HİDAYET ROMANCILARI VE ROMANCILIĞI

05.11.2012

 

 İslami-muhafazakâr çevrelerde roman  tür olarak uzun süre eleştirilmiş,  Hekimoğlu İsmail Ömer Okçu’ya kadar İslâmi-muhafazakâr çevrelerde türü, uzak durulan bir yazı türü olarak kalmıştı.İslâmi-muhafazakâr çevrelerde, romancılık ve romancılığa Garp kültürünün öcüsü gibi bakma eğilimi vardı ve bu bakış açısı çeşitli söylemlerle ve hala da dile gelmektedir.

 

İslâmi-muhafazakâr çevrelerde romana karşı bu soğuk duruş 1970 li yıllardan sonra yıkılmaya başlayacak ancak 1980’lerden sonra İslami konulu romanlar yazılmaya başlanacaktır.İslami muhafazakâr çevrelerinin romana Garp kültürünün öcüsü gibi bakma eğilimi, İslam medeniyetlerinde roman türünün olmadığı İslami bakış açısıyla yazılmış roman kültürün İslam kültüründe bulunmadığı. Bu yüzden de İslami romancılığın olmayacağı ön yargılarından kaynaklanıyordu.  Bu endişelerin ve görüşlerin altında romancılığın  Yunan kültüründen kaynaklanan, tragedyalarla birlikte beslenip büyüyen çok tanrılı bir dine mensup bir kökenin olması, İslam kültüründe bunların olmadığı ve İslami Romancılığın  gelişemeyeceği inançları bile vardı. Örneğin,  Cemil Meriç (1916-1987), romanı, Batı'nın ürettiği bir hastalık olarak görüyor, İslami aydınların romandan uzak durması gerektiğini ifade ediyordu.

 

Hâlbuki İslam kültüründe bu günkü anlamından pek de farklı olmayan ama teknik yönden batılı romancılıktan farklı tekniklerle yazılan ya da söylenen roman kültürü vardı ve oldukça zengindi. Teknikleri ve yöntemleri farklı da olsa İslam kültürü hatırı sayılacak kadar bu yönde ürün vermişti.

 

İslam edebiyatının kökenindeki romancılık çoğu kez tasavvufi konu ve manzum olarak yazılıyordu. Mesnevi adı verilen edebiyat türü ile İslami edebiyat çok sayıda eser üretmişti. Fakat İslam edebiyatı,   bu yöndeki yazılarını manzume olarak yazmayı sürdürmüş, böyle başlayan gelenek bu yolda devam etmiş bir türlü hikâyelerini nesirle yazmayı akıl edememişti. Eğer dikkat edilirse batı edebiyatında da romana kaynaklık eden ilk yazılardan olan Homeros’un  Odessa ve   İlyada sı da manzumdu ve destanı kökenli idi İslam edebiyatında da romana kaynaklık eden ürünler manzum yazıldı. Batı kültürü de önce sözlü gelenekte üretmiş sonra manzume olarak yazmış daha sonra da roman türüne geçmişti. İslam edebiyatında da halk hikâyeleri veya destanlar şeklinde teşekkül etti.  

 

Teşekkül eden bu destanlar İslami edebiyatta 10.11 yy dan  Genceli Nizami , Feriddün Attar ,SA'Dİ ŞİRAZİ, Firdevsi ,  Ali Şir Nevai  ,  Şeyhi , Behişti , Gülşehri,  Şeyhoğlu Mustafa  gibi çok sayıda Fars,  Türk ve  Arap mesnevicileri tarafından manzum olarak ve mesnevi tarzında yazılmıştı.  

 

Her ne kadar bu tür eserlerin çağdaş romancılıktan farklı olduğu, teknik, içerik yaklaşım ve amaç olarak çağdaş romanla örtüşmediği doğru olsa bile sözlü gelenekte oluşan halk romancılığı pek çok yönden çağdaş romancılıkla örtüşüyordu.  Zaten yukarıda da belirttiğimiz gibi batı edebiyatındaki romanın başlangıcı da aynı seyri izlemiş, fakat İslam edebiyatı manzum romandan mensur romana geçiş sürecini akıl edememişti. Daha doğrusu mensur romancılığı sözlü gelenekte bırakmıştı. İslami edebiyat, Leyla ile Mecnun, Yusuf u Züleyha  ,  Ferhat ile Şirin  , Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı , Mem u Zin gibi hikâyeleri veya benzeri ozgün eserleri yazılı edebiyatta oluşturmayı akıl etmemiş, mevcut hikâyeleri, roman yazmaktan çok daha zor olan bir yöntemle mesnevi şeklinde ve manzum olarak yazmayı sürdürmüştü.  Hâlbuki hikâye olarak adlandırılan bu eserler aslında hikâye değil, basbayağı sözlü gelenekte oluşan birer halk romanıydı.

 

Batı edebiyatındaki roman türü edebiyatımıza Tanzimat ile girmiş az zamanda çok mesafe kat etmeyi başarmıştı.Netice ne olursa olsun Türk edebiyatında batı etkisindeki romancılık gelişim gösterirken muhafazakâr kesim roman türünde eser vermekten uzak durmayı yeğlemiş, İslamiyet’in romancılıkla örtüşemeyeceğini düşünerek teşebbüse geçmemişti.  İslami çevrelerin romancılığı Türkiye’de 1965 lerden sonra Ömer Okçu- Hekimoğlu İsmail-  ile başladı.  Minyeli Abdullah adlı roman bu tarzın başlangıcı oldu. (edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/870-hekimoglu_ismaill )

 

Asker kökenli birisi olan Ömer Okçu bu hareketi başlatan ilk kişi oldu. Kimliğini gizleyerek Hekimoğlu İsmail mahlasını kullanan Ömer Okçu ’nun Minyeli Abdullah ile başlayan ve devam eden romanlarından sonra  Şule Yüksel Şenler'in "  Huzur Sokağı " (Nur Yayınları - 1970) ve sonraki romanları, Şerife Katırcı'nın "Müslüman Kadının Adı Var" (Seha Neşriyat - 1989) Ahmed Günbay Yıldız ’ın "Boşluk" (Timaş Yayınları - 1999) ve sayısı kırk âdete kadar ulaşacak olan romanları izlemeye başlamıştı.

 Mehmet Efe'nin "Mızraksız İlmihal" (Kaknüs Yayınları - 1998) adlı eserleri muhafazakâr çevrelerin bakış açısı ile de roman yazılabileceğini gösterecek sükseli satışlara ulaşmıştı. Böylelikle edebiyatımızda Hidayet Romancılığı denilen romancılık ekolü başlamış oluyordu.

 

1970 yıllar bu çığırdan yükselen seslerle dolmaya başladı. Hidayet Romancıları ilk ürünlerinde hemen hemen aynı temayı işledi. Bu temaların altında içgüdüsel bir savunma gerekçesi yatıyordu. İslami çevreler Cumhuriyetin ilanından beri gerici, yobaz ve çağdışı olarak suçlanıyor, inançlarına uygun yaşamaya çalışan başörtülü kızlar veya imam hatip lisesi mezunu gençler akademi ve fakültelerde aşağılanıyor, kamusal alanlara sokulmuyorlardı. İşte bu yüzden hidayet romancıları bu görüşleri yıkacak tepkilerle yazıyorlar, gerici, yobaz ve çağdışı olmadıklarını ifade etmeye çalışan kişilerin rejimle çatışmasını ifade etmeye çalışıyorlardı. Bu romanların hepsindeki gençler adeta;  gerici, yobaz ve çağdışı olmayan; aksine çevredeki pek çok kişiden modern ama aynı zamanda İslami inançları harfiyen yaşayan ideal insan tipleri olarak betimlenmişlerdi.

 

“Türkiye'de İslâmcılık ve İslâmi Edebiyat" adlı kitabın yazarı, Bilgi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Kenan Çayır, bu durumu şöyle özetlemektedir.   "1970'ler ve 80'lerde ağırlıklı olarak yazılan hidayet romanları, kamusal alana, modernliğe katılmak isteyen ama katılamayan bir hareketin romanıydı. Ama 90'larda, özellikle de 2000'lerde AKP ile İslami bir burjuvazi oluştu. Bu dönemin İslamcı yazarlarının romanları da, o aktörlerin bu kapitalist ve modern sistemde yaşadıklarını anlattıkları romanlardı."   Bu romancıların romanlarındaki kişiler üniversitede okuyan Anadolu’nun veya İstanbul’un yoksul ama inançlı ailelerinden gelen, kamusal alanlardan dışlanan, ahlaki değerleri ile öne çıkarak rejim tarafından ve inançsız insanlar tarafından dışlanmakla beraber yükselmeyi başaran İslamcı ama modern Müslümanları anlatmışlardı. Bu romanlar İslamcı genç kuşağın, iç çelişkilerini, kamusal alanlarda itilmişliklerden kaynaklanan çatışmaları, inançları ile örtüşmeyen çelişkilerini vb anlatıyordu.

 

1980'lerde hidayet romanları, ideal Müslüman karakterleri üniversitede okuyan ya da modern meslekler icra eden insanlar olarak resmediyordu.”  ( 2. Sadık Yalsızuçanlar, agy)  Konuları, yaklaşımları ve ele aldıkları çevre ne şekilde olursa olsun İslami ve Muhafazakâr çevrede de romancılık başlamış ve sevilmiş oluyordu. Edebiyatımızda romancılığa uzak duran bir kesimde de romancılık başlamıştı.

 

Kimi eleştirmenlere göre Hidayet Romancılığı  Cumhuriyet Dönemi Cumhuriyet Döneminin ve idaresinin İslami çevreler üzerindeki baskıcı tutumlardan doğmuştu. Bu baskıların doğruluğu inkâr edilemese bile, bu baskılar olmasa da İslamcı çevreler de romancılık alanında boy göstermek zorundaydı.

 

Halime Toros, "Halkaların Ezgisi" (Kırkambar Kitaplığı - 1997) ve Mehmet Efe, "Mızraksız İlmihal" (Kaknüs Yayınları - 1998)  adlı eserleri Hidayet Romancılarının bir ekol haline gelmeye başladıklarını gösteriyordu.

 

1990'lardan itibaren Turgut Özal iktidarından sonra İslami kesim üzerindeki baskılar azalmaya başlamı. Milli Cephe hükümetlerinde Necmettin Erbakan’ın da görev alması ile İslami çevreler üzerinde bir ferahlık oluşmuştu. Bu durum İslamcı çevrelerin romanlarında da gözlenmeye başlanmıştı.  Kenan Çayır, bu dönemi Hidayet Romancılarının "özeleştirel romanlar" dönemi diye adlandırmıştır.

 

Hidayet romancılarının önemli sayıdaki simi kadınlardan oluşuyor, başörtülü olan bu kadınlar kamusal alanlarda başörtülerinden dolayı ve diğer nedenlerle en çok baskıyı hisseden kesimler oluyordu. Kadın yazarlar romanlarında  “ modern hayata katılan İslâmi karakterlerin mutsuzluklarını, iç çatışmalarını ve hayal kırıklıklarını anlatıyordu.”  ( 2, Sadık Yalsızuçanlar, agy)

 

 Muhafazakâr bireylerin iç dünyasını, toplumsal, siyasi ve modern hayatta yaşadıkları iç sıkıntılarını, inançlı kadınlar ile inançsız erkek ilişkilerini ve yaşamlarını, kötü yola düşen erkek veya kadınlarla inançlı eşlerinin mücadelelerini anlatan romancılar yetişmişti.  Bu romancıların romanlarında değişen kentler ve insanlar, çarpık toplumsal ilişkiler, bu çarpıklıklara karşın inançlı kimliklerini sürdürmeye çalışan insanların bocalamaları ve çatışmaları, inançlı bireylerin manevi değerleri ayakta tutmak için girdikleri mücadeleler ve savundukları değerler dile getirilmiştir. Kötü yola düşen kadınları inançlı bir yaşama kavuşturan inançlı erkekler, kötü yola düşen kocalarının ahlaksızlığına maruz kalıp direnen ve sonunda onları inançlı bir hayta kavuşturan kadınları mücadeleleri de bu romancıların ele aldığı konuların bazılarıdır.

 

Yeri gelmişken konuyla ilgili şu eleştiriyi de zikretmek faydalı olacaktır “ Hidayet romancıları, dindar bir ailede yetişen dini bütün kızları roman kahramanı yapamadı. “ Öteki mahallenin “ kızlarının hidayete kavuşturan erkekleri kahramanlaştırdı. Bu erkekler “ öteki mahallenin “ kızlarının kalbini dünyevi ve uhrevi olarak fethederek “cihatı” nı tamamladı ( Fatma Barbarosoğlu, agy)

 

İslami beklentilere göre çarpıklaşan yaşamda bocalayan bireylerin iç çatışmaları, girdikleri haller, yaşamlarında, inançlarında ve yaşama biçimlerinde oluşan çelişkiler ve bunlar karşısında zaman zaman yaşanan iç çözülmelere özeleştirili bir şekilde bakan İslami romanlar yazılmaya başlanmıştı.  1990 dan sonra bu tarzda yazanlar romancılar ise “ Sadık Yalsızuçanlar, Nazan Bekiroğlu, Cihan Aktaş, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, Mustafa Kutlu, Fatma Zehra Fidan, Tarık Tufan” olarak dikkati çekmişlerdir.

 

Hidayet romancıları roman türünde ne kadar başarılı olmuştur. Teknik olarak Türk Romancılığına ne katmıştır sorusu cevaplanmamış bir sorudur. Fakat cevabı olan bir şey varsa o da şudur. Cumhuriyet Dönemi romancılarının çetelesini tutan akademisyenler Milliyetçi ve Muhafazakâr romancılarını isimlerini zikretmekten kaçınmakta,  onları popülist olmakla suçlamaktadır. Fakat isimlerini zikrettikleri bir çok romancının da popülist romancı olmasıyla bu tutumları bir çelişki yaratmaktadır.

 

ROMANCILAR İLE İLGİLİ BAŞLIKLAR VE LİNKLERİ

KAYNAKÇA

  1. https://www.edebiyadvesanatakademisi.com/edebiyad/870-hekimoglu_ismail_%28_%C3%B6mer_okcu%29.html
  2. Sadık Yalsızuçanlar, Muhafazakâr burjuva romanının ayak sesleri, sadikyalsizucanlar.net/serbest-metinler/muhafazakar,
  3. Fatma Barbarosoğlu, Abdülmecit, Modern Türkiye Tarihi ve Türk Romanı, yenisafak.com.tr/yazarlar/FatmaKBarbarosoglu/abdulmecit-moder

Edebiyat, Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
 
  BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya [email protected]

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar