve izlenimlerinden seçmiştir. Toplumdaki değişimlerin olumsuz taraflarını hemen fark eden ve bunlardan olumlu olumsuz çıkartabilen ve bu izlenimlerini çok basit ama şiirsel bir dille izah edebilen yetenekli bir şairdir. Konuları kendi hayatı, gözlemleri ve tahlillerinden seçmiştir. Şiirlerinde eleştiren, hoşnut olmadıklarını hemen dile getiren cesur ve açık sözlü bir şair özelliği gösterir. Bazı şiirlerinde çağının sosyal durumunu, ahlaki çöküntülerini toplum sarsıntılarını yerici bir dille ele almıştır.

Yaşadığı çağdaki sosyal hayat ile medeniyette meydana gelen değişimlere şahit olmuş, Çağdaş okullar, yeni mahkemeler, telgraf, buharlı gemilerin hayata girişini gözlemleyebilecek ortamlarda bulunmuş bu değişimleri şiirlerine yansıtmayı bildiği için de diğer halk ozanlarından farklı yol izlemiş farklı temalar ve düşünceler geliştirebilmiştir.

Ateş vapurunu icat edenler
Yelken açıp yel kadrini ne bilsin
Süleyman'dır kuşdilini söyleyen
Her Süleyman dil kadrini ne bilsin

Seyrani, kendisinden önceki Ozanlar gibi alışılmış konu sınırlarını aşan, çağdaş olayların, oluşumların içine girmeye çalışan, bunları eleştirel gözle değerlendirmeye yönelen bir ozan olarak özellikle dikkati çekmektedir.

Seyrani son derece kabiliyetli bir halk ozanıdır. Seyrani gördüğü yanlışlıkları Padişah da olsa görmezlikten gelemeyen ve şiirlerinde en ağır şekilde eleştiren bir şairdir. Şiirlerinde     sosyal konulara getirdiği  tenkitleri ile dikkat çekmektedir.  Pek çok şiirinde yergiyi öne çıkarmış olan  Seyrani, taşlamalarında haksızlığa, rüşvete, zalimliğe,  müsrifliğe,   toplumsal dengesizliklere, kaba sofuluğa, ahlaksızlığa, devrindeki ekonomik bozukluklara, yağcılığa,  devlet büyüklerine yandaş olanların işgüzarlıklarına,  ahlaksızlıklarına  vb  ağır tenkitler getirmiş,  kıvrak dili,  ince  zekâsı dile  ve şiir tekniğine son derece hâkim olan deyiş  kudretiyle   şiirler söylemiştir.  Gösteriş için ibadet eden sofulara, sonradan türeyen kabadayılara, dini, şeriatı hiçe sayanlara,  sarhoşlara, yaramaz ve ahlaksız insanlara taşlamalar ve yergiler yazmış;  çağındaki ekonomik buhranlarını başarı ile betimlemiş, paranın değer kaybını ve enflasyonu  fark edip, dile getiren  ilk âşık  belki de o  olmuştur.  

Çok acı çekmesinin ve fakir bir ihtiyarlık dönemi yaşamasının nedeni dik kafalı bir ozan olması sebebiyledir. Şiirleri hem ele aldığı konu bakımından hem de kafiye yapısı bakımından çeşitli ve zengindir. Şiirlerinde daha önce hiç  kimsede rastlanmayan  kafiye yapılarına yer vermiştir. “Şiirlerinde bazen bir derviş, bazen siyasi bir eleştirmen, bazen de koyu bir âşık olur.”

Muzaffer Sarısözen ve Dr. Recai Özdil Seyrani’nin derlenmiş 17 deyişini bestelemiştir.  Bunların en ünlüleri Safiye Ayla, Emel Sayın, Yüksel Uzel gibi sanatçılar tarafından icra edilmiştir. [17]

Önemli Halk Ozanlarımız ( İlgilendiğiniz isme tıklayınız )

Kayıkçı Kul Mustafa  Katib , Erzurumlu Emrah  Erzurumlu Aşık Sümmani  ,  Divriğili Deli Derviş Feryadi ,  Aşık Yemini Derviş Muhammet ( Malatya- Arguvan) ,  Aşık Ferrahi ,  Kağızmanlı Hıfzı  ,  Musa Merdanoğlu  ,  Posoflu Aşık Müdami  Deliktaşlı Ruhsati , Âşık Zülali,  Âşık Şenlik,  Ercişli Emrah  ,  Âşık Ardanuçlu Efkari, Şarkışlalı Âşık  Şarkışlalı Talibi Çoşkun ,  Kaygusuz Abdal  ,  Kul Himmet Üstadım , Arapgirli Aşık Fehmi Gür Tokatlı Nuri 

KAYNAKÇA 

[1] https://tr.wikipedia.org/wiki/%C3%82%C5%9F%C4%B1k_Seyrani

[2] Metin Turan,“Hem deli, hem veli sözü kılıçtan keskince SEYRANİ”,turkoloji.cu.edu.tr/HALk

[3] Metin Turan,“Hem deli, hem veli sözü kılıçtan keskince SEYRANİ”,turkoloji.cu.edu.tr/HALk

[4]  Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN, Türk Halk Şiiri

[5] Metin Turan,“Hem deli, hem veli sözü kılıçtan keskince SEYRANİ”,turkoloji.cu.edu.tr/HALk

[6]  Anonim, Aşık Seyrani, hayatı,https://www.asikseyrani.com/ son erişim, 13-09- 2013

[7] https://www.develi.bel.tr/bdetay.asp?id=2

[8] https://www.develi.bel.tr/bdetay.asp?id=2

[9] Anonim, Aşık Seyrani, https://www.asikseyrani.com/son erişim, 12-08-2013

[10] Anonim, Aşık Seyrani, https://www.asikseyrani.com/son erişim, 12-08-2013

[11] Metin Turan,“Hem deli, hem veli sözü kılıçtan keskince SEYRANİ”,turkoloji.cu.edu.tr/HALk

[12]  Eyüp AKMAN, TANZİMAT HAREKETLERİ KARŞISINDA ÂŞIK SEYRÂNÎ, Turkish Studies Volume 7/3, Summer 2012, p.145-155, ANKARA-TURKEY

[13] ] Metin Turan,agy.

[14] https://www.develi.bel.tr/bdetay.asp?id=2

[15] Anonim, Aşık Seyrani, hayatı,https://www.asikseyrani.com/ son erişim, 13-09- 2013

[16] Prof.Dr. Ali Berat ALPTEKİN, Türk Halk Şiiri

[17] https://www.msxlabs.org/forum/edebiyat-tr/21442-asik-seyrani.html#ixzz2eqPqU8BV

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar