13. ve 14. Yüzyıl Divan Edebiyatı Şairleri

26.05.2011

 

( Bu yazı çeşitli kaynaklardan derleme ve alıntılar yoluyla  yapılmış , alıntı yapılan eserlerin ise kaynak belirtmediği  bir yazıdır. ) 

 

13. ASIR EDEBİYATI GENEL ÖZELLİKLERİ 

 

Tuğrul Bey (ö.456/1063) ve Alparslan (ö.465/1072)’nın komutasındaki fetih hareketleri, 1071’de Alparslan’ın Diyojen’e ( Malazgirt zaferi) galip gelmesiyle neticelenmiş, Anadolu’nun tamamının fethi hareketi başlatılmıştır.

13.yüzyılın sonlarından itibaren Türkistan ve Horasan yöresinden Anadolu’ya Türkmen kafileleri gelmeye başlamıştı. Harezm, Horasan ve Azerbaycan’dan Anadolu’ya çok sayıda mutasavvıf, âlim ve sanatkâr akın etti. Bu ahali âlim ve sanatkâr akını Anadolu’nun Müslümanlaşması ve Türkleşmesini sağladı.

Büyük Selçuklu devleti dağılsa bile 13. Asırda Anadolu Selçukluları özellikle I. Alâeddin Keykûbâd’ın saltanatı zamanında (1219-1237), en her alanda en yüksek seviyeye ulaşmıştı.

 II.Gıyâseddin Keyhüsrev’in, hükümdar olmasıyla duraklama devrine giren Anadolu Selçukluları Babai İsyanları ve Moğol istilaları iç karışıklıklar, saltanat kavgaları Selçukluları bir hayli hırpalamıştı.  , Anadolu Selçukluları, 640/1243 Kösedağ savaşında, Moğol ordusuna karşı koyamayarak yenilmiş Selçuklu Devleti’nin idaresi, 676/1277 yılında fiilen İlhanlıların eline geçmişti.

Göçebe Türkmenler arasında Ahmet Yesevi’nin tedrisatında geçen tarikatlar hızla yayılıyordu.


Anadolu’da XIII. yüzyılda, Konya’da Evhâdüddîn-i Kirmânî (ö.635/1237), Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö.672/1273), Şems-i Tebrîzî, İbn-i Arabî (ö.638/1240), ve onun temsilcisi Sadreddin-i Konevî ((ö.673/1274) ve AHMET FAKİH  gibi mutasavvıflar yetişti.

Tokat’ta Fahreddîn-i Irâkî (ö.688/1289); Kayseri ve Sivas’ta Mirsâdü’l-İbâd müellifi Necmuddîn-i Dâye (ö.654/1256); Kırşehir’de Ahî Evrân (ö.660/1261) ve mutasavvıf bir halk ozanı olan Yunus Emre (ö.720/1320)  bunlardan bazılaı hatta en önemlileriydi.


Orta Asya’da başlayan İslâmî Türk Edebiyatı ve yazı dili bu şekilde Anadolu’ya taşındı. Anadolu sahası meydana gelir iken Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşmasını konu edinen destanlar da ortaya çıkmaya başlamıştı. Böylece   BATTAL GAZİ ve DANİŞMENT GAZİ  destanları oluşmuş SALTUKNAME ve  İSLAMİ OĞUZ DESTANI da Anadolu’ya taşınmıştı.  

Göçebe Türkmenler arasında DEDE KORKUT  hikâyeleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Bu süreçte Ahmet Yesevi kökenli tarikatlar kurulmaya başlandı ve tasavvuf edebiyatına dair yazılı eserler de vücuda gelmeye başlamıştı.


XIII. yüzyılda Moğol akınları Selçuklu Devleti’nin yerini beyliklere bırakırken beyliklerde yerli dil Türkçe olmaya başlamıştı. Yine de ilk eserler Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin mesnevsi gibi Farsça yazılmıştı. Ama Mevlana bile eserinde bile Türkçe sözler, terkipler kullanmış, mülemma beyitler ve şiirler yazmıştır.  Çok geçmeden yazılı eserlerin dli Türkçe olmaya başlamıştı. Mevlânâ’nın oğlu Sultan Veled (ö.712/1312) dahi Türkçe beyitlere daha fazla önem verdi. Bu asrın Anadolu sahasında Ahmed Fakih, Hoca Dehhanî, Hoca Mesud ve Seyyad Hamza gibi sûfî şairler, eserlerini hep Türkçe yazmışlardı. Yunus Emre’nin edebî kudreti ve çabaları ile bu asırda Türkçenin ifade gücü ortaya çıkmış oldu.

Anadolu sahasında yazılan ilk Türkçe eser AHMET FAKİH  (ö.618/1221 veya 650/1252)’in ÇARHNAME’si olmuştur.



Ahmet Fakih’i Anadolu’da tekke edebiyatının güçlü temsilcisi Yunus Emre takip etmişti.  Yunus Emre’yi Kaygusuz Abdal,  takip edecek halk şiirindeki tasavvufi gelenek bu şekilde akıp giderek günümüze kadar ulaşmış olacaktı.

13 yy ortalarında Anadolu’ya kadar uzanan Moğol İstilası, önceki asırlarda yaşanan Haclı seferleri halkı canından bezdirmiş, ard arda gelen bu istilalarla ve yarattığı bunalım halkı tarikatlara itmişti. Ardı arkası kesilmeyen bu istilalar ve savaşlar Anadolu halkını sabır ve tevekkülü öneren tarikatlara yöneltmişti. Yesevilik tarikatına bağlı olarak gelişen Mevlevilik, Bektaşilik, Nakşilik, Ahilik hatta Rıfai tarikatları bu sebepten hep bu yy da oluştu.


Hacı Bektâş-ı Velî (ö.669/1270?)’nin, Makâlât’ı bu geleneği başka bir yoldan takip etmiş oluyordu.
13. Asırda Mevleviyye, Rifâiyye, Halvetiyye, Kazerûniyye, Yeseviyye, Kalenderiyye, Haydariyye, Kâdiriyye gibi bir çok tarikat kurulmuş bu tarikatlar her yere yayılmış pek çok mürit ve şeyh yetiştirmişti.

DÖNEM ŞAİRLERİ VE ESERLERİ



Divan edebiyatının vücut bulmasına zemin hazırlayan ilk şairler şunlardır.

 

Ahmed Fakih

 

Hayatı:  13. yüzyıl Anadolu sahası Türk edebiyatının ilk temsilcileri arasında olan Ahmed Fakîh,  halk arasında Hoca Ahmed Fakîh ve Sultan Hoca Fakîh adları ile de tanınmıştır. Onun en önemli eseri de  Çarhaname adlı dini tasavvufi eseridir. Ancak Semih Tezcan, Çarhaname’nin aslında Ahmet Fakih’in eseri olmadığını bu eserin ona mal edildiğini Çarh-nâme'nin de  en erken 1350'den sonra yazılmış olması gerektiğini belirtir.

Ahmed Fakîh'in hayatı hakkındaki i bilgiler genellikle Mevlevî ve Bektaşî kaynaklarındaki menkıbelere dayanır. Ahmed Fakîh ve ona ait olduğu sanılan Çarh-nâme adlı kaside nazım şeklinde yazılmış manzumenin varlığından ilk haber veren F. Köprülü olmuştur. Köprülü'den sonra Ahmed Fakîh ve eserleri üzerindeki araştırma ve çalışmalar başka araştırıcılar tarafından da sürdürülmüştür. Bugün, kaynakların yeniden incelenip değerlendirilmesi sonucu Ahmed Fakîh adını taşıyan farklı yüzyıllarda yaşamış değişik kişilerin olduğu ve bunların birbirine karıştırıldığı gerçeği ortaya çıkmıştır. Kişilikleri birbirine karıştırılmış olan söz konusu farklı Ahmed Fakîh'ler hakkında etraflı bilgi ayrıca, Türk. Diy. Vak. İsl. Ans. Ahmed Fakîh maddesinde verilmiştir (Türk Diy. Vak. İsi. Ans. Ahmed Fakîh mad. Osman F. Sertkaya, C. 2, İst. 1989, s. 65-67).
Horasan'da doğup Konya'ya gelen Ahmed Fakîh, Mevlâna'nın babası Bahaeddin Veled'in müritlerindendir. Kendisine, Bahaeddin Veled'den fıkıh dersi aldığı için Fakîh denmiştir. Eflâkî'nin, Menâkibü'l-Ârifîn’de anlattığına göre, Ahmed Fakîh, Bahaeddin Veled'in derin tasavvuf bilgisini görünce kendinden geçerek kitaplarını yakmış ve dağa çıkarak Bahaeddin Veled'in ölümüne kadar orada yaşamış; daha sonra Konya'ya dönmüştür. Ahmed Fakîh'le ilgili olarak kaynakların verdikleri bilgiler arasında, onun hac farizasını yerine getirmek için Hicaz'a gittiği hac dönüşünde ise iki ay Kudüs'te kaldığı da bulunmaktadır. Onun Hicaz yolculuğuyla ilgili söz konusu edilen bu bilgi Kitâbu Evsâfı Mesâcidi'ş-Şerîfe adlı eserinde verilmektedir. Ahmed Fakîh'in ölüm tarihi Eflâkî tarafından 1221 olarak bildirilir. Ancak, Fakîh'in Bahaeddin Veled'e yakınlığı dikkate alındığında bu tarihin Mevlânâ'nın yaşadığı dönemden önce yaşamış bir başka Ahmed Fakîh'in ölüm tarihiyle karıştırıldığı gerçeği ortaya çıkar. O. Sertkaya'ya göre hayatı hakkında yukarıdaki bilgilerin verildiği A. Fakih'in ölüm tarihi 1252 olmalıdır.  ( bkz AHMET FAKİH HAYATI VE ÇARHNAME )

Eserleri: Çarh-nâme, Kitâbu Evsâfı Mesâcidi’ş-Şerîfe.
 

Kaynak: Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, Ankara 2002.


 

Hoca Dehhanî

Hayatı: Doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen Horasanlı bir Türk olan Dehhanî, bir saray ve zevk şairidir. XIII. Yüzyılın ilk yarısında Horasan’dan kalkıp Selçuklu I. Alaaddin (hükümdarlığı: 1220-1237) zamanında Anadolu’ya gelmiş, Sultan’ın cömertliğinden yeterince istifade etmiştir. Sultan’ın buyruğuyla, hükümdarın adına 20.000 beyitlik Farsça “Selçuklu Şeh-nâmesi” yazmış, ancak bu kitap bugüne kadar ele geçirilememiştir. Dehhanî gitgide yaklaşan Moğol akınından çekinerek Horasan’a dönmek için izin istemiştir.  ( Bkz HOCA DEHHANİ HAYATI EDEBİ YÖNÜ 13.Yy. )

Kişiliği ve şiirleri:

Şair, gelip geçici hayat süresini bütün fırsat ve imkânlarıyla değerlendirmiştir. Şiirlerinde Doğu şiirinin renkli sembollerinden olan bahar mevsimi, gül-bülbül, işret meclisleri, kıssalar, destanlar, efsaneler ile özlemlere, heveslere, umutlara ve içli yakınmalara sıkça yer vermiştir.

Şiirlerinde bir yoğunluk ve derinlik yoktur. Aynı motifleri türlü yönleriyle tekrarlamıştır.

Kasidesini, klasik bölümlere değil karışık biçimde düzenlemiştir. Mevcut yedi şiirinde ise dört ayrı aruz kalıbı kullanmıştır. Bunların bazıları sonraki yüzyıllarda çok sevilmiş, değişik sesli kalıplardır. Türkçeyi aruza uydurmak için çok fazla imale kullanmıştır.

Dehhanî’nin söz dağarcığı tutarlıdır. Sözdizimi düzgündür. Anadolu Türkçesini düzgün ve başarılı kullanmıştır.

Şiirlerinde tasavvuf kültürünün izlerine rastlanır. Türk divan şiirinde çağının ve sosyal çevresinin, sosyal hayatını, ahlâk ve güzellik anlayışını yansıtan ilk şairdir.

Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002. 


Gazel

Boyun cennetde tûbîye eger salmazısa sâye
Kim anı cennet ehlinden nazarda bir çöpe saya

Egerçi kim mutavveldür saçunun hîç ucı yokdur
Sor âhir kıl-be-kıl disün nesîm-i gâliye-sâya

Dişün dürlerine lâlâ olursa lülü’-yi lâlâ
Bu mansıb çok degül midür bugün lü’lü’-yi lâlâya

Hat u hâl ü saçun görüb gönül sevdâsına düşmiş
Zi miskîn göz kara idüb ne düşdi bunca sevdâya

Cemâlünle bir araya gelür olsa mukâbil ay
Cemâlün ittisâlinden düşer bin ihtirâk aya

Gönül virdüm belâ aldum kad-i bâlânı çün gördüm
Gönül virmek belâyımış bilimedüm bu bâlâya

Kalem yazdı bu sevdâyı başuma ger kalem bigi
Başum gitse yiter bana bu sevdâ sûd u ser-mâye

Bu sevdân odıdur dün gün yanar içümde pinhânî
Sirâyet idüben birgün dutışısar süveydâya

Söziyle gerçi Dehhânî güher kânı durur illâ
Zer oldı çün virdi gönül sen sîm-sîmâya

vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün

 

Şeyyâd Hamza


Hayatı: Doğum ve ölüm tarihleri bilinmeyen, Anadolu’da halka sûfîce şiirler söylereyerek tasavvuf yollarını tanıtan bir gezici derviş olan Şeyyad Hamza’nın hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. XIII. Yüzyılda Akşehir-Sivrihisar yöresinde yaşadığı tahmin edilmektedir.

Edebi Kişiliği

Kur’an, Arapça ve Farsça kültürü olan, hece ve aruzla şiirler söyleyen bir kişiliğe sahiptir. Hece vezniyle söylediği şiirleri, ilahileri söyleyiş itibarıyla düzgündür aruazla yazılmış şiirleri sanat iddiasından dinî-ahlâkî ve sûfîce şiirlerdir.

Şiirlerinde şekil ve söyleyiş bakımından düşündürücü bir çeşitlilik görülür. Dokuz beyitli bir gazelini klasik gazel tarzının türlü incelikleriyle örülü olduğu, Doğu Türkçesi ile yazıldığı görülür.

“Yûsuf u Zelihâ” adlı mesnevisi XIII. Yüzyılın dinî ve fikrî hayatına uygundur. Sade bir Oğuz Türkçesi ile yazılmıştır. Eserin en önemli yönü dilidir ki, bu yönü sanat yönünden üstündür. Eski Anadolu Türkçesinin ses ve şekil özelliklerini geniş ölçüde aksettirir. Türkçeyi aruza uygulamada birçok imale ve zihaf yapmıştır. Eserin konusu Kur’an’dan alınmıştır. Eserde tasavvuf anlayışı doğrultusunda nefsini yenmeyi başaran kişinin sultanlardan da üstün olacağı teması işlenmiştir.

Eğitici nitelikteki 41 beyitten oluşan üç şiirinde Şeyyad Hamza ecelin hükümdar, zengin-fakir, güzel-çirkin demeden mukadder olduğunu, devlet, varlık ve güzellik gibi geçici değerlerle gururlanmamak gerektiğini anlatarak gaflet uykusundan uyanıp Kur’an’a sarılmayı ve Allah’a sığınmayı tavsiye eder. Başka beş na’tinde peygambere ve dört halifeye bağlılığı onun aynı zamanda inanç bakımından halis bir Sünnî olduğunu da ortaya koyar.

Şair kendinden yaklaşık yüz yıl önce yaşamış olan Ahmed-i Yesevî’nin şekil ve üslûp bakımından etkisinde kalarak onun bir şiirine nazire de söylemiştir.  ( bkz ŞEYYAD HAMZA HAYATI EDEBİ YÖNÜ ESERLERİ- ŞEYYAD HAMZA YUSUF U ZÜLEYHA VE DİĞER ESERLERİ )

Eseri: Dâstân-ı Yûsuf Aleyhisselâm ve Hâzâ Ahseni’l-kasâsi’l mübârek

 Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002. 


E lem talem eyâ hânum ne sarnar men ne bulargu
Köcenlep özüme sâkî ne munça yutdurur ağu

Yigin kelgey ayahçılar mana sağraknı tîz birgey
Hanum ‘ışkında çırgar men zehir pür bolsa yan dagu

Ne yavlak toyladı hicrün meni ‘ışkun şöleninde
İçürdi kahr ile kanlar yedürdi gussa vü kaygu

Bi-goftem ‘ışkuna munça çü zulm ü zûr-ı pür-gûndur
Merâ gûyed ki bargıl her çi kemet sahça bâ-red gû

Seher-geh bir Mugal oğlan çapardı ol mana karşu
Mu’attar atı tozından tüterdi müşg ile gül-bû

Keyürdi dürlü atlasnı minürdi bir eyü tâzî
Samurlu börki başında dutardı bir güzel kırgu

Şu denlü yığlagay men kim yaşumdan saz bola kırlar
Ben ögicek boyun vasfın digey ol sazdağı kargu

Şeyâd Hamza’nun könli senün zülfün semâ’ında

Saçun ucında raks urur ne hâcetdür ana çalgu

Duram yevmü’l-‘arâsatda yemûtûnlar hayâtında
Yaratganum huzûrında kılam sinün bile yargu

vezni: mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün mefâ’îlün

 

 

Mevlâna Celaleddin-i Rumî


Hayatı: 30 Eylül 1207 tarihinde Belh'te dünyâya gelen Mevlânâ'nın asıl adı Mevlânâ Muhammed'dir. Babası "Sultanü'l-Ulema" Bahae'd-dîn Veled, bir ulema ailesine mensuptur. Mevlâna, beş yaşında iken Belh'ten ayrılmış, babasıyla Bağdat üzerinden hacca gitmiştir. Hicaz ve Şam yoluyla Anadolu'ya gelmiş ve ailece 1218'de Konya'ya yerleşmişlerdir. Çok iyi bir eğitim ve öğretim almış; Farsça, Arapça ve Rumca öğrenmiştir. Babası Bahaeddin Veled iki yıl sonra Konya'da ölmüştür. 18 yaşında Gevher Hatun'la evlenmiş, bu evlilikten oğlu Sultan Veled dünyaya gelmiştir.

1244'te Konya'ya gelen gezgin derviş "Sultanü'l-Ma'şukîn” Şemseddin Muhammed-i Tebrizî ile tanışmış, tasavvufi anlamda ona âşık olmuş, bu tasavvufî aşk, Mevlâna'yı şâir yapmış ve böylece, İslâm dünyasının en büyük şairlerinden biri olmuştur. Mevlâna, Şems ile tanıştıktan sonra müritlerini ihmal etmiş, Şems'ten başka hiç kimse ile meşgul olmamıştır. Bu durumdan müritleri rahatsız olunca, Şems de Şam'a kaçmıştır. Ancak, Mevlâna daha da perişan hâli gelmiş, eskisi kadar bile müritleriyle ilgilenememiştir. Bunun üzerine müritleri, af dilemişler ve Sultan Veled, Şems'i Şam'dan alıp gelmesi için görevlendirilmiş, Şems Mevlâna'nın yazılı ricasına dayanamayarak Konya'ya dönmüştür. Kısa bir müddet sonra müritlerin, Şems'i Mevlâna'dan uzak tutmağa çalışmaları üzerine Şems bir gün ortadan kaybolmuş (1247), Mevlâna bunun üzerine iki kere Şam'a gitmesine rağmen Şems'i bulamamıştır.

Mevlâna kendisini şiire ve semâya verir. Kaybolan Şems'i kendinde bulur. Nitekim bazı gazellerinde mahlas olarak Şems'in adını zikreder. 1254'te müritlerinden Selâhaddin-i Zerkûb'u halife tayin eder, on yıl naiplikten sonra Zerkûb hastalanarak ölür. Yerine Çelebi Hüsameddin halife olur ve Mevlâna'nın ölümüne kadar yanında kalır. Mevlâna 17 Aralık 1273 tarihinde Konya'da ölür. Cenazesi büyük bir törenle kaldırılır. Törene bütün Konya halkı, devlet büyükleri, Hıristiyanlar ve Museviler katılır. Çelebi Hüsameddin'in ölümünden sonra Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled şeyhliği kabul eder ve ölümüne kadar (1313) bu görevde kalır. Sultan Veled, Mevlevîlik'i sistemleştirir, semânın kurallarını belirler ve bir âyin düzeni hâline getirir.

Edebî Kişiliği

«Hamûş» mahlasını kullanan Mevlâna, şiirlerinde sec'lere bolca yer vermiştir. Çoklukla şiirlerini içine doğduğu gibi söylemiştir. Mesnevî'sinde bir konudan diğerine geçer, başladığı bir hikâyenin arasına uzun tasavvufî öğütler sokar, konular arasında sık sık çağrışımlar yapar.

Mevlâna, eserlerinin büyük çoğunluğunu Farsça ile yazmış olmakla birlikte, Dîvân'ında Türkçe-Farsça mülemma' şiirlere rastlanır. Diğer eserlerinde de Türkçe kelimelere rastlanır.

Şair, Senâî ve Feridüddin Attâr'dan etkilenmiştir.

Zaman zaman şiirlerinde rind bir şâir olarak görünse de şeriat kurallarını saygıyla uygulamıştır. Ana kaynağı Kur'ân ve Hz. Muhammed sevgisi olmuştur. Matematik, tıp ve astronomi ilimlerini de öğrenmiş ve eserlerinde bu bilimlerin terimlerini kullanmıştır.

Bildiklerini halka öğretmek için basit ifadeler kullanmıştır.

Tasavvuf anlayışını bir yaşam biçimi hâline sokmuştur. Bütün varlıklara sevgi, saygı ve vefa ile yaklaşmıştır. Bu noktada yönetenle yönetilenleri birbirinden ayırmamıştır.

İslâm ahlâkını Kur'ân ve hadislerin ışığında mükemmel bir biçimde yorumlayarak sentezini yapmış ve uygulamıştır. Asıl konunun "insan" olduğunu çok iyi bilen Mevlâna, dinlerin, felsefelerin ve ahlâk sistemlerinin insan için ve insanın mutluluğu için vasıta olduğunu her fırsatta vurgulamıştır. İşte bu gerçeğe giden yolun vefalı sevgiden geçtiğini, bunun da yaşanarak öğrenileceğini özellikle belirtmiştir. Allah'ı yarattıklarında ve insanda görerek sevmek, varlıkları değişik nitelikleriyle birbirinden ayırmamak temel anlayışı olmuştur. Bu anlayışını şiir, musikî ve semâ ile de pekiştirmiştir.

Eserleri: Dîvân-ı Kebîr, Mesnevî-yi Ma’nevî, Fî-hi mâ Fîh, Mecâlis-i Seb’a, Mektûbât.

Şiir: Farsçası: Rubai

Key bâsed u key bâsed u key bâsed u key
Mey bâsed u mey bâsed u mey bâsed u mey
Men bâsem u men bâsem u men bâsem u men
V'ey bâsed u v'ey bâsed u v'ey bâsed u v'ey

Ne zaman olur, ne zaman olur, ne zaman olur, ne zaman?
Mey olur, mey olur, mey olur, mey..
Ben olurum, ben olurum, ben olurum, ben;
Sen olursun, sen olursun, sen olursun, sen...
 

Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.


Cömertlikte , yardım etmede akarsu gibi oL 
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol.
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol.
Öfke ve asabiyette ölü gibi ol.
Tevazuu ve alçakgönüllülükte toprak gibi ol.
Hoşgörülükte deniz gibi ol.
Ya olduğun gibi görün ya göründüğün gibi ol.


 

Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi


MESNEVİDEN ÖZLÜ SÖZLER
-Koyunun kurttan kaçmasına şaşılmaz; şaşılacak şey koyunun kurda gönül vermesidir. (I,1292)
-İnsan dostunu göremiyor, ayırt edemiyorsa kör olsun daha iyi. (I,1407)
-İnsanların savaşı, çocukların kavgasına benzer; hepsi de anlamsız ve saçmadır.(I,3435)
-Maksada sabırla erişilir, aceleyle değil! Sabret, doğrusunu Allah daha iyi bilir. (I,4003)
-Türk sağ oldukça mutlaka kendine bir otağ(ülke) bulur, hele bu Türk Hak kapısının değerli bir kulu olursa?   -Zafer için yardımcısı Allah olmayan kişiye tavşan bile aslan gibi görünür.(II,2298)(II,455)
-Bütün bilimlerin özü “Mahşer günü ben kimim, ne hale geleceğim” ilmini bilmektir. (III,2654)
-Helva kime nasipse o yer; parmakları uzun olan değil! (III,4532)
-İyi huylu, kötü huylulara tahammül edip, onların kötülüğünü söylemeyendir. (IV,774)
-Tilki bir eşeği baştan çıkarıyorsa bırak çıkarsın. Sen eşek olma da üzülme! (V,2537)
-Evin içindeki acı su çeşmesi, dışarıdaki tatlı su ırmağından daha üstündür. (VI,3603)
-Hazırlığın olmadan bir madene bile girersen bir kuruş elde edemeden geri çıkarsın. (VI,4425)
-Sen ört ki, senin de ayıbını örtsünler. (VI,4526
-Yer, gökyüzüyle düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölü haline gelir. ( bkz MESNEVİ'DEN SEÇME HİKÂYELER VE ÖZLÜ SÖZLER )


 

HACI BEKTAŞ VELİ

Hacı Bektaş Veli, Osmanlı İmparatorluğunda XIV. yüzyıldan itibaren, sosyal ve siyasi bakımdan büyük etkinliği olan, II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı ile birlikte kapatılan, Abdülaziz zamanında tekrar canlanan ve 25 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına kadar devam eden Bektaşi tarikatının piridir. Hacı Bektaş Veli'nin harcını kardığı Alevi-Bektaşi anlayışı, Anadolu’nun yanı sıra Balkanlar, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna, Kosova, Makedonya, Gül Baba türbesinin bulunduğu Macaristan'ın Budapeşte şehrinden Azerbaycan'a kadar birçok yerde kabul görmüş ve benimsenmiştir.

Hacı Bektaş Veli'nin düşünce ve öğretisinin yayılması, ölümünden çok daha sonra, 14.yüzyıl başlarında kurulan tarikatının, 16.yüzyıl başlarında etkinlik kazanması ile olmuştur. Hacı Bektaş Veli, hakkında anlatılan söylencelerle, tarihsel gerçekliklerden kopuk olarak yaşatılmıştır. Kendi döneminde tanınmaktadır ve Mevlana, Baba İlyas, Ahi Evren’le çağdaştır. Kaynaklar bu dönemin ünlülerinin ilişkilerini mistik bir dille anlatırlar. Döneme ait bilgiler aktaran Aşıkpaşazade, Eflâki, Elvan Çelebi, Vasiti gibi yazarlar, Hacı Bektaş’a ait bilgilere yer vermişlerdir. Ölümünden sonraki yıllarda, hakkında “Velayetname” düzenlenir. Adına tarikat kurulur. Mevlevi inançlı Eflâki’nin, Hacı Bektaş Veli’yi kendi tarikat önderleriyle kıyaslayarak, küçük düşürücü öyküler anlatması, dönemin mezhep ve tarikat bağnazlığından kaynaklanmaktadır. Alevi - Bektaşilikle ilgili belge ve kaynakların yok edildiği de, tarihsel bir gerçektir. Bu durum da, Hacı Bektaş Veli’ye ilişkin, sağlıklı bilgilere ulaşmamıza engel olmuştur.

Hacı Bektaş Veli'nin doğumu, ölümü, kim tarafından eğitildiği, Anadolu'ya tam olarak hangi tarihte geldiğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Hakkında bilgi veren en eski kaynaklardan biri olan Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli, Hz. Ali’nin soyundan yedinci İmam Musa Kazım nesline bağlanarak, soy şeceresi hakkında şu bilgi verilmektedir. “Hacı Bektaş Veli, Seyyid Muhammed İbrâhim-î Sânî, Seyid Mûsa’î-Sânî, İbrâhim Mükerrem el-Mücâb, İmam Mûsâ Kâzım." Ancak bu silsilenin doğruluk derecesi de tartışma konusu olmuştur. Hz. Ali ile Hacı Bektaş Veli arasındaki şahısların azlığı nedeniyle, silsilede noksanlık veya kopukluklar olabileceği ileri sürülmüştür.

Hoca Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilip Anadolu’ya gönderildiği iddialarına karşılık, yaşadıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda, 1166’da ölen Ahmet Yesevi ile 1209-1271’de yaşayan Hacı Bektaş Veli'nin aynı zaman diliminde yaşamadıkları açıktır. Yaygın olan kanaate göre, Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik öğretisinin etkin olduğu bir ortamda yetişmiştir. Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişi şöyle aktarılmaktadır. “Kürdistan’da bir kavmin içinde bir zaman eğleşir.(……) O kavmi kendisine bağlar.(……) Rum ülkesine yürür. Elbistan’da Ashâb- ı Kehf mağarasına uğrar. Orada erbain çıkarır. Kayseri’ye doğru yola çıkar.(……) Rum ülkesine Zülkadirli ilinde Bozok’tan girer. Sulucakarahöyük’e iner”. Horasan ve Erdebil’de aldığı tekke eğitimi, Anadolu'ya geliş yolu ve Anadolu'da bulunduğu yerler dikkate alındığında, Hacı Bektaş Veli, Yesevilik, Melamilik, Batınilik, İsmaililik, Ahilik, Babailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi dönemin inanç ve anlayışlarını, yakından tanıyor ve biliyor olmalıdır.

Baba İlyas'ın torununun oğlu Elvan Çelebi (Ölümü:1359) tarafından yazılan ve Baba İlyas'ın söylencelere dayalı yaşam öyküsünün anlatıldığı Menâkıbu'l-Kudsiyye fî Menâsıbı'l-Ünsiyye'de, Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas'ın halifeleri arasında sayılmaktadır. Aynı eserde, 'Baba Resûl' ile Baba İshak'ın değil Baba İlyas'ın anlatıldığı görülmektedir.

Eflâkî'nin 718(1318)-754(1353) yılları arasında yazdığı, Menâkıbu'l-Ârîfin adlı kitabı da, Hacı Bektaş Veli'nin, Rum beldesinde ayaklanmaya sebep olan Baba Resûl'ün halîfe-i has'ı (gözde müridi) olduğunu ifade ederek, bu bilgiyi doğrulamaktadır. Eflâki, Hacı Bektaş Veli'nin "ârif ve yakîn'e" ermiş olduğunu, fakat İslam'ın kurallarına uymadığını belirtmektedir. Eflâkî, Hacı Bektaş adını üç yerde kullanmakta ve büyük atası Baba İlyas'ın altmış halifesi arasında saymaktadır.. Baba İlyas'ın altmış halifesi arasında, Osman Gazi'nin kayınpederi Ede Bâlî'nin de olduğunu, Eflâkî'den öğrenmekteyiz.

Tarihçi Âşıkpaşazâde'nin (Ölümü:1481) 1478'de yazdığı Vekayinâmesinden, Hacı Bektaş Veli'nin kardeşi Menteş ile Horasan'dan gelerek, 1240 yılındaki Babai ayaklanmasının öncüsü Baba İlyas'ın yanında yerlerini aldıklarını öğreniyoruz. Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelmesini beyan edeyim” diye başlayan Âşıkpaşazâde'nin anlatımı şöyle: “Bu Hacı Bektaş Horasan’dan kalktı. Bir kardeşi vardı, Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar. Anadoluya gelmeye heves ettiler.. O zamanda Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteğiyle gelmişler. Onun dahi hikayesi çoktur. Hacı Bektaş kardeşiyle Sivas’a, Sivas’tan Baba İlyas’a geldiler. Oradan Kırşehir’e, Kırşehir’den Kayseriye geldiler.. Hacı Bektaş kardeşini Kayseri’den gönderdi. Vardı Sivas’a çıktı. Oraya varınca eceli yetişti onu şehit ettiler..”

Baba İlyas'ın örgütlediği, Baba İshak'ın yönettiği 1240'daki Babai ayaklanmasında Sivas'da öldüğü anlaşılan Menteş ile kardeşi Hacı Bektaş Veli'nin yollarının, ayaklanmadan önce ayrıldığı; Hacı Bektaş Veli'nin Babailerin kırımı ile sonuçlanan, Malya Ovası'ndaki savaşa katılmadığı ve Sulucakarahöyük'e (Hacıbektaş'a) geldiği anlaşılmaktadır.

Aşıkpaşazade'ye göre, Hacı Bektaş Veli kendinden geçmiş bir meczub idi. Tarikatı ve müridleri yoktu. Hacı Bektaş Veli'nin; Aşıkpaşazade'nin Hatun Ana dediği (Vilayetnamede Kutlu Melek - Fatma Ana - Kadıncık Ana isimleri ile anılan), manevi bir kızı olduğunu; tasavvuf öğretisini ve kerametlerini ona emanet ettiğini; Hatun Ana'nın da bunları Abdal Musa'ya aktardığını, Aşıkpaşazade'den öğreniyoruz. Bu bilgiyi, Abdal Musa Vilayetnamesi de doğrulamaktadır. Bu bilgiler, o çağdaki "kadının", erkek müridi olacak kadar, yüksek bir statüye sahip olduğunu göstermektedir. Vilayetname'deki anlatımlar da, İslami dönemdeki kısıtlamalardan önce, kadının sosyal yaşamda etkin bir yerde olduğunu ortaya koymaktadır. Meclislerde erkeklerin yanında yer almakta ve yabancı konuklara hoş geldin diyebilmektedirler.

Velayetname'de, Hacı Bektaş Veli'nin Osman Gazi'ye kılıç kuşatıp Elif Tac giydirdiği yazılı ise de, Aşıkpaşazade bu konuda açık ve kesin bir bilgi vererek, Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı Hanedanından kimse ile görüşmediğini açıkca ifade etmektedir. Aşıkpaşazade, Eflâkî ve Elvan Çelebi'nin anlatımları ile Hacı Bektaş Veli Türbesinden gelen ve Ankara Kütüphanesinde korunan, Ciritli Derviş Ali (Resmî Ali Baba) tarafından 1176(1765)'da kopya edilmiş Velayetnamede, Hacı Bektaş Veli'nin 606(1209/1210)'da doğduğu, 63 yıl yaşayarak 669(1270/1271)'de öldüğüne dair verilen bilgi örtüşmektedir. 1281'de, 23 yaşındayken Kayı Boyu'nun yönetimini üstlenen Osman Gazi'ye, Hacı Bektaş Veli'nin kılıç kuşatıp Elif Tac giydirmesinin, Hacı Bektaş Veli ile ilişkilendirilen Yeniçeri Ocağının kurulmasından sonra, Velâyetname’ye eklenmiş olabileceğini düşündürtmektedir.

Hacı Bektaş Veli’nin çocuklarının olup olmadığı, Alevi ve Bektaşiler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Ortaya atılan farklı iki iddia vardır. Çelebiler, Hacı Bektaş Veli’nin Fatma Nuriye veya Kadıncık Ana (Kutlu Melek)'dan Seyyid Ali Sultan (Timurtaş) adlı bir çocuğun dünyaya geldiğini, kendilerinin de bu soydan olduklarını iddia etmektedirler. Babağan (Babalar) kolu ise, Hacı Bektaş Veli’nin mücerret kaldığını, dünyadan da mücerret olarak göçtüğünü iddia etmektedirler. Bu grup mensuplarına göre, bugün Hacı Bektaş Veli’nin evladı olarak bilinenler, Pir’in Kadıncık Ana’dan gelen nefes (yol) evlatlarıdır. ( bkz HACI BEKTAŞ VELİ HAYATI BEKTAŞİLİK )

Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektaş Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır. Mezarı, Nevşehir İli’ne bağlı Hacıbektaş İlçesi’nde bulunmaktadır.


Hacıbektaş WEB'de YER ALAN, HACI BEKTAŞ VELİ İLE İLGİLİ METİNLERİN HAZIRLANMASINDA AŞAĞIDAKİ ESERLERDEN FAYDALANILMIŞTIR:
*Alevilik Bektaşilik Nedir? Bedri Noyan, 2.Baskı, Ankara 1987
*Hacı Bektaş- Efsaneden Gerçeğe. İrene Melikoff, 2.Baskı, Haziran 1999
*Hacı Bektaş Veli’nin Yaşadığı Tarihsel Ortam, Baki Öz
 




14 YY DİVAN EDEBİYATI:

Ahmedi

Türk Divan Şiirinin kurucusu kabul edilen 14. yüzyıl şairi. Nerede ve ne zaman doğduğu hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kütahya’da 1334 yılında doğduğu tahmin edilmekte ise de aslen

Sivas ve Amasyalı olduğu da zikredilmiştir. İbn-i Arabşah, şairin 1413 yılında Amasya’da vefat ettiğini haber vermektedir. Asıl adı Tacüddin olup, şiirlerinde Ahmedi mahlasını kullanmış ve bununla şöhret bulmuştur. İlk tahsiline Anadolu’da başlamış, daha sonra Mısır’a gitmiş, büyük alim Ekmelüddin Baberti ile yine orada birçok alimden okumuştur. Molla Fenari gibi meşhur alimlerle arkadaşlık yapmış, sonra Anadolu’ya dönerek Kütahya’ya yerleşmiştir. Yazdığı şiirleri Germiyanoğlu şehzadesi Süleyman’a takdim etmiş ve iltifatlarına kavuşmuştur.

Ankara savaşından sonra Timur Hanın da yakın ilgisini görmüştür. Daha sonra Süleyman’ın emri ile yazmış olduğu Tervih-ül Ervah’ı Çelebi Sultan Mehmed Hana takdim etmiştir.

Sanatı: On dördüncü yüzyıl divan şiirinin asıl kurucusu ve üstadı sayılır. Gerek divan şiiri ve gerek mesnevi tarzında eserler veren şair, dini konuları işlediği şiirlerinde, tasavvufa geniş yer vermiştir. Günlük hayatın diğer taraflarını konu alan şiirleri de vardır. Gazel, kaside ve mesnevilerindeki sanat seviyesi ve söyleyişi asrının öteki şairlerinden üstündür. Bir diğer özelliği de, çok eser vermiş olmasıdır. Her konudaki çok geniş kültürü, şark mitolojisi ve İran edebiyatı üzerindeki bilgisi, Ahmedi’ye hem kolay, hem de çok yazmak imkânını vermiştir. (  BKZ AHMEDİ HAYATI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ )

Eserleri:

İskendername adlı eserini, Emir Süleyman'a sunmak için kaleme aldı. Bu eserde Makedonyalı İskender’e ait tarihi rivayetleri toplamıştır. Ancak Emir Süleyman'ın ölümü üzerine, Yıldırım Bayezid’in oğullarından Süleyman Çelebi’ye takdim etmiş ve eserin sonuna, Dasitan-ı Tevarih-i Müluk-ı Al-i Osman adlı manzum bir Osmanlı Tarihi yazmıştır. Bu kısmın tarih ve edebiyat bakımından büyük bir önemi vardır (ilk Osmanlı Tarihi olması bakımından). Her iki kısımla birlikte eser 10.000 beyte yer vermektedir. ( BKZ İSKENDERNAME AHMEDİ )

Cemşid-ü Hurşid, İran şairi Selman Saveci’nin aynı isimli eseri temel alınarak yazılmıştır. 5000 beyte yer veren eser, telif hükmündedir. Çünkü Selman’ın eseri 2700 beyit tutarındadır. Bu durumda şair eserin Farsçasının asıl almakla birlikte, kendisinden de pek fazla ilavelerde bulunarak eseri genişletmiş ve tercüme kokusunu ortadan kaldırmıştır. ( BKZ  CEMŞİD Ü HURŞİD MENEVİSİ AHMEDİ )

Tervih-ül Ervah, 4000 beytlik büyük bir mesnevidir.

Divan, Ahmedi şiirindeki asıl sanatını bu eseri ile göstermiştir. Altı nüshası bulunan eser, dokuz bin beyt civarındadır. ( BKZ AHMEDİ DİVANI VE EDEBİ KİŞİLİĞİ )

Hayrat-ül-Ükala, Kaside-i Sarsari şerhi, Mirkat-ül-Edeb, Mizan-ül-Edeb, Mi'yar-ül-Edeb isimli eserlerinden başka birçok şiirleri de vardır


Turkcebilgi.com: Ahmedi hakkında ansiklopedik bilgi





NESİMİ
 

Sufî bir Türk şairi olan Nesimî’nin hayatı hakkında çok az bir bilgi vardır. Doğum tarihi kesin olarak bilinmeyen şair, 1408’den önce Halep’te derisi yüzülerek öldürülmüştür.

XIV. yüzyılın son yıllarında Irak, Azerbaycan, Kuzey İran ve Anadolu sahalarında sür’atle yayılan Hurûfîlik’in kurucusu Esterâbâdlı Fazlullah Hurûfî (1339-1393)’ye intisâb etmiştir. Hurûfî tarîkatine mensub ve huruf bilgisine vâkıftır. Hurûfîliğin İran ve Anadolu Türkleri arasında yayılışında, büyük bir rol oynamış gezgin bir şairdir. Nesimî, özellikle Bektaşîler ile vahdet-i vücûd kurallarını benimseyen sufîler tarafından büyük bir sofu olarak kabul edilmiş, hakkında bir çok menkıbe meydana getirilmiştir. Bunlar arasında onun, yüzen derisini sırtlayıp Halep’in on iki kapısından çıkarak sır olduğu menkıbesi de vardır. Menkıbeleri, Horasan ve Maveraünnehir’e kadar yayılmıştır.
 

Edebî kişiliği

Azerî edebiyatının XIV. Yüzyıldaki en büyük şahsiyet, tesirinin genişliği ve devamlılığı bakımından Türk edebiyatının en büyük temsilcilerindendir.

Şiirde büyük bir güç gösteren Nesimî, Farsça ve özellikle Türkçe şiirler yazmıştır. Şiirlerinde çoğu kez kendi inancını dile getirmiştir. Buna rağmen, din dışı ve âşıkâne gazelleri de vardır.

İran şairlerini iyi tanıyan iyi tanıyan şair, özellikle tasavvuf edebiyatında sürekli etkiler yapmıştır. Anadolu Türkçesine yabancı olmayan Nesimî, Osmanlı şiiri üzerinde derin izler bırakmıştır. Habibî, Hataî ve Fuzulî de dahil olmak üzere, bütün Azerî şairleri iki asra yakın bir zaman onun etkisi altında kalmıştır. XV.-XVI. Yüzyıllarda bir çok Azerî ve Osmanlı şairinin Hurûfîliği kabul etmelerinde Nesimî’nin büyük etkisi olduğu gibi, Fuzûlî’de bile duygu ve anlatım bakımından onun etkisi gözden kaçmaz. ( BKZ SEYYİT İMAMEDDİN NESİMİ HAYATI ŞAİRLİĞİ HURUFİLİĞİSEYYİT NESİMİ TÜRKÇE VE FARSÇA DİVANLARI )


Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.

 

 

Âşık Paşa

XIV. yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da yetişen Türk şair ve mutasavvıflarının en büyüklerindendir. Asıl adı Ali olan ve 1272’de Anadolu’da dünyaya gelen Âşık Paşa’nın hayatı hakkında pek az şey bilinmektedir

Rivayete göre XIII. Yüzyılda Anadolu’ya Horasan’dan gelen bir derviş ailesine mensuptur. Ailesi XIII. Yüzyılda Anadolu’nun Moğol istilâsından önceki siyasî ve sosyal buhranlarına karışmış Babaîler isyanı ve Karaman Beyliği’nin kuruluşu ve ilk gelişimde rol almış şeyh ailesidir babasının Muhlis Paşa olduğu rivayet edilir.

Âşık Paşa, Orta Anadolu’nun nüfuzlu ve zengin bir sûfî ailesine mensuptur. Kırşehir’e yerleşmiştir. Kırşehir, devrinin en önemli iktisadî ve medenî merkezlerinden biridir.

Ehl-i sünnet kurallarına uygun bir tasavvuf mesleğine mensup olan Âşık Paşa, gayretleriyle etrafına birçok mürid toplamıştır. Devlet işlerinde de bulunmuştur. ( BKZ AŞIK PAŞA HAYATI ESERLERİ GARİPNAMESİ )
 

Edebî kişiliği

Gençliğinde mükemmel bir öğrenim görmüş, Şeyh Süleyman-ı Kırşehrî’den zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrenmiştir. Yalnız Arap ve Fars dillerinde değil, genellikle İslâmî ilimlerde ve özellikle tasavvufta büyük bir kudret kazanmıştır. Hacı Bektaş, Ahi Evran, Şeyh Süleyman, Mevlâna, Sultan Veled gibi büyük mutasavvıfların mürid ve eserleriyle yakından ilgilenmiştir.

İran tasavvuf edebiyatını ve özellikle Senâî, Attar, Mevlâna ve Sultan Veled’i çok iyi bilir.

Şiirlerinde Mevlâna ve Sultan Veled gibi tam bir “vahdet-i vücûd”cu olmakla beraber ehl-i sünnet kurallarına uygun bir tasavvuf anlayışını yaymıştır. Bu işi Türkçe yazdığı Garib-nâme adlı eseriyle yapmıştır.

Kadı Burhaneddin zamanında devlet dili Farsça idi. Aydın sınıf Türkçeyi hor görüyordu. Bu nedenle Âşık Paşa, o sırada Türk halk kitlesine ve Türk diline karşı gösterilen ilgisizlikten şikâyet ederek, Türkçe yazıldığından kitabının değersiz sayılmamasını önermiştir.

Türkçeyi Arapça ve Farsça gibi bir ilim ve edebiyat dili değil, sadece basit bir konuşma dili saymak hususunda daha sonraki devirlerde de rastladığımız bu anlayışa karşı millî bir dil ve edebiyat yaratmak isteyen Anadolu şairleri arasında Âşık Paşa’ya önemli bir yer vermek gerekir. Fakat bu konuda onun üzerinde etkili olan en büyük etken halka hitâbetmek ve dervişliğin yolunu onlara göstermek yolundaki çalışma ve dinî düşünceleridir.

Âşık Paşa’nın Yunus Emre etkisi altında yazdığı gazel ve ilahileri şiirlikten lirizmden, sanattan yoksun kuru öğütlerdir. Yunus’un, Kaygusuz Abdal’ın şiirleri yanında çabuk unutulmuştur.

Kazanmış olduğu büyük manevî etkiden dolayı Garib-nâme’si çok geniş bir sahaya yayılmış ve okunmuş, etki yapmıştır.

Türk dili ve edebiyatının genel gelişiminde Âşık Paşa’nın unutulmaz bir yeri olduğu da gerçektir.

Eserleri: Garib-nâme, Risâle fî Beyânü’l-esmâ, Manzum Tasavvuf Risâlesi, Şiirleri. ( BKZ GARİPNAME AŞIK PAŞA )


Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.



 

KADI BURHANEDDİN

Asıl adı Burhaneddin Ahmed olan şair, 1344 yılında Kayseri’de doğmuştur. Kadı, vezir, atabey ve hükümdar olmuş bir Türk şairi ve âlimidir.

Burhanneddin beş yaşındayken babasından derse başlayarak on dört yaşına kadar Türkçe, Arapça ve Farsçadan başka mantık ve hikmet gibi ilimleri de öğrenmiştir. On dört yaşında babasıyla Mısır’a gitmiş orada fıkıh, usûl, feraiz, hadis, tefsir ve tıp ilimlerini öğrenerek dört mezhebe vâkıf olmuştur. Ayrıca tabiiyat, riyaziyat ve ilâhiyatın usûl ve ilmini görmüştür. On dokuz yaşında hac görevini tamamlamış, yirmi bir yaşında babasının yerine Kayseri’de kadı olmuştur.

1381 yılında sultan olarak Sivas’ta tahta çıkmış, kendi adına hutbe okutmuş, sikke bastırmıştır. On sekiz yıl süren saltanatı fasılasız savaşlar içinde feci bir biçimde sona ermiştir. 1398 yılında Sivas’ta öldürülmüştür. ( BKZ KADI BURHANEDDİN EDEBİ KİŞİLİĞİ DİVANI DİĞER ESERLERİ )

Edebî Kişiliği

Kadı Burhaneddin çok zekî, pek tedbirci ve basiretli, dikkate değer derecede iş bilen seçkin bir kadı, seçkin bir vezir, âlim, şair ve cesur bir hükümdardır.

Üstün zekâsıyla devrin bütün bilgilerini elde etmiş, kılıç ve kalemi aynı beceri ile kullanmıştır. Harple uğraştığı zamanlarda bile ilimle uğraşmaktan uzak kalmamıştır. Arapça ve farsçayı şiir söyleyecek kadar iyi öğrenmiştir. ( BKZ KADI BURHANEDDİN SEÇİLMİŞ TUYUG VE GAZELLER )

Eserlerinde Azeri Türkçesinin bütün özellikleri bulunmasına rağmen dil ve tekniği kusurludur. Kendine özgü içten ve canlı bir üslûbu vardır.

Siyasî ve ilmî şöhreti, şairliğini gölgelemiş olan Kadı Burhanneddin Azeri ve Osmanlı edebiyatlarının gelişiminde etkili olmamıştır.

Eserleri: Dîvân, İksîrü’s-sa’adât fî Esrârü’l-ibâdât ( BKZ


Kaynak: SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.


 

KADI BURHANEDDİN'DEN SEÇMELER ( TUYUGLAR)

 

Yar yüzünde ince der dürdânedür 
Zülfü dâm u kara hâli dânedür.
Yolına ölürisem tutma aceb,
Yâriçün can oynamah merdânedür
********
Dilberün işi itâb u nâz olur,
Çeşmi câdû, gamzesi gammâz olur.
İy gönül sabr it tahammül kıl ana,
Yara irişmek işi az az olur.
*****************
“Ezelde Hak ne yazmışise bolur,
Göz neni ki görecekise görür.
İki âlemde Hakk'a sığınmışuz,
Tohtamış ne ola, ya Ahsah Temür?”
**********************
Hemîşe âşık gönli biryan bolur;
Her nefes garib gözi giryan bolur.
Sûfîlerün dilegi mihrâb namaz,
Er kişinün arzusı meydan bolur.    ( BKZ KADI BURHANEDDİN HAYATI EDEBİ KİŞİLİĞİ DİL VE ÜSLUP ÖZELLİKLERİ )

.....................



ŞEYHOĞLU MUSTAFA


Şeyhoğlu Sadreddin Mustafa, XIV. yüzyılın şöhretli mesnevi şairlerindendir. 1340 yılında doğmuş ve muhtemelen 1409 yılından önce ölmüştür. Ölüm tarihi kesin olarak bilinemeyen Şeyhoğlu, Germiyan Beyliği sınırları içinde yaşamış, Germiyan beyi Süleyman Şah'ın ölümünden sonra Yıldırım Bayezid'in yanına gelmiş, Osmanlı sarayına intisap etmiştir. Şeyhoğlu'nun Farsçadan yaptığı tercümeler çoktur. Fakat onu meşhur eden asıl eseri "Hurşidnâme"sidir. Bu eser, mesnevi tarzında yazılmış bir aşk ve macera romanıdır. Önce Germiyan Bey'i Süleyman Şah'a, sonra Osmanlı Sultanı Yıldırım Bayezid'e sunulmuştur. ( BKZ ŞEYHOĞLU MUSTAFA HAYATI EDEBİ KİŞİLİĞİ )

KENZÜ'L KÜBERÂ ,  HURŞİTNAME ve MARZUBÂN-NÂME onun en önemli eserleridir.
Kenzü'l Küberâ Marzubân-nâme ve  Hurşitname gibi eserlerin müellif olan Şeyhoğlu Mustafa’ya ün kazandıran eseri Hurşid-name, Süleyman Şah zamanında yazılmaya başlanmış, ancak eser I387 yılında tamamlanabilmiştir. 7640 beyit olup, aruzun mefa’ilün/ mefa’ilün/ fe i lün kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevi tarzında yazılan eserde beyit aralarına eserin kahramanlarının ağzından söyletilen 19 Gazel ile 1 Terci-i Bend eklenmiştir
Hurşidnâme'nin kahramanlarından Hurşid, Iran Şahı Siyavuş'un kızı, Ferahşâd ise batılı bir şehzadedir.
Şeyhoğlu'nun diğer önemli bir eseri "Kenzü'l Küberâ'dır. Bir çeşit siyasetname olan bu eser padişahların, beylerin, vezirlerin ve kadıların tutumlarını, görev ve sorumluluklarını anlatır. ( BKZ ŞEYHOĞLU MUSTAFA EDEBİ KİŞİLİĞİ VE HURŞİTNAME ÖZETİ

---

Hurşidnâme'den:

Siyâvuş ol gice ay gibi gitdi 
Sehergâh olmadın Hurşide yitdi.

İrişdi kaleye kapuda durdı
Gelüben kulları tapuda durdı

Çağırdılar kapuya geldi dizdar
Uninden padişahı bildi dizdar.

Uçındı lerze endamına düşdi
Belânun arusı başına üşdi.

Balından tatlu olmadın damağı
Acısından halel buldı dimağı.

Ol ohtın kim kapuyı açmış idi
Şolok saat başından geçmiş idi.

Başından geçmesindendür belâsı
Vü ger ne hod elinden ne gelesi.

İçerü girdi kullarıyle sultân

Buyurdı kapuyı bağlatdı der bân...


 

YUNUS EMRE

Tarihî hayatı ve şahsiyeti hakkında pek az şey bilinen Yûnus Emre, Anadolu Selçuklu Devleti'nin dağılmaya ve Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde küçük-büyük Türk Beylikleri'nin kurulmaya başladığı 13. yy ortalarından Osmanlı Beyliği'nin filizlenmeye başladığı 14. yy'ın ilk çeyreğinde Orta Anadolu havzasında doğup yaşamış bir şair ve erendir.Yunus Emre uzun bir süre Hacı Bektaş-ı Velî Dergahında çile doldurmuş ve dergaha hizmet etmiştir. Yûnus'un yaşadığı yıllar, Anadolu Türklüğünün Moğol akın ve yağmalarıyla, iç kavga ve çekişmelerle, siyasî otorite zayıflığıyla, dahası kıtlık ve kuraklıklarla perişan olduğu yıllardır.13. yy'ın ikinci yarısı, sadece siyasî çekişmelerin değil, çeşitli gayrısünni mezhep ve inançların, batınî ve mutezilî görüşlerin de yoğun bir şekilde yayılmaya başladığı bir zamandır. İşte böyle bir ortamda, Mevlânâ Celaleddin-i Rûmî, Hacı Bektaş-ı Velî, Ahî Evrân-ı Velî, Ahmed Fakih gibi ilim ve irfan kutuplarıyla birlikte Yûnus Emre, Allah sevgisini, aşk ve güzel ahlakla ilgili düşüncelerini, her türlü batıl inanca karşı, gerçek İslam tasavvufunu işleyerek Türk-İslam birliğinin oluşmasında önemli vazifeler yapmıştır. Yûnus Emre, "Risalet-ün Nushiyye" adlı mesnevîsinin sonunda verdiği;

Söze târîh yedi yüz yediydi

Yûnus cânı bu yolda fidîyidi

beytinden anlaşıldığı kadarıyla H. 707 (M. 1307-8) tarihlerinde hayattadır. Yine, Adnan Erzi tarafından Bayezıd Devlet Kütüphanesi'nde bulunan 7912 numaralı yazmada şu ifadelere rastlanmaktadır:

Vefât-ı Yûnus Emre
Müddet-i 'Ömr 82
Sene 720

Bu belgeden anlaşılacağı üzere, Yûnus Emre, H. 648 (M. 1240-1) yılında doğmuş, 82 yıllık bir dünya hayatından sonra H. 720 (M. 1320-1) yılında ölmüştür.

Doğduğu yer konusundaki tartışmalar Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy ile Karaman üzerinde yoğunlaşmaktadır. Menakıpnâmelerle şiirlerinden çıkarılan bilgilere göre Babalılardan Taptuk Emre'nin dervişidir. Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgisi Vilayetname'den kaynaklanmaktadır. Yine şiirlerinden tasavvuf yolunu seçtiği, iyi bir öğrenim gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu kentlerini dolaştığı, Azerbaycan ve Şam'a gittiği, Mevlana'yla görüştüğü de bu bilgiler arasındadır. ( bkz MENKIBE-İ YUNUS EMRE- YUNUS EMRE HAYATI TASAVVUFİ VE EDEBİ KİŞİLİĞİ )
 

Şiiri

Düşünceleri, işlediği konularla Anadolu'da gelişen Türk edebiyatının en büyük adlarından sayılan Yûnus Emre, yalnız halk ve tekke şiirini değil, divan şiirini de etkiledi, yaşarlığını çağlar boyu sürdürdü. Hece ve aruzla yazdığı şiirlerinde sevgiyi temel aldı. Tasavvufla, İslam düşüncesiyle beslenen dizelerinde insanın kendisiyle, nesnelerle, Allah'la ilişkilerini işledi, ölüm, doğum, yaşama bağlılık, İlahi adalet, insan sevgisi gibi konuları ele aldı. Çağına hâkim olan düşünüş biçimini ve kültürü konuşulan dille, yalın akıcı bir söyleyişle dile getirdi; kendinden önce yetişmiş İran ozanlarının, çağdaşlarının yapıtlarında geçen kavramlara yeni bir öz, yeni bir deyiş kattı. Bu yanıyla tasavvuf düşüncesini, Alevi-Bektaşi inançlarını zenginleştirdi, kendi adına bağlanan tekke şiirinin Anadolu'daki ilk temsilcilerindendir. ( bkz YUNUS EMRE’NİN ŞİİR ESTETİĞİ MUSTAFA ÖZÇELİK- YUNUS EMRE DİVANLARI NÜSHALARI HAKKINDA ÇALIŞMALAR VE DİVAN'INDAN )

Türbesi

Yûnus Emre'nin mezarı olduğu iddia edilen pek çok mezar ve türbe vardır. Bunlar; Eskişehir'in Mihalıççık ilçesine bağlı Sarıköy; Karaman'da Yunus Emre Camii avlusu; Bursa; Aksaray ile Kırşehir arası; Ünye; Kula ile Salihli arasında Emre Sultan köyü; Erzurum, Duzcu köyü; Isparta'nın Gönen ilçesi; Afyon'un Sandıklı ilçesi; Sivas yakınında bir yol üstü. Ayrıca Tokat'ın Niksar ilçesinde de bulunmaktadır. Ayrıca, mutasavvıf Niyazi MısriLimni Adası'nda bulunduğunu ifade etmiştir. Bunlar arasında bilim adamlarınca tartışma, Karaman ve Eskişehir'deki türbeler üzerine yoğunlaşmışsa da, Hacı Bektaş-ı Veli ile ilgili menkıbe düşünüldüğünde Aksaray - Kırşehir arasındaki türbenin asıl Yunus Emre türbesi olduğu düşünülebilir. de Yunus Emre'nin mezarının (veya makamının)
 

YUNUS'TAN SEÇMELER

Canlar canını buldum 
Bu canım yağma olsun
Assı ziyandan geçtim
Dükkanım yağma olsun

Ben benliğimden geçtim
Gözüm hicabın açtım
Dost vaslına eriştim
Gümanım yağma olsun ...
*****************

Ey yarenler, ey kardaşlar
Ecel ere ölem bir gün
İşlerime pişman olup

Kendi özüme gelem bir gün

Yanlarıma kona elim
Söz söylemez ola dilim
Karşıma gele amelim
Nettim ise görem bir gün
**************

Yir gök yaratılmadın Hak bir gevher eyledi / Nazar kıldı gevhere sığmadı devr eyledi

Gevherden buğ çıkardı olbuğdan gök yaratdı /Gökyüzinün bezeğin çok ılduzlar eyledi

Göke eyitti dön didi ay u gün yürsün didi /Suyu muallak dutup üstüni yir eyledi

Yir çalkandı turmadı bir dem karar kılmadı /Yüce yüce tağları Hak çöksiler eyledi

**********

Gitdi bu kış zulmeti geldi bahar yaz ile /Yeni nebatlar bitdi mevc urdı hep naz ile

Yine mergızar oldı uş yine gülzar oldu /Ter nağme düzer oldı musikide saz ile

 

GÜLŞEHRİ:
 

On dördüncü yüzyıl Türk şairi. Döneminin en önemli şairlerinden olan Gülşehrî’nin hakkında bugün pek fazla bir şey bilinemese de Kırşehirli olduğu ve mutasavvıf olduğu bilinmektedir. Naklî ilimlerde bilgili olmasının yanı sıra matematik ve felsefe gibi aklî ilimlerle de ilgilendiği ve bu konularda da bilgi sahibi olduğu düşünülmektedir. ( bkz GÜLŞEHRİ HAYATI EDEBİ YÖNÜ ESERLERİ )

Bir mutasavvıf olan Gülşehrî’nin eserleri bunun izlerini taşır. Ayrıca şair Ferîdüddîn-i Attâr, Mevlâna Celaleddin Rumî ve Senâî gibi mutasavvıf yazarlardan etkilenmiştir. Nitekim ünlü eserlerinden biri Attâr’ın ünlü mesnevisi Mantık et-Tayr`ı temel alan aynı adlı mesnevidir.  (            BKZ GÜLŞEHRİ MANTIKU'T TAYR MESNEVİSİ
 

Çoğunlukla bu eserininın eserinin tercümesi olduğu sanılsa da aslında, Gülşehrî’nin de bizzat belirttiği gibi, eser aynı adı ve temel hikâyeyi barındırmakla birlikte bir tercüme değildir ve orijinal Mantık et-Tayr’ın içeriği eserde yoğun biçimde değiştirilmiş ve farklı kaynaklardan yeni içerikler eklenmiştir; örneğin Rumî’nin Mesnevi’si ve ünlü Hint klasiği Kelile ve Dimne gibi. Bunun dışında Feleknâme isimli ünlü bir eseri daha vardır. Feleknâme`yi İlhanlı hükümdarlarından Gazan Han’a sunmuştur. ( BKZ GÜLŞEHRİ FELEKNAME VE DİĞER ESERLERİ )

 

1250 yılında doğduğu tahmin edilmektedir. O devirde Kırşehir’e Gülşehri denildiği için, Gülşehri olarak anılmıştır. Gençliğinde edebiyat ve tasavvuf öğrenmiştir. Ahi Evranı Veli ile 50 yıl beraber yaşamıştır. Ahi olduğu anlaşılmaktadır. Farsça ve Arapça öğrenmiş, ancak O, Türkçe yazmıştır.

Ahi Evran’ın ölümünden sonra Ahilik Postuna oturmuştur. 1335 yılında ölen Ahmedi Gülşehri çok ince ruhlu bir şair idi. ( BKZ GÜLŞEHRİ- KERÂMÂT-I AHÎ EVRAN VE ARUZ-I GÜLŞEHRÎ )

Her ülü kendime yar eylerem,
Her gece vasfını tekrar eylerem,
Her seher kim gül çemende açıla,
Kamudan ilkin bana karşı güle.

Ahmedi Gülşehri, Feridun Attar’ın Mantık’ut Tayr eserini Türkçeye çevirmiştir. ( BKZ ATTAR VE GÜLŞEHRİ MANTIKU'T TAYR ÖZETLER ALINTILAR )


FAYDALANILAN KAYNAKLAR

  • Prof. Dr. Mengi, Mine, Eski Türk Edebiyatı Tarihi, Akçağ Basımevi, Ankara 2002.
  • Osman F. Sertkaya Ahmed Fakîh mad. ,Türk Diy. Vak. İsi. Ans. C. 2, İst. 1989, s. 65-67).
  • SOYSAL, M. Orhan, Eski Türk Edebiyatı Metinleri, Millî Eğitim Basımevi, Ankara, 2002.
  • Bedri NoyanAlevilik Bektaşilik Nedir? , 2.Baskı, Ankara 1987
  • Hacı Bektaş- Efsaneden Gerçeğe. İrene Melikoff, 2.Baskı, Haziran 1999
  • Hacı Bektaş Veli’nin Yaşadığı Tarihsel Ortam, Baki Öz
  •  ATTAR VE GÜLŞEHRİ MANTIKU'T TAYR ÖZETLER ALINTILAR,
  • GÜLŞEHRİ FELEKNAME VE DİĞER ESERLERİ

Edebiyat, Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.
 
  BAŞVURU İÇİN : ESA, İLETİŞİM  veya s_kuzucular@hotmail.com



 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar