Kıra Çıkan İlçe Kaymakamı Alponse Daudet

24.03.2020

 
Kıra Çıkan İlçe Kaymakamı   Alponse Daudet 
 
 
Kıra Çıkan İlçe Kaymakamı adlı öykü. 1840 yılında Güney Fransa'nın Nimes kentinde doğmuş olan  Alponse Daudet  ’in Türkçeye  Değirmenimden Mektuplar  şeklinde çevrilen ve özgün adı ile  “ Les Lettres De Mon Moulin” adlı öykü kitabında bulunan 22 öyküden onuncu öyküsü olmaktadır.
 
Değirmenimden Mektuplar   ilk kez 1869 yılında Paris’te Hetzel yayınevi tarafından yayımlanmış daha sonra pek çok dile çevrilen eser dünya edebiyatının en tanınmış öykü kitaplarından birisi haline gelmiştir.
 
Pek çoğu Paris yakınlarındaki Fontvielle’de bulunan eski bir değirmende yazılan bu öyküler konu olarak Fransız kırsal hayatını betimleyen, köylülerin hayatlarını ve yaşadıkları küçük olayları ele alan öyküler olmaktadır.
 
Kitapta yer alan öyküler Fransız köy kültürünü adet, gelenek ve sosyal hayatına dair yazılmış öyküler olmasına rağmen evrensel bir alaka görmüş Daudet bu öyküleri ile dünyanın hemen her ülkesinde tanınan bir öykücü olmuştur.  
 
Daudet bu öyküsünü düzyazı şeklindeki bir balad gibi  yazmış konu olarak da söylev hazırlamak isteyen bir kaymakamın doğanın koynuna girmesi ve söylev yerine şiir yazması konusu ele almıştır.
 
Kıra Çıkan İlçe Kaymakamı,  Daudet’in bu eserinde düz yazı gibi yazdığı iki balad’dan biridir. Eserdeki diğer balad ise Veliahtın Ölümü adlı öyküsü olmaktadır.
 
 
KIRA ÇIKAN iLÇE KAYMAKAMI
 
Kaymakam, yola düzüldü. Önde arabacı, arkada seyis, kaymakamlığın faytonuna kurulmuş,
Combe-aux-Fées'deki panayıra gidiyor. Kaymakam Beyefendi, bu sıra dışı günün yüzü suyu hürmetine, işlemeli cici frakını, silindir şapkasını, sırma zırhlı daracık pantolonunu giymiş, sedef kabzalı tören kılıcını takmış, dizleri üzerine yerleştirdiği nakışlı sahtiyandan kocaman bir çantaya üzgün gözlerle bakıyor.
 
Kaymakam Beyefendi, nakışlı sahtiyandan çantasına üzgün gözlerle bakıyor, az sonra
Combeaux-Fées halkına söylemesi gereken o söylevi düşünüyor:
- Sayın ahali...
Ama istediğin kadar kumral favorilerini kıvır kıvır büksün ve yirmi kez:
- Sayın ahali! Desin dursun, söylevin arkası bir türlü gelmiyor.
Söylevin arkası bir türlü gelmek bilmiyor. Tanrım, fayton da ne sıcak!.. Combe-aux-Fées yolu güney güneşinin altında, alabildiğine toz duman içinde... Hava sanki tutuşmuşa benziyor...
Yolun kıyısında, toza bulanmış karaağaçlar içinden binlerce ağustosböceği durmadan birbirleriyle söyleşiyor... Birdenbire Kaymakam Beyefendi, ürperir gibi oldu. Karşıda bir yamacın eteğinde, sanki kendisine göz kırpan yemyeşil bir meşe korusu ortaya çıkmıştı:
 
- Bize buyurun Kaymakam Beyefendi! Söylevinizi bizim ağaçların altında daha iyi hazırlarsınız!..
 
Kaymakam Beyefendi, bu çağrı karşısında kendinden geçti. Faytonu durdurup yere atladı; adamlarına, şu yemyeşil meşe korusuna gidip orada söylevini hazırlayacağını söyledi ve kendisini beklemelerini tembih etti.
 
Yemyeşil meşe korusunda kuşlar, menekşeler, çimenlere bürünmüş çağlayanlar vardı. Cici giysisiyle, nakışlı sahtiyan çantasıyla Kaymakam Beyefendiyi görür görmez, kuşlar ürkerek ötmeyi kestiler, çağlayanlar şırıldamaz oldu, menekşelerse çimenlerin arasına gizlendiler...
 
Bütün bu mini minnacık dünya, o zamana dek hiç kaymakam görmemişti. Yavaş sesle:
- Acaba bu sırmalı güzel soylu da kim ola? diye birbirlerine sordular.
Yapraklar arasından, yavaş sesle:
- Acep bu sırmalı soylu da kim ola? Diye birbirlerine sordular... Bu sırada Kaymakam
Beyefendi, korunun sessizliğine hayran, frakının kuyruklarını kaldırdı, silindir şapkasını çimenlerin üstüne koydu ve genç bir meşe ağacının altına, yosunların üzerine oturuverdi.
Sonra nakışlı sahtiyan çantasını dizlerine dayayarak açtı ve içinden büyük bir tabaka kaymak kâğıt çıkardı.
 
Çalıkuşu:
- Sanatçı belki de! Dedi.
Şakrakkuşu:
- Bu olsa olsa bir prenstir, dedi!...
 
Bütün bir mevsim kaymakamlığın bahçesinde ötmüş olan yaşlı bir bülbül, söze karıştı:
- Ne sanatçı, ne de prens, canım! Ben tanırım onu; kaymakamdır.
Bütün koruda yine bir fısıltıdır gitti:
- Kaymakammış! Kaymakammış!
Kocaman sorguçlu bir tarlakuşu:
- Aman bakın, dedi, başı da pek dazlakmış, ayol!
Menekşeler birbirlerine:
- Acaba huysuz mudur? Diye sordular.
- Acaba huysuz mudur? Diye sordu, birbirine menekşeler.
Yaşlı bülbül:
- Hiç de değil, dedi.
Bu güvence üzerine, sanki aralarında yabancı yokmuş gibi, kuşlar yeniden ötüşmeye, çağlayanlar akmaya, menekşeler mis gibi kokmaya başladı. Bütün bu güzel gürültü patırtının ortasında Kaymakam Beyefendi, pek ciddi, tarım kurulları perisine sığınarak, kalem elde, törenlik sesiyle söylevine başladı:
 
- Sayın ahali!
Kaymakam törenlik sesiyle:
- Sayın ahali! Dedi.
Bir kahkaha, sözünü kesti. Döndü, ama silindir şapkasının üzerine tünemiş, kendisine gülümseyerek bakan bir ağaçkakandan başka bir şey göremedi. Kaymakam omuz silkti ve söylevini sürdürmek istedi. İstedi, ama ağaçkakan, yine rahat durmadı ve uzaktan:
 
- Adam sen de! Diye seslendi.
Kaymakam, kıpkırmızı kesilerek:
- Nasıl adam sen de? Dedi ve bu arsız hayvancığı eliyle kovarak, yeniden başladı:
- Sayın ahali!...
Kaymakam bir daha:
- Sayın ahali!... Diye sözüne başladı.
O zaman, küçücük menekşeler, saplarının üzerinde kendisine yetişmek ister gibi kalkarak, tatlı dille:
- Kaymakam Beyefendi, dediler, bizim nasıl mis gibi koktuğumuzu duyuyor musunuz?
Çağlayanlar yosunların altından, onun onuruna, tanrısal bir müziğe başladılar. Başının üstündeki dallarda sürü sürü çalıkuşu, ona en güzel şarkılarını söylediler. Kısacası, bütün koru halkı, söylevini hazırlamasın diye elbirliği ediyordu.
 
Özetle, bütün koru halkı, söylevini hazırlamasın diye ellerinden geleni yaptılar! Kaymakam
Beyefendi, güzel kokularla başı dönmüş, müzikle kendinden geçmiş, içine işleyen bu yepyeni
büyüye karşı boşuna dayanmaya çalışıyordu. Dirseklerini çimenlere dayayarak, o cici frakının yakasını gevşetti ve yeniden iki üç kez:
- Sayın ahali!... Sayın ahali!... Sayın ahali!... Diye sayıkladı.
 
Sonra "sayın ahali"ye öyle kantarlı bir sövgü savurdu ki, tarım kurulları perisi, utancından yüzünü kapadı.
Aradan bir saat geçip de efendilerinin gelmediğini gören kaymakamlık görevlileri, merak içinde koruya dalınca korkunç bir görünüm karşısında, bir adım geriye sıçradılar... Kaymakam Beyefendi, serseri gibi yaka paça dağınık, yüzükoyun çimenlerin üstüne uzanmış, frakını çıkarıp bir yana atmış, ağzında menekşe çiğneye çiğneye şiir yazıyordu.

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar