Tokatlı Kani Hayatı Edebi Kişiliği

02.09.2013

 



TOKATLI KANÎ

( d. Tokat, 1712, ö. İstanbul, 1791 )
 
 
Kaynakların pek çoğu Muallim Naci ve diğer ediplerin verdiği bilgilerden hareketle onun Tokatlı olduğu üzerinde hem fikirdir. Fakat araştıdığımız hiçbir kaynakta onun ailesi, çocukluk ve ilk gençlik yılları ile eğitimi konusunda bir bilgi sunmamaktadır. Hayatı eserleri ve divanı hakkında en geniş çaplı araştırma Yrd Doç Dr. İlyas Yazar’a aittir. Bu yazıda da daha ziyade İlyas Yazar’ın bu çalışmlarından istifade edilmiştir.Ebû Bekir Kânî 1712 (H.1124) yılında Tokat’ta dünyaya gelmiştir. Kânî, tahsil hayatına Tokat’ta başlamış derbeder bir hayat süren Kânî gençlik yıllarında, nükteli şiirleri ile şöhrete ulaşmıştır.[1]
 
 
İlk gençlik yıllarına dair en belirgin bilgiler onun derbeder ve içikiye düşkün bir genç olarak yaşadığı yönündedir. Kânî içkiye meyilli olduğundan ayyaş bir yaşam sürürken bunalıma girmiştir. Bu bunalımdan ise  i Mevlevî şeyhi Abdülahad Dede ile tanıştıktan sonra kendisini Mevleviliğe adayarak kurtulur. [2]
 
 
Eğitimi hakkında bilgi vermeyen kaynaklar onun ilk gençlik yıllarından itibaren şiirler yazdığı ve çevresinde şöhrete ulaştığı şeklindedir.  “Ebû Bekir Kânî Efendi, gençlik yıllarında şiir ve inşâdaki başarısıyla çevresindekilere kendini kabul ettirmiştir.11 Ancak O, asıl şöhrete 1755 (H. 1168) yılında Hekimoğlu Ali Paşa ile tanıştıktan sonra ulaşmıştır. “ [3]
 
İstanbula gelmeden önce şairlik konuusnda hayli mesafe aldığı şu ibareden de bellidir. “Dönemin Trabzon valisi olan Hekimoğlu Ali Paşa, üçüncü kez sadrazam tayin edilmiş ve Trabzon’dan İstanbul’a dönerken Tokat’a uğramıştır. Paşa’nın Tokat’a uğramasını fırsat bilen Kânî Efendi, Paşa’ya bir kasîde ve tarih sunmuştur. Kânî’nin yetenekli bir genç olduğunu fark eden Ali Paşa, onu maiyetine almaya karar vermiş, Kânî’nin bağlı olduğu Tokat Mevlevî hanesi Şeyhi Abdulahad Dede’nin de iznini alarak 1755 yılında onu İstanbul’a götürmüştür.”[4] İbarelerden de anlaşılacağı üzre Kani, H. Ali Paşa’ya derhal kaside sunabilecek kadar ileri düzeyde bir şairdir. Fakat İstanbul’a gelmeden önce yaklaşık olarak Kırk yaşlarında olduğu da göz önününde bulundurulmalıdır.
 
Hekimoğlu Ali Paşa, İstanbul’a geldikten sonra Kânî Efendi’yi, eğitim düzeyinin artması ve devlet terbiyesi alması için Dîvân-ı Hümâyûn kalemine yerleştirmiştir. Dîvân-ı Hümâyûn kalemindeki eğitimini, tamamlayan Kânî Efendi’ye Hâcegân-ı Dîvân-ı Hümâyûn pâyesi verilmiştir.[5][6]
 
Hekimoğlu Ali Paşa, 1755 yılının sonlarına doğru sadaretten uzaklaştırılır ve  Silistre’ye gönderilir.  Bu olaydan sonra hamisini kaybeden Kanni , İstanbuldan sıkılmaya başlar. Kânî Efendi kısa bir süre sonra divan kâtibi olarak Silistre’ye gitmek için Paşa’ya mektuplar yazar. Paşa’nın onun divan kâtibi olarak kabul etmesinden sonra derhal Silistre’ye gider.[7]1755 yılında İstanbul'dan ayrıldıktan sonra tam 27 yıl İstanbul’a gelemeyecektir. [8]
 
Ebû Bekir Kânî, Silistre’de bir müddet kalmış,  fakat bu defa aradığını bulamamış olacak ki Paşa’nın yanından ayrılarak Eflak, Rusçuk ve civar bölgelere geçmiştir. Buralarda Ulah beylerinin kâtipliklerini de yaptığı bilinmektedir.Bükreş'te Ulah Beyi Alexandre'ın özel kâtipliğini yapmaya başlar. Onun dillere düşen “Kırk Yıllık Kani, olur mu yani “ deyişinin bu sırada söylendiği iddia edilmektedir.  Söylentilere göre Kânî, Bükreş'te bulunduğu sırada bir Rumen güzeline âşık olur. “ Bu kızın onunla evlenmesi için Hristiyan olmasını istemesi üzerine. Kânî : “Kırk yıllık Kani olur mu Yani! “ Demiştir.
 
Eflak Voyvodası İskerlet zade Konstantin Bey’in Bükreş’te özel kâtipliği görevinde de bulunmuştur. Bu görevindeyken Voyvoda Konstantin, Kânî’den yeğeni Alexsandr’a Türkçe öğretmesini istemiş, Kânî de bu isteği yerine getirerek Alexsandr’a Türkçe dersleri vermiştir. [9]
Türkçe Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa’nın 1782 yılında Kânî’yi İstanbul’a davet etmesi üzerine İstanbul’a döner. .
 
1782 tarihinde İstanbul’a döndüğünde, Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa’nın dîvân kâtipliği yanında devlet ricâlinden bazı kimselerin kâtiplik görevlerini de yapmıştır.Fakat bu günlerden sonra sıkıntılı günler başlayacaktır. Yeğen Mehmed Paşa ile olan senli-benli ilişkiler kurmuş, Paşa’nın ona karşı mesafeli durmayışının da verdiği rahatlıkla Paşa’ya ait bazı sırları ifşâ etmesi hayatının en büyük hatalarından birisini oluşturur. Paşa’nın sırlarını ortaya dökmesi sonucu idama mahkûm edilir.  
 
Fakat yine de şansı yaver gidecektir. Yakın dostu Bucezadan Reisü’l-küttâb Hayri Efendi’nin araya girmesiyle idamdan kurtulmuş [10]ve kalebent olarak Limni adasına sürgüne gönderilmiştir.[11]]Malları müsadere edilerek sürgüne gönderilen Kânî Efendi’nin, Limni adasındaki sürgün yıllarını sıkıntı ve yokluk içinde geçirdiği bilinmektedir.
 
Kânî, Limni adasında sefaletle geçen sürgün yıllarının ardından hayatının sonlarına doğru affedilerek İstanbul’a dönmüş ve 1791 yılının Kasım ayında vefat etmiştir. (Rebi’ul-evvel 1206)[12]Sürurî, şairin ölümü için "Her sözi ma'deni cevher idi gitdi Kânî" mısrasını tarih düşmüştür. Kabri Eyüp'te Feridun Paşa türbesinin bitişiğindedir.[13]
 
 
EDEBİ KİŞİLİĞİ
 
 
İlk gençlik yıllarında içkiye düşkün derbeder bir hayat yaşayan Kani,  Tokat’ta Mevleviliğe intisap etmiş, İstanbul’a döndükten sonra da tekrar eski yaşantısına yönelmiştir. Kânî’nin İstanbul’a gelişinden sonraki dönemle ilgili olarak, onun Mevlevî yaşantısını terk ederek yeniden eski yaşantısına döndüğü [14]pek çok kaynak tarafından teyit edilir.  Ancak şiirlerinde ve mektuplarında Mevlevîliği ile ilgili olarak zaman zaman duygularını dile getirdiği görülmekte, her şeye rağmen Mevleviliğe duyduğu özen ve alaka hissiyatında devam ettiği anlaşılmaktadır. 
 
Dervîşüñe sâhib çık yâ Hazret-i Mevlânâ
İsterse yap ister yık yâ Hazret-i Mevlânâ
Gurbet-zedegânuñ gör dâg-ı dile merhem sür
Hicrân nekebâtuñdur yâ Hazret-i Mevlânâ
Sâyeñde himâyet kıl bî-gâ’ile velî kıl
Kıl himmetüñi teskîl yâ Hazret-i Mevlânâ
Geldüm saña eyvallâh güstâh u perîşân-râh
Lutf eyle baña her gâh yâ Hazret-i Mevlânâ
Kânî seni ister hep sensin aña dîn mezheb
Kıl feyzüñi müstevheb yâ Hazret-i Mevlânâ (K.23)
 
“Hakkında yazılanlar ve söylenenler bir bütün olarak değerlendirildiğinde onun mağrur, makam ve mevki sevdalısı olmayan, lakayt, hazırcevap, keskin zekâlı, kalender-meşrep, nüktedan ve rint bir şahsiyet olduğunu ortaya koymaktadır.” [15]
 
Tokat’tan ayrıldıktan sonra Mevlevîlikle bağlarını koparmış içki ve kadına düşkün bir  hayata yeniden başlamıştır. Esrar Dede’nin Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye’sidir. Ebû Bekir Kânî’nin ölümünden beş yıl sonra, 1796 tarihinde yazılmış olan bu tezkirede de Kânî’ye yer verilmemiş olması, onun Mevlevî olarak değerlendirilmediğini gösteren önemli bir delildir.[16]
 
Bursalı Mehmed Tahir, O’nun şairliğini pek başarılı bulmadığını “nazmı nesri kadar sevimli değildir” sözleriyle belirtmektedir.[17]İlyas Yazar adı geçen eserlerinde onun sanatçı kişiliği hakkında şunları ifade eder. “Kânî, gözlem yeteneği yüksek, hayata mizah penceresinden bakan ve gördüklerini ironik bir üslûpla ifade eden bir şairdir. Bu özelliklerin daha çok inşâda ön plana çıkması sebebiyle O’nun nesri, nazmına gâlip gelmiştir. “
 
Onun sanatçı kişiliği diğer müelliflerin de üzerinde durduğu gibi şiirlerinde değil nesir eserlerinde ve mektuplarında ortaya çıkmaktadır. “Secilerle süslediği mektupları ince nükte ve hicivlerle doludur.”  Nesirlerindeki ve mektuplarındaki hiciv ve Nükte özelliği yer yer şiirlerinde de belirir. “ Hz. Peygamber için yazdığı naatları dışında hemen bütün eserlerinde farklı düzeylerde de olsa nükte, hiciv ve hezl izlerine rastlanılır.”  
 
Şiir ve nesirlerindeki dili, ince nükteler ve hicivlerle ve çarpıcı ifade zenginlikleriyle değişkenlik göstermiştir. “Onun ciddi ifadelerle başlayarak şaka, mizah ve alayla devam ettiği, sonra yine ciddi sözlerle bitirdiği, bazen de tersine davranış içinde olduğu üslubu mektuplarında belirgin biçimde ortaya çıkmaktadır.”
 
Kani, Nabi’nin etksinde kalmış bir şairdir. Özellikle yazdığı gazellerde bu etki açıkça görülmektedir. . Kânî, rindâne ve âşıkâne söyleyişleri de tercih etmiş, Zevk ve sefâ içinde bir yaşam sürmeye alışkın hayatından aldığı zevki şiirlerinde de kullanmıştır. Buna rağmen kimi şiirlerinde  bir zamanlar edinmiş olduğu Mevlevi  düşüncelerinin izleri de göze çarpar. Bu tip şiirlerinde Mevlana, Mevlevilik ve zâhidlik ile ilgili düşüncelerini de yansıtmaktadır.
 
Kânî, şiirlerini beğendiği ve etkilendiği bazı şâirlerin gazellerine nazireler
Yazmayaı seven biridir., Fuzûli,  Şeyh Galip ve Nabi’nimn şiirlerine nazireler yazmıştır.  “Sağlığında şiirlerini bir araya getirerek müretteb bir divana sahip olamayan şâirin pek çok şiirinin telef olduğu, divanını istinsah edenlerin ifadelerinden anlaşılmaktadır.”[18]

 
Tokatlı Kânî'nin Eserleri
 
 
Divan: İstanbul kütüphanelerinde bazı yazma nüshaları bulunan divan Arap harfleriyle yayımlanmış ve eser tenkitli metin hâlinde yüksek lisans tezi olarak hazırlanmıştır (Eliaçık 1992). Dîvân’ı klâsik geleneğin izlerini taşımaktadır. Onun Divanını inceleyen İlyas Yazar divanı hakkında şu tespitleri sunmuştur. “ Bu açıdan Kânî Dîvânı’nın diğer eserlerine göre farklılık göstermektedir. Klâsik dîvanlarda tevhid, münâcat, na’t ve medhiye örnekleri genellikle kasîde nazım biçimiyle yazılmıştır. Kânî ise bu örnekleri kaside nazım biçimi yerine gazel nazım biçimiyleyazmayı tercih etmiştir. “
 
Münşeat: Letaif ve Hezliyyat adlarıyla da anılan bu eseri 120 civarında mektuptan meydana gelir.  Eser, zarif nükteler ve hiciv örnekleriyle doludur.  Eser, XVIII. yüzyıla ait başka kaynaklarda rastlanmayan örfleri, anlayış tarzı ve sosyal hayattan detaylı izlenimler sunmaktadır. "Hirrename" adıyla bilinen metin bir kedinin ağzından sahibine hitaben yazılmış hoş bir mizah örneğidir. Kânî'nin uykuya düşkün bir dostuna yazdığı ve "baş"la ilgili atasözleri ve tabirlerle süslenmiş diğer mektubu da ünlüdür. Yeğen Mehmet Paşa'ya hitaben kaleme aldığı mektubunda ise döneminin edebiyat ve sanat çevrelerini eleştiren önemli görüşleri ve kendi hayat tecrübeleri yer alır.  Kani’nin bu Eser hakkında bir doktora tezi hazırlanmıştır (Batislam1997).
 
 
Be-nâm-ı Havâriyyûn-ı Bürûc-ı Fünûn
Şâirin, Alexsandr'a Türkçe öğretmek amacıyla yazmış olduğu "Be-nâm-ı Havâriyyûn-ı Bürûc-ı Fünûn" adlı eseri Alexsandr'ın Türkçeyi daha iyi öğrenmesine ve Türkçesini ilerletmesine katkı sağlamak üzere yazılmıştır.[19]


ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
 
Âh eyledigüm hâl-i siyeh-kâruñ içündür
Kan agladıgum la‘l-i güher-bâruñ içündür (G.44/1)
Handân gelen ‘âleme giryân gidecekdür
Giryân gelen ‘âleme handân gidecekdür (G.58/1)
Felek hemân beni mi bulduñ imtihân idecek
Garîk-i lücce-i endûh-ı bî-kerân idecek (G.99/1)
Gördüm sakız kızını yañaklar kızıl kızıl
Gözler siyeh o la‘l dudaklar kızıl kızıl (G.113/1)
GAZEL

Tab'ım ne mantık u ne bedî u beyân arar.
Bîr-harî u savt söyleyecek hem-zebân arar.

Her zerre kendi zâtına mânend-l afitâb.
Devri felekte şöhret-i nâm u nişan arar.

Feyz-i devam u baht-ı civan ister müdâm.
Rûmale hâk-i dergeh-i pîr-i mugan arar.

Kanlar dökerse ömr-i girân-mâye Kâniyâ, 
Dil goncası küşayişi vakt-i hazân arar.
 
Tokatlı Kani Şiirleri
 
 

KAYNAKÇA
 
[1] İsa Kayaalp, “Kânî” Maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 2001, C.24, s.306;
[2]  Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â N I, T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI ,Ankara 2012, shf, 16
[3]  Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â N I, T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI ,Ankara 2012, shf, 16
[4]  Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â N I, T. C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI ,Ankara 2012, shf, 16
[5] Kânî” Büyük Larausse Sözlük ve Ansiklopedi, İstanbul 1986, C.12, s.6307.
[6] Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â Nı, age. Shf 17
[7]  Sırrı Akıncı, “Hekimoğlu Ali Paşa ve Kânî Efendi”,Hayat-Tarih Mecmuası, Ekim 1971, C.2, S.9, s.17.22
[8] Yrd. Doç. Dr. İlyas YAZAR, Yabancılara Türkçe Öğretiminde Ebubekir Kânî Modeli, turkcede.org/yabancilara-turkce-ogretimi/
[9] Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â Nı, age. Shf 17
[10] Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â Nı, age. Shf  19
[11] Kânî” Büyük Larausse Sözlük ve Ansiklopedi, İstanbul 1986, C.12, s.6307.
[12] Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â Nı, age. Shf  19
[13] Kânî” Büyük Larausse Sözlük ve Ansiklopedi, İstanbul 1986, C.12, s.6307.
[14]  Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â Nı, age. Shf 21-23
[15] Yrd. Doç. Dr. İlyas YAZAR, Yabancılara Türkçe Öğretiminde Ebubekir Kânî Modeli, turkcede.org/yabancilara-turkce-ogretimi/
[16] İlhan Genç, Tezkire-i Şuarâ-yı Mevleviyye, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı yay., Ankara, 2000.)
[17] Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı Müellifleri, İstanbul 1333, C.II, shf..392
[18] Dr. İlyas YAZAR, K Â N Î D Î V Â Nı, age. Shf 21-23
[19] Yrd. Doç. Dr. İlyas YAZAR, Yabancılara Türkçe Öğretiminde Ebubekir Kânî Modeli, turkcede.org/yabancilara-turkce-ogretimi/

 

Edebiyat Dil bilim, Kültür, Folklor, Geleneksel ve Güzel Sanatlarla ilgili, Tez, yazı, İnceleme, ve Araştırmalarınız bize başvurarak bu sitede Paylaşabilirsiniz.

 

Yorum Yapmak için Kayıt Olun veya Giriş Yapın

Yorumlar